Saman Sarısı 1-2

Seher vaktı habersizce girdi gara ekspres 
kar içindeydi 
ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım 
peronda benden başka da kimseler yoktu 
durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri 
perdesi aralıktı 
genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada 
saçları saman sarısı kirpikleri mavi 
kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı 
üst ranzada uyuyanı göremedim 
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres 
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini 
baktım arkasından 
üst ranzada ben uyuyorum 
Varşova'da Biristol Oteli'nde 
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu 
oysa karyolam tahtaydı dardı 
genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada 
saçları saman sarısı kirpikleri mavi 
ak boynu uzundu yuvarlaktı 
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu 
oysa karyolası tahtaydı dardı 
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına 
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu 
oysa karyolalar tahtaydı dardı 
iniyorum merdivenleri dördüncü kattan 
asansör bozulmuş yine 
aynaların içinde iniyorum merdivenleri 
belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım 
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına 
üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli 
bir gül açıldı ağır ağır 
Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde 
taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden 
şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan 
yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum yu- 
dum şehirlerimizin hasretini 
iki şey var ancak ölümle unutulur 
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü 
kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık 
yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm 
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına 
çıktılar önüme ansızın 
oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı 
bir mangaydılar 
kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri 
kolları kollarında gamalı haç işaretleri 
elleri ellerinde otomatikleri vardı 
omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu 
omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu 
hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu 
ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler 
yürüdük 
korktukları hem de hayvanca korktukları belli 
gözlerinden belli diyemem 
başları yok ki gözleri olsun 
korktukları hem de hayvanca korktukları belli 
belli çizmelerinden 
korku belli olur mu çizmelerden 
oluyordu onlarınki 
korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız 
bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara 
her sese her kıvıltıya ateş ediyorlar 
hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler 
ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor 
ve kurşun seslerini benden başka duyan yok 
ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez 
ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek 
ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli 
bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce 
bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi 
derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından 
sicim 
ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde 
sıcak bir fırancala gibi 
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına 
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri 
kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca 
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri 
bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler 
tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı 
girdim büyük salona genç bir kadınla 
saçları saman sarısı kirpikleri mavi 
ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu 
bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki 
gibi 
ve sen bundan dolayı 
bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin 
belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne 
uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada 
ak boynun uzundu yuvarlaktı 
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu 
ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı 
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz 
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında 
onu oraya sen koydun 
bir taş kuyunun dibindeki suydu 
bakıyorum eğilip 
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz 
sesleniyorum 
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları 
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde 
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın 
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin 
cıgaranın ucunda senin 
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda 
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi 
aklından geçenlerdeydi ayrılık 
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde 
ayrılık rahatlığındaydı senin 
senin güvenindeydi bana 
büyük korkundaydı ayrılık 
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın 
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin 
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin 
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem 
tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı 
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize 
yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında 
vakıt hızla akıyordu geriye doğru 
ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu 
ardımızdan koşuyordu önümüze 
Yagelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dola- 
şıyor 
bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını 
ve pazar yeri
..........
..........
 

Nazım Hikmet Ran

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!