Zincire Vurulmuş İnsanların Yaşadığı Mağara
Platon içinde zincire vurulmuş insanların yaşadığı bir mağara keşfetti. Bu mağarada yaşayanlar dışarıdakilerin gölgelerinden başka bir şey görmüyordu. Bir gün zincirlerinden kurtulan birisi dışarıya çıkıp gerçek varlıkları gördü ve dönüp arkadaşlarına "siz ne kadar bahtsızsınız, boş gölgelerden gayrı bir şey görmüyorsunuz, bunlardan başka bir şey olmadığını sanıyorsunuz, oysa büyük bir yanılgı içindesiniz, gerçek varlıklar bu mağaranın dışında ve ben onları az önce gördüm" der. Bu bilge, arkadaşlarının bahtsızlığına, onların deliliğine yanarken, içerde mağarada olanlar ise onun deliliğine bakıp gülüyorlardı ve hatta onunla alay edip aralarından bile kovuyorlardı.
İşte Platon, yaşayan adamlarla, sofuların betimlemesini aynen böyle işlemişti zihinlerimize.
Zira sadece duyularla algılamaya eğilim gösterenler bunların dışında hiçbir şey olmadığına inanırlar. Sofular ise madde ile ilgili ne varsa hor görürler ve ruhlarını görünmez varlıklarla bir tutarlar.
Yaşamla ilgili olanlar yani yaşayan adamlar önce servet edinmeye bakar, sonra bedensel gereksinimleri düşünür ve sonunda da ruhlarını doyurmaya çalışırlar; tabii eğer bir ruhları olduğuna inanıyorlarsa! Sofular ise öncelikli olarak Tanrı'ya karşı görevlerini yerine getirir ve bunun sonucunda da ruhlarını düşünürler. Çünkü onlar için ruh Tanrı ile yakından ilintilidir. Bu nedenle sofular bedenlerine bakmaya pek önem vermezler. Onlar için para çamurdur ve onlar bu çamurdan mümkün mertebe kaçmaya çalışırlar. Şayet paraya dokunmak zorunda kalırlarsa büyük bir tiksinti yaşarlar. Tıpkı İncil'de olduğu gibi "onlarda varlık yokluk gibidir; onlar sahip değilmiş gibi sahip olurlar".
Tutkulara gelince (aşk, açlık, susuzluk, uyku, öfke, kibir ve kıskanma gibi), sofular tutkulara karşı sürekli savaş verir. Yaşama bağlı olan insanlar ise bunlar olmadan yaşayamayacağına inanır. Oysa ruhla beden arasında ikisinin tam ortasında kalan, bize doğaca esinlenmiş gibi görünen tutkular da vardır. Bunlar vatan sevgisi, baba şefkati, evlat tutkusu, dostluk tutkusu gibi tutkulardır. Yaşamayı sevenler bunlarla ilgilidir ve bu tutkulara değer verirler. Sofular ise bu tutkuları kalplerinden söküp atmak için ellerinden geleni yaparlar, eğer beceremezlerse en ruhani yanlarıyla yaşatmayı seçerler.
Perhiz yapmak yaşama bağlı insanlar için et yememek ve akşam yemeği yemeden yatağa girmektir. Sofular içinse bu durum tamamen farklıdır. Onlar için perhiz yapmak ruhlarında kendi tutkularına eziyet etmek, öfkeye kapılmamak ve gururla kabarmamaktır. Buradaki amaç, bir ruhun maddenin ağırlığı altında ezilmemesi için, göksel zevkleri öğrenmek ve onların tadına bakmak için yeryüzü zevklerinden yukarıya yükselmesidir.
Evet Platon "aşkların deliliği, deliliklerin en tatlısıdır" derken, birini aşkla tutkuyla seven bir insanın aslında kendisinde olmadığına, kendisini aşık olduğu kişinin içinde yaşattığına ve sevgilisine bağlanırken kendisinden ne kadar uzaklaşırsa mutluluğunun da o oranda arttığına işaret eder. İşte yaşayan insanlar ile sofuların bir betimlemesi.
Bir insanın ruhu maddenin üzerine çıkmak gibi bir saçmalığa kapılacak yerde bedeninden çıkıyormuş gibi oluyorsa buna delilik denmez de ne denir?
"aşk ne kadar mükemmelse, delilik o kadar büyük ve o kadar mutluluk vericidir"