Felsefe Yaşam İlişkisi Nedir?
Felsefe-Yaşam İlişkisi
Felsefi tavır hayatı ve hayata dair her şeyi sorgulamayı, eleştirmeyi ve görünenlerin ardındaki gerçeği aramayı gerektirir. Bu tavır felsefeciyi diğer insanlardan farklı kılar. Örneğin filozof Diyojen bir öğle vakti çarşıda elinde fenerle dolaşıyordu.
Meraklarını gidermek için insanlar:
- "Elinde fenerle güpegündüz ne dolaşıyorsun?" diye sordular.
Filozof kafasını kaldırmadan:
- "İnsan arıyorum, insan." diye cevapladı.
Filozof Diyojen’in bir öğle vakti elinde fenerle adam araması, felsefi sorgulayıcılığı, felsefenin yaşamı kuşatıcı etkilerini ve felsefenin bize dönük yüzünü anlatır.
Hayatın anlamına dair sorular geçmişin ve çağımızın büyük düşünürleri tarafından sorgulanmıştır: İnsan nedir? Ben neyin nesiyim?
İnsanın en önemli özelliği kendine dönük düşünmeye yetenekli olmasıdır. Kendi kendini düşünebilir, kendi için meraklanır, kendi yaşamının anlamını sorar. Ayrıca, öleceğinin açıkça bilincinde olan tek canlıdır. Ama aynı zamanda insan; sonluluğun, özellikle ölümün bilincindedir. Sonluluk ve ölüm bir arada insanın trajik bir bilmece gibi görünmesine yol açan bir gerginlik yaratır. Ulaşamayacağı bir şey için varmış gibidir insan.
Öyleyse insanın anlamı, yaşamının anlamı nedir? Platon'dan beri büyük filozofların en iyileri bu bilmeceyi çözmeye çabalamışlardır. Başlıca üç büyük çözüm önermişlerdir bize: On dokuzuncu yüzyılda çok yaygın olan ilki; insanın bitmez tükenmez gereksinimlerinin, onun daha büyük bir şeyle yani toplumla özdeşleşmesi yoluyla giderileceği görüşüdür. “Benim acı çekmemin, başarısız olmamın, ölmemin önemi yok.” der bu filozoflar. Çünkü insanlık, evren devam edecektir.
Bugün varoluşçular arasında pek yaygın olan ikinci çözüm, insanın hiçbir anlamı olmadığını ileri sürer. Doğanın bir hatasıdır insan, soysuz bir yaratıktır. Sartre'ın bir zamanlar yazdığı gibi, boşuna çekilen acıdır. Bilmece çözülemez. Sonsuza dek kendimiz için trajik bir soru olarak kalacağız.Üçüncü olarak dünyada böyle tam bir anlamsızlığa inanmayan filozoflar da vardır. Onlara göre insan bilmecesinin bir çözümü olmalıdır. Peki, bu çözüm nasıl olabilir? Ancak insanın bir biçimde sonsuza ulaşabilmesiyle.
Ama insan bu yaşamda bunu yapamaz. Demek ki, insan sorununun bir çözümü varsa insanın öte yanda, doğanın dışında, dünyanın dışında bir anlamı olsa gerek. Peki, nasıl? Platon'dan beri birçok filozofa göre, ruhun ölümsüzlüğü kanıtlanabilir. Ama ölümsüzlük de bu soruyu yanıtlamaz. İnsanın, öte yaşamda da olsa, sonsuzluğa nasıl ulaşabileceğini görmeyi sağlamaz. Platon, bir zamanlar bu sorunun son yanıtını bize bir Tanrı'nın, öteden gelen bir vahiyle vereceğini söylemiştir. Ancak bu artık felsefe değil, dindir. Felsefi düşünce, birçok başka alanda olduğu gibi soruyu burada keser.
Felsefi tavır hayatı ve hayata dair her şeyi sorgulamayı ve görünenlerin ardındaki gerçeği aramayı gerektirir. Bu tavır felsefeciyi diğer insanlardan farklı kılar. Sokrates'in de ifade ettiği gibi sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez. İnsan, merakını giderme, evreni ve yaşamın anlamını sorgulamaya ihtiyaç duyar. Aristoteles’te bunu şöyle ifade eder: “"Bütün insanlar doğaları gereği bilmek ister". Felsefi sorgulama sayesinde insan bir şeylerin farkında olabilir ve böylece insan yaşamını anlamlandırır.
Hayatın anlamına dair sorular hem geçmişte hem de günümüzde büyük düşünürler tarafından hep sorgulanmıştır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve insanın en önemli özelliği kendine dönük düşünmeyi yapabilmesidir. İnsan kendi üzerine düşünür, kendi için meraklanır ve kendi yaşamının anlamını sorgular. İnsan ölebileceğinin açıkça bilincinde olan tek canlıdır. Bu durum insanda gerginlik yaratır. Bu nedenle öleceğini bilen insan, insanın anlamı, yaşamının anlamı üzerine sürekli sorular sormuştur.