Yazgı Ve Evren Düzeni
İnsani bir kimlik içinde, çok eksik olan görüşlerimize göre bile ilahi irade yasalarının değişmez yargılarının gerekleriyle biçimlenmiş evrenin düzeni ne kadar görkemli ve uyumludur!
Doğada daima güzelliğe, iyiliğe ve tekamüle yönelik planlı, düzenli bir akışın görünümlerini gördüğümüzü söylemekle beraber ruh dostlarımızın verdiği değerli tebligatın da bu konunun bazı noktalarında bizleri aydınlattığını ayrıca ifade etmek isteriz.
Akın, 15 Ağustos 1948:
“Doğada bir akış, bir gidiş, daima tekamüle, iyiliğe doğru yükseliş ve bir dolaşım vardır. Bu dolaşım bildiğiniz gibi amaçlı ve planlıdır. İşte her hareket, her şey buna uygun olarak gerçekleşir. Bu amaç ve plana taş, toprak, her şey, bütün evrenler dahildir. Onların hareketleri, onların düzenleri, onların gidişleri, her şey doğa yasalarının, büyük ilahi irade yasalarının ilerleyişi dahilinde meydana gelir.”
Mustafa Molla, 13 Mart 1949:
“Aleminiz büyük düzen yolu üzerinde bir geçittir. Ve orada her şey hesaplı ve her şey amaca en açık, en kısa ve etkili yoldan hesaplı bir dereceye kadar vazifelidir.”
Mustafa Molla, 26 Nisan 1949:
“Evren bir bütünlük sistemidir. O kadar ki sizin ruhunuzdaki büyük dayanışma uyumundan -ki bunu kurmaya çalışıyoruz- en küçük bir atoma kadar büyük ve ilahi bir bütünsel yasanın geçerli olduğunu gözlemek her fırsatta mümkündür.”
Mustafa Molla, 15 Nisan 1949:
“Evrende her şey öyle bir titiz ölçü üzerine kurulmuş ve öylesine en azdan en çoğa doğru uyumlandırılmıştır ki bunlardan en ufak bir hareket solaklığı belki bütünün darmadağınıklığını sona erdirir.”
Fakat evrendeki düzen ve uyumu görebilmek değil, hatta sezebilmek bile herkes için pek kolay bir iş değildir. Bunun için az çok görgü ve deneyimle donanmış olmak gerektir. Bize öyle geliyor ki insan, evrenin düzen ve uyumunu, o düzen ve uyuma bizzat hayatını ayarlamış olduğunu hissedebildiği oranda anlayabilir. Şu halde bu işte başarılı olabilmek için insanın her şeyden önce vicdanının gösterdiği ilahi irade yasalarının gerekleri dahilinde kendi varlığına çeki düzen vermesi ve sonuç olarak iç huzuruna kavuşması, kısaca ilk önce kendi öz benliğinin dış alemle olan uyumunu sağlaması gerekir. Böylece doğanın büyük ve kalıcı düzeninin kendi ruhundaki yansımalarının anlayabilecek bir duruma gelsin. Yoksa henüz paslı, kapanık ve sakar bir insan ruhu, evrenin parlak düzen ve uyumunun ışıklarını nasıl yansıtabilir? Bütün bunlardan da şu çıkıyor ki insan ruhunun paslarının silinmesi, evren düzenine yansıtıcı olabilmesi, yani evren düzen ve uyumunu anlayabilmesi onun tekamülü ile orantılı bir haldir.
“Evrendeki büyük düzeni, kutsal gözlem halini, karşıdaki sonu olmayan şafaklara doğru ilhamla sarhoş bir haldeki koşuşları görebilecek insan, dünyanız çevresinde yazgı yolculuğu elde edebilmiş sayılmalıdır. Ancak bu pek kolay olur ve kolay bulunur geçici bir kazanım olamaz.”
Evrenin düzen ve uyumunu anlayışımızın derecesini bir tarafa bırakalım, hatta dünyamızdaki hayatın akışı ve varlıkların çeşitli durumları, anlayışları, fikirleri ve tekamül dereceleri arasındaki derin ve bazen büyük uçurumlarla ayrılmış gibi görünen fark ve karşıtlıkları bir insan gözü ile gördüğümüz zaman sanki ilahi düzenle bağdaşmaz gibi bir uyumsuzluk ve karmakarışıklık ile karşılaştığımızı sanmaktan kendimizi bir türlü kurtaramıyoruz. İşte bu nedenle insanlar sürekli birbirini eleştirip dururlar, birbirlerini kırıp geçirirler, hatta birbirlerini sevmezler. Herkes, hakkın kendisinde olduğunu iddia eder durur, en doğru yolu kendisinin bulduğuna herkesi inandırmaya, hatta zorla yola getirmeye çalışır. Ve diğerlerinin fikir ve inançlarına küçümseyerek, gereksiz şeylermiş gibi hor gözle bakar. Ve yine bu nedenle insanların çoğu dünyada ne ilahi adaletin, ne ilahi düzenin, ne de ilahi görkemin varlığına inanabilir. Bütün bu insanlar kendi bakış açıları dahilinde haklıdırlar. Takdir edebilmek için görmek, görebilmek için anlamak, anlayabilmek için bilmek, bilmek için de duyabilmek gerektir.
Evrende ilahi amacın kapsamı dışında hiçbir hareket olmadığı gibi düzensizliği ve yolsuzluğu ifade eden hiçbir olay, hiçbir durum da yoktur ve olamaz. Doğada gördüğümüz birbirine zıt görünümler, ilahi uyumu bizim anlayamadığımızın bir ifadesidir. Orada görünen aykırı hareketler, aykırı düşünceler, aykırı fikirler ancak ilahi yolun çeşitli aşamalarının pek küçük kısımlarıdır. Oradaki her yasa, her gerek, her düzen, her görünüş ve durum yaratılışın anlamla dolu görünümleridir. Tekamül sonsuzdur, basamaklar sonsuzdur.
Bütün evren yazgıda var olan bir oluş halidir. Bütün oluş halleri, bütün evrenler ilahi iradenin zorunlu kıldığı birer görünümdür. Ne başlangıcı ne sonu sorulamayan bu muhteşem zorunluluğun en küçük bir görünümüne bile insan ruhu ancak sonsuz minnet, sevgi, hayranlık, şükran dolu bir kendini veriş, bir teslimiyet halinde yansıtıcı olabilir.
***
Madem ki evren bütün olaylarıyla düzenli olarak akıp giden büyük ve ilahi bir düzenin uyumlu görünümlerine bir zemin oluşturmaktadır, o halde bu uyumun dışında kalmaları mümkün ve olası olmayan bütün ruhların, varlıkların yaptığı işler ve hareketler ve bütün faaliyetler de aynı düzene dahil olmak zorundadır. Bu bakımdan yazgı ile evrenin düzen ve uyumu da birbiriyle kucaklaşmış bulunmaktadır.
İlahi amacın, gözleri miyop, hatta kör olan biz ölümlüler karşısında görünen muazzam görünümlerinin küçücük bir zerresi bile -bu körlüğümüze rağmen- bize evrende büyük bir düzen ve sıralanış dahilinde her şeyin iyiliğe, olgunlaşmaya ve ilahi emirlerin gerçekleşme zorunluluğuna doğru sürekli bir hareket halinde bulunduğunu gösteriyor.
Evrende sıradan gözler için bir düzensizlik ve kargaşalık içinde geçip gidiyormuş gibi görünün olaylarda bile evren düzenine dahil büyük bir düzenin varlığını görenler ve duyanlar vardır. Bir küçük ve belki de iğrenç görünen sirke sineğinin bir tek kanadını alıp mikroskop altında incelerseniz gördüğünüz manzaranın güzelliği ve uyumu sizi hayran bırakır. Biz şuna ikna olmuş bulunuyoruz ki her şeyde bir düzen, her şeyde bir sıralanış ve uyum, kısaca bir güzellik vardır. Evrende çirkin diye nitelendirdiğimiz her şey ancak ruhumuzun sınırlı gücü karşısında evren uyumuyla olan ilişkisini takdir edemediğimiz konulara aittir. Aslında onlar çirkin değildirler.
Yine bize ve düşüncemize göre, evrende kötü ve nefreti gerektiren şeyler yoktur. Çünkü her şey ilahi düzen ve sıralanış dahilinde olduğuna göre onda hiçbir kötülük veya nefrete layık bir yön söz konusu olamaz. Burada da yine bazı şeyleri kötü veya nefrete layık olarak görmekten kendilerini kurtaramayanlar varsa onlar bunun sebebini, evren düzen ve uyumu konusundaki kendi anlayışsızlık derecelerinde aramalıdırlar.
Uyum güzelliktir. Güzelliği uyum kavramı ile tanımlamak, onun en iyi anlaşılabilir bir anlamını kavramış olmak demektir. Güzelliği ve uyumu yalnız şekilde, biçimde, renkte, kısacası maddesel kavramlarda değil, bütün varlıkların bünyesinde, yetilerinin ve güçlerinin ilahi uyuma ve düzene uygun görünümlerinde aramak gerekir. Ve asıl güzelliğin en iyi örnekleriyle de burada karşılaşmak mümkün olur. Bundan dolayı, insanın güzeli takdir yetkisi, varlıkların ilahi irade yasalarıyla olan uyum derecelerini takdir edebildiği oranda artar. Bu da dünyamızda vicdanın gelişimiyle mümkün olur. Bununla beraber her insanın güzel diyebileceği birçok şeyler ve varlıklar vardır. Çünkü her insanın ilahi düzen ve sıralanış hakkında kendi kendine açıklayabildiği veya açıklayamadığı, kendine göre bir sezişi veya bilgisi vardır. Ve o insan güzelliği bu gözle görebilmektedir.
Demek ki ilahi yasalar gerekleri, gerekler yazgıyı, yazgı uyum ve düzeni, uyum ve düzen ise güzelliği sonuçlandırır. O zaman çekinmeden diyebiliriz ki her güzel hareket, her güzel iş, her güzel varlık, her güzel durum ve bir kelimeyle aslında güzel olan her şey ilahi bir kavramdır. Çünkü özsuyunu ilahi irade yasaları kökünden alır.
Böyle genel bir güzellik içinde, varoluşla ilgili bir uyum dahilinde görünen dış çirkinliklere ve uygunsuzluklara rağmen her şeyin sevgi ve sempati bağlarıyla birbirine yaklaşması ve bağlanması gerekmez mi? İşte buraya gelince sevgisizliğin evren düzen ve yazgısı içinde insanlar için ne kadar aksak, yani dolambaçlı sonuçlar doğurabileceği gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz ki bu da bugünkü dünyamızın üzüntü veren durumu ile kanıtı ve takdiri kolayca mümkün bir durum oluyor.
O zaman bize sunulan özgürlük nimetlerini hiçbir zaman unutmayarak bütün varlığımızla şükredip birbirimizi severek ve ona göre hareket ederek dünyamızın ve dünya dışı hayatımızın gelecek mutlu sonuçlarını hazırlamış oluruz. Her şeyi unutur, birbirimize düşman olur ve ona göre hareket edersek dünyamızın ve dünya dışı hayatımızın acı sonuçlarını davet etmiş oluruz. İşte insanlığın dünyadaki ve dünya ötesindeki sonucundan iki örnek! Bunlardan hangisini isterse insan onu elde eder, kendine neyin layık kılınması yolunda çaba gösterirse onu bulur. Bunun da adı yazgı ve gereklerdir.
Dr. Bedri Ruhselman’ın Mukadderat ve İcabat adlı eserinin 343-347.