Bir Küvet Hikayesi

Süleyman'a karısı telefon etti: 
— Konuşan ben, 
ben, Fahire. 
Tanımadın mı sesimden? 
Demek çok bağırdım birdenbire. 
Çığlık mı? 
Belki... 
Hayır, 
çocuklar hasta değil. 
Dinle beni: 
İşini bırak da gel, 
çabuk ol ama. 
Telefonda anlatamam, 
olmaz. 
Daha kıyamet kadar vakit var akşama. 
Saatlar, saatlar, 
kıyamet kadar. 
Sorma. 
Dinle beni... 
Hemen vapur bulamazsan 
Üsküdar'a kayıkla geç. 
Bir taksiye atla. 
Paran yoksa 
patrondan avans al. 
Yolda hiçbir şey düşünme, 
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış. 
Yalan kuvvetliye söylenir 
ben kuvvetsizim. 
Alay etme kuzum. 
Evet kar yağacak, 
evet 
hava güzel. 
Koynuna girdiğim adam gibi 
kocam gibi değil, 
büyüğüm, akıllım, 
babam gibi gel...

Geldi Süleyman, 
Fahire, kocası Süleyman'a sordu: 
— Doğru mu? 
— Evet. 
— Teşekkür ederim Süleyman. 
Bak işte rahatladım. 
Bak işte ağlamıyorum artık. 
Nerde buluşuyordunuz? 
— Bir otelde. 
— Beyoğlu tarafında mı? 
— Evet. 
— Kaç defa? 
— Ya üç, ya dört. 
— Üç mü, dört mü? 
— Bilmiyorum. 
— Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman? 
— Bilmiyorum. 
— Demek ki bir otel odasında. 
Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi. 
Bir İngiliz romanında okudum, 
bu işlere yarayan otellerde 
kırık küvetler varmış. 
Sizinkinde de var mıydı Süleyman? 
— Bilmiyorum. 
— Hele düşün, 
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet? 
— Evet. 
— Hiç hediye verdin mi? 
..........
..........
 

Nazım Hikmet Ran

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!