Varoluşçu Feminizm Nedir?
Varoluşçu Feminizm Nedir, Ne Demektir?
İnsan doğası hakkında yazanların pek çoğu erkektir.
Erkekler değerlendirdikleri insan doğasının karşısında, standart olarak erkekliği ele alırlar. Erkekler, kadınları bu standarttan nasıl ayırdıklarına göre tanımlanırlar. Erkek insan olarak tanımlanır, kadın ise dişi...
Fransız filozof Simone de Beauvoir "İkinci Cins" adlı kitabında insan olmanın —felsefede ve genel olarak toplumda— standart ölçütünün tarih boyunca hep erkek görüşüyle belirlendiğini yazar. Aristoteles gibi bazı filozoflar tüm insanlığı açıkça erkeklikle özdeşleştirmişlerdir. Diğerleri ise bu kadar ileri gitmemiş, ancak yine de erkekliği insanlığın değerlendirilmesinde bir standart olarak almışlardır. Beauvoir da işte bu yüzden felsefi bilginin benliğin (veya "ben"in) erkek olarak varsayıldığını ve ikilinin diğer çiftinin -dişinin- bu yüzden farklı bir şey olduğunu, kendi deyişiyle "öteki" olduğunu söyler. Benlik aktif ve bilgiliyken öteki, benliğin reddettiği her şeydir: pasif, sessiz ve güçsüz. Beauvoir ayrıca kadınların ancak erkek gibi olduklarında erkeklerle eşit kabul edildiklerini de düşünür. Ona göre kadınların eşitliği hakkında yazanlar bile, bu eşitliğin kadınların erkeklerin aynısı olmaları ve onun yaptıklarının aynısını yapmaları anlamına geldiğini savunmaktadırlar. O, bu fikrin yanlış olduğunu öne sürer, çünkü kadınlarla erkeklerin farklı olduğu gerçeğini görmezden gelmektedir.
De Beauvoir'in felsefi altyapısı fenomenoloji, yani şeylerin deneyimimize nasıl göründükleri bilimidir. Bu görüş her birimizin dünyayı kendi bilinç çerçevemiz içinde oluşturduğunu, şeyleri ve anlamları deneyimlerimizin akışından inşa ettiğimizi öne sürer. Dolayısıyla de Beauvoir kendi bedenlerimizle, başkalarıyla ve dünyayla olduğu kadar felsefeyle kurduğumuz ilişkilerin de erkek veya kadın olmamızdan güçlü bir biçimde etkilendiğini iddia eder.
Simone de Beauvoir aynı zamanda bir varoluşçudur; bir amacımız olmadan doğduğumuza ve ne olmak istediğimizi seçerek kendimiz için otantik bir varoluş oluşturmamız gerektiğine inanır. Bu fikri "kadın" mefhumuna uyarlayarak bizden biyolojik kendilik (kadınların içine doğdukları bedensel biçim) ile sosyal bir kurgu olan kadınsılığı birbirinden ayırmamızı ister. Her kurgu değişim ve yoruma açık olfuğu için bu da "kadın olmanın" pek çok biçimi olduğu anlamına gelir; burada varoluşçu seçeneğe de yer vardır. "İkinci Cins"in girişinde de Beauvoir toplumun bu alışkanlıktan haberi olmadığını yazar: "Bizler kadın olmaya, kadın kalmaya, kadın haline gelmeye teşvik ediliyoruz. O zaman şöyle bir gerçek ortaya çıkıyor: her dişi insan mutlaka kadın değildir." Ardından durumu açıkça dile getirir: "Kadın doğulmaz, kadın olunur."
De Beauvoir kadınların Kendilerini hem erkekler gibi olmaları gerektiği fikrinden hem de toplumun onlara dayattığı pasif konumdan kurtarmaları gerektiğini söyler. Gerçek anlamda otantik bir varoluş, toplum tarafından dayatılan bir rolü kabullenmekten daha çok risk taşır, ama aynı zamanda eşitlik ve özgürlüğe giden tek yoldur.