Wilhelm Leibniz
1.Burada sözünü edeceğimiz “monad”,birleşik şeylere giren,parçaları olmayan,basit tözdür.
2,Madem ki birleşik şeyler var,o halde basit tözler de var olmalıdır; çünkü birleşikler,basit tözlerin kümelenmesiyle “biraraya gelme”siyle oluşur.
3,Hiçbir parçanın olmadığı yerde ne yer kaplama, ne şekil,ne de bölünebilme vardır.Bu nedenle monadlar,doğanın asıl atomları, tek kelimeyle, şeylerin ögeleridir.
4,Bununla birlikte,parçalar olmadığı için ortadan kalkma gereği yoktur.Bu nedenle,basit bir tözün doğası gereği yok olabileceğine ilişkin hiçbir anlaşılır neden yoktur.
5,Aynı nedenden dolayı,basit bir tözün doğası gereği bir başlangıcı olabileceğine ilişkin de hiçbir anlaşılır neden yoktur; çünkü basit bir töz,biraraya getirmeyle oluşturulmaz.
6,Böylece monadların ne başlangıcı olduğundan ne de son bulcağından söz edilebilir.Bu şu anlama gelir: Monadlar ancal bir anda var etme yoluyla son bulabilir.Oysa birleşik şey,ancak parçalarıyla başlar ya da parçalarıyla son bulur.
7.Bununla birlikte,bir monadın başka bir varlık tarafından nasıl olup da başkalaştırılabileceği ya da iç yapısının değiştirilebileceği hiçbir şekilde açıklanamaz.Çünkü monadın iç yapısında dışarıdan herhangi bir dğeişiklik yapılamacağı gibi,parçaları arasında değişim olan birleşiklerde olduğu gibi uyarılabilen,yönetilebilen,arttırıbilen ya da azaltılabilen türden herhangi bir iç haraketi yoktur.Monadların içine herhangi bir şeyin girip çıkabileceği pencereleri yoktur.Bir zamanlar skolastik filozoflar duyulur türler için yaptıkları gibi,ilinekler ne tözlerden ayrılabilir ne de tözlerin dışında varolabilirler.Bu nedenle,bir monada dışarıdan ne bir töz ne de ilinek girebilir.
.Böyle olmakla birlikte,monadların bazı nitelikleri olmalıdır,aksi halde onlara varlık bile diyemezdik.Eğer basit tözler,nitelikleri bakımından birbirinden farklılaşmış olsaydı,o zaman şeylerde herhangi bir değişim algılanamayacaktı; oysa birleşik şey ancak birleşen basit parçalardan oluşur.Aynı nedenden dolayı,belli bir niteliğe sahip olmayan monadlar,nicelik bakımından da farkılaşılamayacaklarından birbirinden ayırt edilemeyeceklerdir.Bu durumda,bütünüyle dolu olan bir ortamda,doluluğu oluşturan her tek yer sürekli hareket ederek ancak daha önce bulunduğu konumun eş değeri olan bir konumda bulunabilecek ve şeylerin bir hali diğer halinden ayırt edilemeyecekti.
9.Bu nedenle,her monad diğerinden farklı olmalıdır; çünkü doğada,aralarında tam anlamıyla içsel bir fark ya da ayırt edici bir adlandırma bulunmayan iki varlık yoktur.
10.Bununla birlikte,yaratılmış her varlık gibi yaratılmış her monadın da sürekli değişikşiğe uğradığını kabul ediyorum.
11.Daha önce dile getirilmiş olduğumuz gibi bundan şu sonuç çıkar: Monadlardaki doğal gelişmeler bir ” iç ilke”den gelir;çünkü dışarıdan bir neden monadın iç yapısına etkide bulunamaz.
12.Ama,değişme ilkesiyle birlikte basit tözlerin çeşitliliğini ve kendine özgülülüğünü gösteren “değişmelerin ayırt edici bir ayrıntısı” da olmalıdır.
13.Bu ayırt edici ayrıntı,basit tözde ya da birlikte çokluğu içermelidir; çünkü basamak basamak gerçekleşen her doğal değişmede bazı şeyler değişir,bazıları ise aynı kalır.Bundan dolayı,hiçbir parçası olmasa da her basit töz,kendinde bir etkilenimler ve ilgiler çokluğu bulundurmalıdır.
14.Basit tözde ya da birlikte çokluğu içeren ve onu temsil eden geçici hal,”aldı”dır.Daha sorna görüleceği gibi algıyı bilinçten ya da tamalgıdan ayırmak gerekir.Descartesçı düşüncenin en büyük yanılgısı farkına varamadığımız algıları hesaba katmamasıdır.Onlları yalnız tinlerin monadlar olduğuna, ne hayvan ruhlarının ne de diğer entelegkheia ların olmadığına inandıran da aynı büyük yanılgıdır.Onlar bununla,uzun süreli bilinç kaybını mutlak ölümden ayırt edemeyerek skolastik düşüncenin bütünüyle ayrı olan ruhlar önyargısını kabullenmiş ve ruhların ölümlü olduğu düşüncesinde temelini bulan kötü tinler anlayışını kuvvetşendirmiştir.
15.Bir algıyla başka bir algı arasındaki geçişi ya da değişimi sağlayan iç ilke etkinliğe “istek duyma” denir.İstek,yöneldiği algınının bütnüne tam anlamıyla her zmaan ulaşmasa bile,yine de ondan bir şeyler elde ederek yeni algılara ulaşır.
16.Farkına varamadığımız en küçük düşüncenin konusunda içerdiği çeşitliliği gördüğümüzde,basit tözdeki çokluğu bizzat kendimizde deneyimlemiş oluyoruz.Bu nedenle,ruhun basit bir töz olduğunu kabul edenler,monadtaki bu çokluğu da kabul etmek zorundadırlar.Öyle ki Bay Bayle bile,Sözlüğünün “Rorarius” maddesinde açıklamış olduğu gibi bu noktada herhangi bir sorun görmeyecekti.
17.Bununla birlikte,”algı” ve algıya bağlı olan şeylerin ” mekanik nedenler”le,yani şekil ve hareketlerle açıklanamayacağı itiraf edilmelidir.Örneğin,yapısı gereği düşünen,hisseden ve algılayan bit makinenin var olduğunu düşünelim; bu makine, boyutlarının birbirine oranı korunarak sanki bir değirmenin içine giriyormuşcasına büyük olarak da tasarlanabilir.Bu büyük makinenin içine girildiğinde ise,yalnız birbirini iten parçalar görülecek ama herhangi bir algının varlığını açıklayabilecek hiçbir şey bulunmayacaktır.O halde,algıyı makinede ya da birleşiklerde değil basit tözde aramak gerekir.Algılar ve algı değişimleri basit tözde bulunur.Basit tözlerin bütün “iç etkinlik”leri de yalnız bundan oluşur.
18,Bütün basit tözler ya da yaratılmış monadlara entelegkhe,a adı verilebilir; çünkü monadlar sanki bir tür cisimsiz otomatlarmış gibi iç etkinliklerinin kaynağını kendinde bulunduran bir tür yetkinliğe (ekhousi to enteles) ve kendine yeterliğe (autarketia) sahiptirler.
19.Az önce açıkladığım genel manada,”algı ve istek”lere sahip her şeyi ruh olarak adlandırırsak bütün basit tözler ve yaratılmış monadlar da ruh olarak adlandırabilir.Ama duygusya sahip olma,basit bir algıya sahip olmadan daha fazla şey ifade ettiğinden,yalnız algıya sahip olan basit tözlere genel anlamda entelegkheia ve monad adlarının vermenin yeterli olduğunu,algısı daha seçik olan ve bir de belleği bulunan basit tözleri ise ” ruh” olarak adlandırmanın yerinde olduğunu düşünüyorum.
20.Nitekim,baygınlık geçirdiğimiz ya da rüyasız derin bir uykuya daldığımız zamanlarda olduğu gibi,hiçbir şey hatırladığımız ve hiçbir seçik algısına sahip olmadığımız bir ruh halini bizzat kendimizde deneyimleyebiliriz.Bu halde ruh,yalnızca basit bir monadtır.Ama bu ruh hali hiç de sürekli değildir;bu bu durumdan çıktığında artık basit bir monadtan daha fazla şey ifade eder.
21.Ama bundan,basit bir tözün hiçbir algıya sahip olmadığı sonucu çıkarılamaz.Çünkü basit bir töz,algısından başka hiçbir şeyi olmayan bir etkinliğe sahip olmaksızın varolamaz.Önrğin,sürekli olarak aynı yönde dönmenin biz yalpalattığı ve hiçbir şeyi ayırt etmemize olanak vermediği durumlarda olduğu gibi bir ruh hali düşünelim.İşte,ölüm ve hayvanları bir süre için bu ruh haline sokar.
22.Bu nedenle,basit bir tözünn var olan her hali doğal olarak bir önceki halinin devamı olduğundan,var oaln her halden de bir sonraki ruh hali çıkar.
23.O halde,madem ki baygınlık hali son bulduğunda daha önce ayırt edilemeyen algıların “farkına varılıyor”,demek ki ayırt edilememiş olsalar da daha önce de bu algılara doğrudan sahip olmak gerekirdi.Çünkü,nasıl ki bir hareket doğal olarak bir önceki hareketin devamıdır,tıpkı bunun gibi bir algı da doğal olarak ancak bir önceki algının devamı olabilir.
24.Bundan şu sonuç çıkar: Algılarımızda üst düzeyde bir beğeniye dayalı açıklık ve seçiklik olmasaydı her zaman baygın halde kalacağız demektir.Tamamen çıplak olan monadların hali böyledir.
25.Bununla birlikte,doğanın hayvanlara onları daha etkin kılmak için birçok ışık demetini ya da hava dalgasının bir noktada toplamaya yarayan organlar vermesinden,onlara daha üst düzey algılar da verdiğinizi görebiliriz.Kokuda,tat almada,dokunmada da benzer bir şey görülür.Bu nedenle,şimdi,ruhun nasıl olup da organları harekete geçirdiğini açıklayacağım.
26.Bellek ruhlara,akla öykünen ama akıldan da ayırt edilmesi gereken bir tür “art ards geliş”ler sağlar.Bu durumda,kendilerini uyaran bir şeyim daha önceden edinmiş oldukları algısına benzer bir algısına sahip oaln hayvanların,belleklerinin uyarılmasıyla birlikte bu iki benzer algı arasında ilişki kuracakl şeyi beklediklerini ve önceki duygulara benzer duygular taşımış olduklarını gözlemleyebiliriz.Örneğin,köepeklere bir sopa gösterildiğinde,sopanın daha önceden yaratmış olduğu acıyı hatırlayan köpek acıyla inleyerek kaçacaktır.
27.Bu nedenle,hayvanları uyaran kuvvetli imgelem,önceki algıların çokluğundan ya da büyüklüğünden jkaynaklanır.Çünkü,genellikle kuvvetli bir lzneim,bir anda,tekrarlanan birçok zayıf algının ya da uzun bir “alışkanlık”ın sonucu haline gelir.
28.İnsanlar,tıpkı hiçbir teoriye sahip olmaksızın yalnızca küçük bir tecrübeyle iş yapan deneyimli doktorlar gibi,algıların art ardalığını yalnızca belleğin işleyiş ilkesi doğrultusunda gerçekleştiridiklerinden hayvanları andıran davranışlar sergilerler.Bu nedenle,eylemlerimizin ancak dörtte üçünde deneyimlerden faydalanırız.Örneğin,yarın güneşin doğacağı beklentisi deneyime dayalıdır,çünkü bu,bugüne kadar hep böyle gerçekleşmiştir.Onu akıl yoluyla açıklamaya çalışansa yalnız gökbilimcidir.
29.Ama,bize “akıl” ve bilimleri vererek basit hayvanlardan ayıran,bununla da kendimizin ve Tanrının bilgisine ulaşma yolunu açan,öncesiz-sonrasız olan zorunlu doğaların bilgisidir.İşte bu,bizdeki akla sahip ruh ya da “tin” dir.
30.Bununla birlikte,zorunlu doğruların bilgisi ve onun soyutlamarıyla “düşünme edimleri” ne yükselir,bununla da ” ben”i ve şunun ya da bunun kendimizde olup olmadığını düşünürüz.Kendimiz üzerine düşünerek de varlığı,tözü,basit ve birleşik olanı maddesiz olanı ve hatta Tanrıyı düşünürüz.Kendimizin sınırını bilerek Tanrının sınırsız olduğunu biliriz.Yani kısacası,bu düşünme edimleri akıl yütürmelerimize temel malzemeleri sağlar.
31.Bütün akıl yürütmelerimiz ise ” iki temel ilke”ye dayanır.İlki “çelişme ilkesi”dir; bu ilkeye göre kendinde çelişki taşıyana ” yanlış,yanlışa karşıt ya da yanlışla çelişik olana da “doğru” deriz.
32.”Yeterli neden ilkesi” ne göre çoğu zaman nedenleri bizce bilinemese de bir şeyin neden başka türlü değil de böyle olduğuna ilişkin yeter bir nedenolmaksızın hiçbir ifadenin doğru,hiçbir oldgunun gerçek ya da var olmayacağını düşünürüz.
33.Buna paralel olarak,”aklın doğruları” ve “olgunun doğruları” olmak üzere 2 türlü ” doğru” vardır.Aklın doğruları zorunludur ve karşıtları olnaklı değildir;oysa olgunun doğruları zorunlu değildir ve karşıtları da olanaklıdır.Bir doğru zorunlu olduğunda,bu doğruya ait neden,ancan en basit düşünce ve doğrular ilk kaynaklarına dek çözümlenerek bulunabilir.
34.Böylece,matematikçiler çözümleme yöntemiyle,”kurgusal teorem”leri ve “pratik ilke”leri tanımlara,aksiyom ve koyutlara dek indirgerler.
35.Bu nedenle,tanımlanamayan basit düşünceler olduğu gibi,tanıtılamayan ve hiçbir zaman tanıtlanmaya da gereksinimi olmayan” ilk ilke”ler,tek kelimeyle,aksiyom ve koyutlar vardır.Bunlar karşıtı açık bir çelişki taşıyan “özdeş ifade”lerdir.
36.Bunla birlikte ” yeter neden” ,ancak “zorunlu olmayan olgunun doğruları’NDA”,YANİ VARLIKLAR EVRENİNİN HER YERİEN YAYILMIŞ OLAN ŞEYLER DİZİSİNDE BULUNABİLİR.aMA BU EVRENDE,HER TEK NEDEN ÇÖZÜMLEMESİ,DOĞADAKİ ŞEYLERİN SONSUZ ÇEŞİTLİLİĞİ ve çözümlemesi,doğadaki şeylerin sonsuz bir ayıntılar çokluğuna dek uzayabilir.Örneğin,şu anda yazmakta olduğum yazımın etkin nedeni olabilecek sonsuz sayıda şimdiye ve geçmişe ait hareket ve şekiller olduğu gibi,ruhumuzun erek neden, olabilecek sonsuz sayıda şimdiye ve geçmişe ait küçük eğilim ve ruh halleri de vardır.
37,Bu nedenle bütün bu “ayrıntı”şar,açıklaması için her birinin benzer bir çözümlemeye gereksinim duyan,en ayrıntılı ve en önce gelen diğer zorunlu olmayan ayrıntıları içerdiği için artık bundan ileriye gidilemez.Dolayısıyla yeter ve son neden,zorunlu olmayan bu sonsuz sayıdaki ayrıntılar dizisi ya da “serisi” dışında olmalıdır.
38,Böylece şeylerin son nedeni,kendinde değişimlerdeki ayrıntının en üst düzey nedenini bulunduran zorunlu bir töz olabilir.Bu zorunlu töze de “Tanrı” diyoruz.
39,Başka bir ifadeyle,her yönden birbirlerine bağlı olan bütrün bu ayrıntıların yeter nedeni olan bu töz ” ancak Tanrı olabilir ve bu Tanrı da yeterlidir.”
40,Bununla birlikte bu töze ilişkin olarak da şu da söylenebilir: Kendinden bağımsız ve kendi dışıdna hiçbir şey bulunmadur madığından ve olanaklı varlıklar dizisinde basit bir dizi olduğundan tek,evrensel ve zorunlu olan bu en en üstün tözün hiçbir sınırı olmamalı ve olabildiğince çok hakikati içermelidir.
41.Bundan şu sonuç çıkar: Tanrı mutlak yetkin olandır.Tanrıdaki bu ” yetkinlik”,sınırlı şeylerdeki ölçü ve sınırlar bir yana bırakılıp açık bir şekilde ortaya çıkarılmış kusursu hakikaetin yüceliğinden başka bir şey değildir.Dolayısıyla,Tanrının hiçbir sınır olmadığından,onun yetkinliği mutlak sınırsız olandır.
42.Bundan çıkarılacak diğer bir sonuç da şudur: Varolanlar yetkinliklerini Tanrıdan,yetkinsizliklerini de kendi sınırları doğalarından alırlar.Tanrıyı diğer varolanlardan da ayıran budur.
43,Şu da açıktır ki,Tanrı,varolanlarınyalnız varlık nedeni değil,aynı zamanda onlaırn özlerinin de nedenidir.Çünkü Tanrının anlama yetisi,öncesiz sonrasız doğruların ve bu doğrulara bağlı dşüncelerin alanıdır.Dolayısıyla bu tanrısal yeti olmaksızın ne varolma,ne de varolabilme, ne de varolabilirlik söz konusudur.
44.Ayrıca,özlerde ya da olanaklı şeylerde,tek kelimeyle,öncesiz-sonrasız doğrularda bir hakikat söz konusuysa,bu hakikatin temeli varolan ve gerçek bir şeyde bulunmalıdır.Bu nedenle,özü varoluşunu kuşatan zorunlu bir varlığın gerçek olması için olanaklı olması yeterlidir.
45.Böylece,yalnızca tek zorunlu varlık olan Tanrı aynı anda hem olanaklı olma hem de varolma gibi bir ayrıcalığa sahiptir.Hiçbir sınır,yadsıma ve çelişki taşımayan şeyin olanaklılığını hiçbir şey engellenmeyeceğinden yalnız bu bile Tanrının varlığının a priori olarak bilinebilmesi için yeterlidir.Bunu daha önce,öncesiz-sonrasız doğruların hakikate sahip olduklarını söyleyerek anlatmıştık.
46a.Ama zorunlu olmayan varlıklar,yeter ve son nedenlerini ancak kendi varlıklar nedenini kendinde bulunduran zorunlu bir varlıktan alabileceklerinden,bunların varlık nedeninin ancak a posteriori olarak bilineceği ise az önce tanıtladık.Böyle olmakla birlikte,Descartes ve Bay Poiret gibi bazı kişilerin kabul etttiği gibi,varlığı Tanrıya bağlı öncesiz-sonrasız doğruların keyfi ve aynı zamanda Tanrının istemesine de bağlı olduklarını hiçbir zaman düşünmemek gerekir.Çünkü bu,ilkesi ancak ” uygunluk” ya da ” en iyi seçimi” olan zorunlu olmayan doğrular için geçerlidir.Oysa,yalnız zorunlu doğrular tanrının anlama yetisine bağlıdır ve bu yetinin iç malzemesini oluştururlar.
46b.Bu nedenle yalnız Tanrı ilk birlik ya da ilk özgün basit tözdür.Bütün yaratılmış ve birbirinden türetilmiş monadlar ise onun ürününüdür.Bütün bu monadlar,özünde sınır olan bir varlık tarafından sınırlanmış tanrısal ortaya çıkışların düzenli aralıklarla kendini açması sonucu ortaya çıkmıştır.
47.Tanrının gücü herşeyin kaynağıdır.Onun “bilgi”si bütün bilgilerin ayrıntısını kendisinde taşır.”İsteme”s, ise,değişim ve üretimleri en iyinin ilkesine göre gerçekleştirir.
48.İşte yaratılmış monadlardaki özne ya da temelinde arzulama ve algılama yetilerinin kaynağı burasıdır.Ama bütün bu nitelikler,mutlak sonsuz ve yetkin olarak ancak Tanrıda bulunabilir.Dolayısıyla yaratılmış monadlar ya da entelegkheia’lar yetkinlik denen şey var oldukça ancak ona öykünebilirler.
49.Bir varlık yetkin bir varlıksa dışarıya “etkide bulunur” ,yetkin olmayan bir varlıksa başka bir varlıktan ” etkilenir”.Dolayısıyla monad,seçik algılara sahip olduğu ölçüde “aktif”,bulanık algılara sahip olduğu ölçüde “pasif”tir.
50.Bu nedenle,bir varlık başka bir varlıkta olup bitenleri a priori olarak açıklayabilecek bir şeyi kendinde bulundurdğu ölçüde o varlıktan daha yetkin bir varlıktır.Dolayısıyla ona etki ettiği söylenir.
51.Basit tözlerde bir monadın diğer bir monad üzerindeki etkisi Tanrının müdahalesi nedeniyle istenilen yetkinliktedir.Çünkü Tanrının düşüncesine belli bir yere sahip olan bir monad,haklı olarak,Tanrının şeylerin başlangıçlarında bütün monadları düzene koyarken kendini de dikkate almasını ister.Bu durumda,yaratılmış bir monad başka bir monadın iç yapısına dışarıdan herhangi bir fiziksel etkide bulunamayacağından ancak bu yolla bir monad diğeriyle de bağlı olabilir.
52.Bu nedenle,varlıklar arasındaki aktif ve pasif tepkiler karşılıklıdır.Çünkü Tanrı,iki basit tözü birbiriyle ilişkilendirirken her birinde onları birarada tutmayı zorunlu kılacak nedenler bulundurur.O halde,bazı yönlerden aktif olan bir şey bazı yönlerden pasif olacaktır.Bir varlık kendinde seçik olarak bilinebilecek her şeyi bir başka varlıkta olup bitenleri açıklamak için kullanabildiğinde ” aktif”; kendinde olup bitenlerinin nedenini başka bir varlıkta bulundurduğunda ise ” pasif”tir.
53,Ayrıca,tanrısal düşünüşte olanaklı evren tasarımlarının sonsuz çokluğu söz konusu olduğundan ve bu tasarımlardan yalnız bir tanesi var olabileceğimndem Tanrının bu bir tek evreni seçmesinin yeter bir nedeni olmalıdır.
54,Dolayısıyla,bu neden ancak bu dünyaların sahip oldukları “uyum” ve yetkinlik düzeylerinde bulunabilir.Çünü her olanak sahip olduğu yetkinlik ölçüsünde bulunabilir.
55.Bu nedenle,en iyinin varlık nedenini bilgelik Tanrıya ulaştırır; çünkü Tanrının iyiliği onu seçtirir ve gücü onu üretir.
56.Bütün yaratılmış şeylerin tümünün her teke ve her tekin tümüne olan bu uyum ve bağlılığa göre,her basit töz diğer basit tözlerin varlığının belirtisi olan ilgilere sahiptir ve bununla o,evrenin sürekli canlı kalan bir aynası gibidir.
57.Bu nedenle,nasıl ki bir şehre farklı yönlerden bakıldığında aynı şehir bütünüyle farklı görünümlere sahip oluyor,işte tıpkı bunun gibi,basit tözlerin sonsuz çoklukta olmasından dolayı sanki çok sayıda farklı evrenler varmış gibi görünür.Oysa ki bunlar,her monadın farklı bakış açılarına sahip olmasından dolayı bir tek evrenin farklı görünümlerinden başka bir şey değildir.
58.Bu nedenle olabildiğince en büyük düzende,olabildiğince çok sayıda çeşitlilik elde etmenin,yani olabildiğince fazla yetkinlik elde etmenin tek yolu budur.
59.Daha önce kanıtlamış olduğunu söyleme cesaretini gösterdiğim bu hipotez,Tanrının büyüklüğünü yeterince açıklayan tek hipotezdir.Oysa Bay Bayle,Sözlüğünün “Rorarius” maddesinde bu hipozete itirazlarda bulunur.Ona göre ben Tanrıya olması gerekenden daha fazla büyüklük atfediyorum .Ama,bununla birlikte Bayle,her tek sözün sahip olduğu ilgiler aracılığıyla diğer tözlerin varlığının belirtisi olmasına yol açan evrensel uyumun nasıl olup da olanaklı olamayacağına ilişkin hiçbir neden ileri sürememektedir.
60.Bununla birlikte,başka yerde benim şeylerin neden olduklarından başka türlü olamayacağının ” a priori” nedenlerini daha önce de söylediğim görülebilir.Çünkü Tanrı bütütnü düzenlerken her parçayı,özellikle temsil etme doğasına sahip her monadı dikkate aldığından,hiçbir şey temsilci monadı şeylerin yalnız bir parçasını temsil etmeyle sınırlayamaz.Öyle ki,bu temsil etme,bütün evrenin ayrıntısında bulanık kalsa ve yalnız her tek monad ile ilişkisi en yakın ve en fazla olan şeylerin küçük bir parçasında seçik olsa da böyle kalmaya devam edecektir.Aksi söz konusu olduğu durumda her monad,bir çeşit tanrısallığa sahip olacaktı.Oysa monadları sınırlayan nesne değil,nesneye ilişkin bilginin dönüşümüdür.Bütün monadlar,bulanık bir şekilde sonsuza,yani bütüne yönelirler; ama seçik algı düzeyleri boyunca da birbirinden ayırt edilmiş ve sınırlandırılmıştırlar.
61.İşte bu noktada,birleşikler basit tözlerin sembolleri haline gelir.Çünkü,bütün evren her yönden bütünüyle birbirine bağlı olan maddelerle dolu olduğundan ve bu doluluktaki her hareket uzakta bulunan cisimlere ve bu cisimlerin uzaklığıyla orantılı bir etkide bulunduğundan her cisim yalnız kendine dokunan cisimleri duyumlamakla kalmaz,kendine doğprudan dokunan cisimlere dokunan cisimleri de duyumlar.Dolayısıyla bundan,bu iletişim istediği her uzaklaktıktaki cisme ulaşabldiği sonucu çıkar.Öyle ki tıpkı Hipporaktes’in “Her şey birbirine bağlıdır” dediği gibi her cisim evrende olup biten her şeyi duyumlar; her cisim evrende olup biteni her şeyi duyumlar; her şeyi görme yetkinliğine sahip bir varlık,zamana ve yere göre şimdiden uzaklaşmış şeyden hareket ederek her tek cisimde olmakta olanı,hatta olmuş ve olacak şeyleri bilebilir.Ama ruh ancak kendinde seçik bir şekilde temsil edileni bilebilir.Çünkü ruhta saklanan sonsuz şeylerin çokluğu olduğundan ruh onları bir anda ortaya çıkarmaz.
62.Böylece her yaratılmış monad,her ne kadar bütünü evreni temsil etse de,doğrudan evrenle ilgili olan entelegkheia’sı olduğu cismi daha seçik bir şekilde temsil eder.Çünkü bu cisim,evrendeki dolulukta her maddedin birbirine bağlı olmasından dolayı bütün evrenin bir ifadesi olduğundan,ruh,evrenle özel biçimde lgili olan bu cismi temsil etmekle aynı zamanda bütün evreni de temsil etmektedir.
63.Cisim entelegkheia ve ruh olarak var olan bir monadın cismi entelegkheia halind eolmasıyla “canlı” ruha sahip olmasıyla da ” hayvan” olarak adlandırılan varlık haline gelir.Bir canlıya ya da hayvana ait olan bu cisim ise her zaman için organiktir.Ayrıca her monad,yetkinb ir düzene göre kurulan evrenin bir bakıma aynası gibi olduğundan,temsil edende,yani ruhun algılarında,dolayısıyla evrenin ruhun algılarında temsili sağlayan cisimde bir düzen olmalıdır.
64.Böylece canlı her organik cisim,bütün yapay otomatlardan çok daha üstün olan bir tür doğal otomat ya da tanrısal makinedir.Çünkü insan eliyle yapılan bir makineye sahip olduğu parçalarının her birinde artık makine değildir.Örneğin,pirinçten yapılmış bir çarkın dişlisi bizim çin artık yapay bir şey olmayan,kendinde artık hiçbir şeyi bulundurmayan ve makineyi çarkın tahsis edildiği kullanıma uygun olarak belirleyen kısım ve parçalardan oluşur; ama,doğanın makineleri olan canlı cisimler sonsuza dek sahip ldukları en küçük parçalarında da yine makinedir.Doğa ile ustalık,tanrısla ustalık ile bizim ustalığımız arasındaki fark da burdan kaynaklanır.
65.Bu nedenle,bir zamanlar kabul edildiği gibi her maddedin parçası yalnız sonsuza dek bölünmediği ve maddede kendine özgü bir harekete sahip,parça parça anlamsız alt bölünmeler de olduğundan doğanın yaratıcısı bu tanrısal ve son derece hayranlık uyandıran düzen, yapabildi.Aksi halde,maddedin her parçasının bütün evrenin bir maddesi olması olanaklı olmayacaktı.
66.Bundan da anlaşılacağı gibi maddedinin en küçük parçasında her varlığın,canlı,hayvan,enetelegkheia ve ruhun kendine ait bir dünyası vardır.
67.Maddenin her parçası birkilerle dolu bir bahçe,balıklarla dolu bir havuz tasarlanabilir.Ama bitkinin her dalı,hayvanın her organı,organlardak, her damşla sıvı yine böyle bir bahçe ve havuzdur.
68.Öyle ki,bahçedeki bitkielr arasında kalan toprak ve hava,havuzdkai balıklar arasında kalan su, ne bitki ne de balık olsa da çoğu zaman algılamayacağımız bir incelikte yine kendinde onları bulundurur.
69.Böylece evrende verimsiz,kısır ve ölü hiçbir şey olmadığı gibi,görünüşte olanın dışunda ne kaos ne de karışıklık vardır.Görünüşteki kaos ve karışıklık,içinde yalnızca belirsiz birtakım hareketelr görünen balıklarla dolu bir havuzdaki balıkların farkına varmadan havuzun uzaktan görülmesi gibi bir şeydir.
70.Bundan şu sonuç çıkar: Her canlı cisim,tıpkı hayvandaki ruh gibi,bir entelegkheiya sahiptir.Bununla birlikte,bu canlşı cismin ait olduğu varlığın bütün basamakları da,bu canlı cismin ruhu ve entelegkheia’sını taşıyan bitki ve hayvan gibi başka canlılarla doludur.
71.Yine de düşüncemi yanlış anlayan bazı kişilerin yaptığı gibi,her ruhun etkide bulunduğu özel bir madde parçası ya da kütle taşıdığını,yani her zmaan kendisine hizmet etmeye koşullanmış daha alt düzeydeki başka canlılara sahip olduğunu düşünmemek gerekir.Çünkü bütün cisimler,tıpkı sürekli akış halinde olan ırmaklar gibi parçaları da sürekli olarak bu cisimlere girer ve çıkarlar.
72,Böylece ruh,cismini ancak yavaş yavaş ve basamak basamak değiştirir; öyle ki,hiçbir zaman bütün organlardan aynı anda kopmaz.Bu nedenle,genellikla hayvanlarda bir başkalaşım olduğunu ama hiçbir zmaan ne bir ruh göçü ne de ruh değişimi olduğunu söyleyebiliriz.Dolayısıyla ne bütünüyle birbirinden “ayrı ruhlar” ne de cisimsiz varlıklar vardır.Yalnız Tanrı bütünüyle cisimsiz olandır.
73.Bu nedenle,ne yoktan var olma ne de ruhun cisimden ayrılması anlamına gelen mutlak ölüm vardır.”Bir şeyden doğma dediğimiz şey bir tür büyüme ve çoğalma,ölüm” ise bir tür büzülme ve azalmadır.
74.Filozoflar formların,entelegkheia ve ruhların kökenleri üzerine düşündükleri her defasında büyük bir şaşkınlık içinde kalmıştır.Oysa bugün bitkiler,böcek ve diğer hayvanlar üzerinde yapılan başarılı çalışmalarla,doğadaki organik cisimlerim hiç de bir kaos ya da çürümenin ürünü olmadıkları,aksine içinde kimi “önoluşumlar” bulunduran tohumların ürünü oldukları anlaşılınca,gebe kalmalarından çok daha önce,yalnız organik cismin değil,aynı zamanda bu cisimlerdeki ruhun da,yani hayvan olmanın kendisinin de tohum halinde olduğu sonucuna varıldı.Yine bununla birlikte,bu hayvanın gebe kalmış olmasıyla yalnızca başka türden bir hayvan haline gelmek için büyük bir dönüşüme hazırlandığına karar verildi.Örneğin,küçük kurtcuklar sinek haline gelince ya da tırtıllar kelebek olunca hemen hemen buna yakın bir şey görülür.
75.Gebe kalmalarıyla birlikte daha üst düzye hayvanlar basamağına yükselen “hayvanlar”ları “tohum halinde varolan” lar olarak adlandırılabilir.Ama kendi türüyle sınırlı kalan diğer hayvanların birçoğu doğar,çoğalır ve kendi türünün dışına çıkamadan yok olup giderler.Oysa ancak daha az sayıda olan seçkinleri daha büyük bir tiyatro sahnesine geçerler.
76.Ama bu,hakikatin yalnızca bir yarısıdır.Bu nedenle,hayvanın hiçbir başlangıç noktası yoksa bütünüyle son bulmasının da söz konusu olamayacağı,yalnız hiçbir yoktan var olma değil,aynı zamanda mutlak ölüm manasına gelen bütünüyle ortadan yok olmanın da olamayacağı sonucuna vardım.Başka bir ifadeyle,kaynağı deney olan a posteriori akıl yürütmeler benim için a priori çıkarım ilkeleriyle bütünüyle uygunluk içindedir.
77.öylece,yalnız oradan kaldırılamayan bir evrensel aynası gibi olan ruh değil,organik kabuğundaki değişimler nedeniyle kısmen yok olsa bile hayvan olmanın kendisini de ortadan kaldıramaz.
78.Doğal olarak bu ilkeler bana ruhun ve organik cismin birliğini ya da uyumunu açıklama olanağı verdi.Hem ruh hem de cisim kendilerine özgü yasalara tabidirler.Böyle olmaklla birlikte bütün tözler aynı evreni temsil ettiklerinden,ruh ve cisim,bütünt öler arasında önceden kurulan uyum sayesinde birarada bulunurlar.
79.Ruhların etkinlikleri erek nedeninin yasalarına uygun istek,amaç ve araçlar doğrultusunda gerçekleşir.Cisimlerin etkinlikleri ise,etkin nedenin ya da hareketin yasalarına uygun olarak gerçekleşir.Bu nedenle ,biri erek nedenin diğer etkin krallığı olmak üzere bu iki tür krallık,aralarında hiçbir zaman bozulmayan bir uyumla birrada bulunurlar.
80.Descartes maddede hep aynı miktarda kuvvet bulunduğu düşündüğü için ruhların hiçbir zaman cisimlere kuvvet veremeyeceğini kabul etti.Böyle olmakla birlikte o,ruhun cisimlerinin yönünü değiştirebildiğine de inanıyordu.Descartestakki bu inancın nedeni ise,onun zamanında maddede aynı yönün korunumuyla ilgili doğa yasasının bilinmiyor oluşuydu.Descartes bu yasanın farkında olsaydı benim önceden kuurulan uyum sistemimi mutlaka kabul edecekti.
81.Benim bu sistemime göre,cisimler ruhlar yokmuş gbii etkinlikte bulunmakla birlikte,her ikisi de birbirleri üzerine etkide bulunuyormuş gibi davranırlar.
82.Az önce de söylediğim gibi,hayvan ve ruhun her ikisinin de başlangıçları dünyadadır ve ancak dünyada son bulurlar;böyle olmakla birlikte,bu düşüncemi genelleştirerek bütün canlı ve hayvanlar için de aynı şeyin söz konusu olduğunu ileri sürdüğüm anda,tinlere yani akıl sahibi ruhlara gelince farklı bir durum ortaya çıkar.Çünkü akıl sahibi hayvanlar küçük hayvansal tohumcuklar olarak kaldıkça,yalnızca duygu sahibi sıradan ruhlar olarak varlıklarını sürdüreceklerdir.Oysa bu akıl sahibi hayvanlar arasında seçkin olanları etkinlikleri insan doğası doğrultusunda gerçekleştirir,gerçekleştirmez başlangıçta yalnızca duygu sahibi olan bu ruhlar aklıl basamağına yükselerek ancak tinlerin sahip olabilecekleri bir ayrıcalığa ulaşırlar.
83.Daha önce bir bölümüne değindiğim sıradan ruhlarla tinler arasındaki farkların ötesinde bir de şu fark vardır: Genel anlamda ruhlar,varlıklar evreninin imgesi ya da aynaları gibidirler.Tinler ise,tanrısallığın ya da doğanın yaratcısının bizzat kendi imgeleridir.Bulunduğu varlık basamaığında sanki küçük bir tanrıymış gibi var olan her tinin,evrenin işleyiş sistemini bilebilir ve mimari örnekler ışığında bir ölçüde bu sisteme öykülenebilir.
84.Böylece,tinler bir tür tanrısal topluluğun üyesi olma olanağına sahiptirler.Bu tanrısal toplulukta tinler karşısında Tanrı,diğer varolanlarda ilişkisinde olduğu gibi yalnız icat ettiği makinesi karşısındaki bir icatçı gibi değil,üyeleri karşısında bir kral,hatta çocukları karşısında bir baba gibidir.
85.Bu nedenle bütün tinler,Tanrının şehrinde,yani en etkin kralların yönetiminde olanaklı en yetkin devlette biraraya gelmelidirler.
86.Bu Tanrı şehri,bu hakiki evrensel krallık,doğal dünyada yer alan ahlaksal bir dünyadır.Bu dünya,Tanrının eserleri arasında en üstün ve en tanrısal olanıdır.Zaten Tanrının yüceliğinin asıl kaynağı da burasıdır.Tanrının hiçbir yüceliğe sahip olmadığı düşünüldüğünde onun bu yüceliğinin büyüklüğü ve iyiliği tinler tarafından ne bilinebilir ne de hayran olunabilirdi.Bu nedenle,tanrısal iyiliğin bilgeliği ve gücü kendini her yerde gösterse de,Tanrının sahip olduğu iyilik tam anlamıyla ancak bu tanrısal şehirde görülür.
87.Daha önce biri erek nedeninin diğer etkin krallığı olmak üzere iki tür doğal krallık arasında yetkin bir uyum kurmuş olduğumuzdan,bu uyuma pararlel olarak şimdi başka bir uyumu,doğanın fiziki krallığıya iyiliğin ahlaksal krallığı ya da evrenin mimari olarak Tanrı ile tinlerin biraraya gelerek oluşturdukları tanrısal şehrin kralı olarak Tanrı arasındaki uyumu da dikkate almalıyız.
88.Bu uyuma göre şeyler doğaları gereği iyiye yönelirler.Örneğin bu yerküre,tinler kendi paylarına düşen ödül ve cezayı vererek kendinden onları yönetmesini isteyen doğal yollarla ya zamanla yok edilmeli ya da onarılmalıdır.
89.Ayrica,evrenin mimarı olarak Tanrı ile yasa koyucu olarakj Tanrı ehr bakımdan birbirleriyle uyum içindedir.Bu nedenle bütün günahlar,doğal düzende ve hatta şeylerin mekanik yapısı gereğince cezalarını ve günahlarını birlikte çekeceklerdir; aynı şekilde bütün iyi eylemler de her ne kadar gerçekleşmesi gerekmese de,cisimlerle uyum halinde olan mekanik yollarla ödüllerini alacaklardır.
90.Sonuç olarak,bu yetkin yönteim altında hiçbir iyi eylem ödülsüz,hiçbir kötülük de cezasız kalmayacaktır.Bu nedenle,varolan her şey iyi eylemleri gerçekleştirme doğrultusunda eylemde bulunmalıdır; başka bir ifadeyle,bu büyük devlette yaşamaktan memnun olan herkes,ödevlerini yerien getirdikten sonra Tanrının inayetine sığınmalı ve sevilenin mutluluğundan haz duymaya neden olan hakiki saf aşkın doğasına uygun olarak Tanrının yetkinliklerimi en haz duyup,gerektiği gibi iyi oaln her şeyin yaratcısını sevmeli ve ona öykünmelidir.Bütün bunları gerçekleştiren bilge ve erdemli kişiler,Tanrının istemesine uygun oaln her şeuyi yapar ve Tanrının sırlar dolu,tutarlı ve kesin istemesiyle etkin bir şekilde gerçekleştirdiği şeylerden byük bir hoşnutluk duyar.Bütün bunları yeyerince yakından bilerek evrensel düzeni yeterince anlayabilirsek,bu düzenin en bilgilerin istekleri doğrultusunda olabilecek en iyi düzen olduğu sonucuna ulaşırız; dolayısıyla gerek genel anlamında herşeyde olduğu gibi,gerekse özelikkle kendimiz için,gerektiği gibi her şeyin yaratcısına yalnzı varlığımızın etkin nedenini,mimarı olarak değil,istemelerimizin bütün amacını kendisine göre gerçekleştirmek zorunda olduğumuz mutluluğumuzun tek gerçekleştireni olan erek neden ve efendimiz olarak da bağlanmalıyız.