Tanrı Tot Mu,Tanrı Hermes Mi?
Bir metni yorumlamak, yorumlanış biçimleriyle (başka sözcüklerin değil de) neden o sözcüklerin çeşitli şeyler yapabileceğini açıklamak demektir.
Bir metin oluştuktan ve tarihe sunulduktan sonra bunun geri dönüşü yoktur. Hitit’liler öldükten sonra eksiksiz bir şekilde hesap vermek için gün içinde yaptıkları her şeyi yazarlarmış. Çünkü yazı bir kez oluştu mu, bir daha tarihten silinmez tıpkı alın yazısı (yazgı, kader) vb. yazı yazmak onu okumak, eski tarihlerde çoğunlukla kutsal bir iş olarak görülmüştür. “Allah’ın adıyla Oku”, “Size bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olunuz”. Yazının bu kutsallığı nereden gelmektedir, metnin söylenenin arkasında bir giz taşıdığı düşüncesi her zaman, söylenenlerin arkasında söylenmemiş daha önemli daha gizemli bir şey varolacağı düşüncesi. İşte insanı yoruma, metnin arkasında ki gizemi aramak için yorumlamaya iten ve ona kutsal bir yan katan da bu düşünce olsa gerektir.
Peki ama eski tarihlerde, her tanımlanamayan, anlaşılamayan, korkulan şey için bir Tanrı buluveren insanlar, bu kadar gizemli bir olay için hangi tanrıyı yaratmışlar veya uygun görmüşlerdir.
Tanrı Tot mu yoksa Tanrı Hermes mi?
Bir düşünce ortaya atılırken kanıtlar olmalıdır. Yorumda da belli sınırlar olmalıdır ve metin ile yorum arasında bir köprü oluşturulmalıdır. Biz şimdi elimizdeki metinler ile hangi tanrının, yorumun tanrısı olduğuna karar vermeye çalışalım.
Yunan Tanrısı Hermes, daha geç bir tarihte ortaya çıkmıştır. Olmayanı oldurmaya çalışan Hermes’dir, çelişmezlik ilkesinin bozulmasını onun bedeninde görürüz. Bazen hava bazen su; bir formu var mı bir formu yok mu. İmkansızı imkanlı yapan tanrılar bile “olanı olmamış kılamaz, çünkü zamanı yöneten yasaların bu biçimde bozulması, Tanrının öz yapısına aykırıdır.”
Yunan uygarlığı, özdeşlik ve çelişmeme kavramlarının yanı sıra Hermes’te simgelenen sürekli başkalaşım fikrini oluşturmuştur. Hermes uçucu ve belirsizdir; tüm sanatların babasıdır ama soyguncularında tanrısıdır. Aynı anda Genç ve Yaşlıdır. Hermes Mitinde, özdeşlik ilkesinin, çelişmeme ilkesinin olumsuzlanmasını buluruz; böylece nedensellik zinciri, sarmal biçimde kendi üstüne doğru döner: ‘Önce’nin önüne geçer; Tanrı hiçbir uzamsal sınır tanımaz; başka başka bedenlerde, aynı anda değişik yerlerde bulunabilir.
Yapılamayanı yapmak tanrıların işi iken biz kendi işimize bakalım. II. yy’da ki Hermetizm, bilmediği geçeği aramaktadır. Her kitabın tek bir kıvılcım taşıdığını kitapların birbirlerini doğrulamaya yardımcı olacaklarını hayal ve umut eder…. Değişik bir gerçeği arama gereksinmesi, klasik Yunan mirasına olan güvensizlikten doğuyorsa, o zaman her türlü gerçek bilginin daha eskilerde bulunması gerekir. Bakınız, Hermes düşüncesinin kökenine inildiğinde; aslında büyük Yunan kültürünün yorum tanrılarını bile doğu kültüründen esinlendiklerini görebiliriz.
Bu konu ile ilgili olarak Tuncar Tuğcu’nun “Yabancılaşma Problemi” adlı kitabı incelenirse değişik kanıtlara rastlanabilir. Hermes düşüncesinin Tanrı “Tot” Kültünden esinlenerek ortaya atıldığını iddia ediliyor. Tanrı Tot Eski Mısır’da bilimin tanrısıdır; yazının, eğitimin ve öğrenmenin de kurucusudur. Ayrıca ölülerin yargılanma sürecinde yüreklerini tartarak günahlarını ve nedenlerini Tanrı Orisis’e bildirir. Tanrı Tot’un yazığı varsayılan metinlere Corbus Hermeticum (Hermeneutik Metinler) diye adlandırılır.
Corbus Hemeticum’un Eski Mısır Tot Kültüne mi ait olduğu yoksa Yunan kökenli mi olduğu XIX. Yy da Avrupa’da bunaltan tartışmaların konusu oldu. Sir Petrie’nin çalışmasında Hermeticanın İ.Ö. VI. Ve V. Yy.lara geri götürülebileceğini gösterdi; bu pek çok Avrupalı tarihçinin tepkisini çekti. Tepkilerin temel nedeni ideolojikti: Eğer Sir Pietre’nin vardığı sonuçlar doğruysa Batının Aryan ırkının üstünlüğü tezi çöküyordu. Her zaman yunan felsefe ve düşüncesini kendisine temel alan batı düşünürleri için yine doğu sorun olarak görülmekteydi; kendilerini Doğu’nun barbar olduğuna inandıran insanların, düşüncenin asıl kaynaklarını o kadar ileriye ve geriye götürmek istememeleri gayet doğaldır.
Batılı aydınlar, Coti adlı mısır tanrısını Tot yapmakla yetinmemişler. Coti’ye ait metinlerin, Yunan’ın gizem tanrısı Hermes ile ilişkilendirerek Hermes Trismegistus (üç kez yüce Hermes) tarafından yazıldığını iddia etmişlerdir. Bunun nedeni Tot kültünün ve eski mısır biliminin Yunan-Latin felsefesi, Hıristiyan ideolojisi, Rönesans ve Avrupa Aydınlanması üzerinde belirleyici etkisinin saklanma isteğidir. Bu denli etken olan bir kült, Batılı ve Aryan olmayan Irka ait olmamalıydı. Böylece Eski mısır’ın Tanrısı Tanrı Coti ilk önce Tanrı Tot oldu daha sonra da Hermes Timegistus.
Gnostik Düşünce ve Yorum İhtiyacı
Hermes’te kendi içerisinde bir çelişme taşırken, Tanrı Tot’da, kendi içinde bir düzen bir birlik fikri vardır. Görülüyor ki, Hıristiyan düşüncesinin temellerindeki kutsal üçleme ve İslam dinindeki tek birlik düşüncesi, insanların kendi düşüncelerine ve ihtiyaçlarına göre tanrılar uydurmakta ve daha sonra onların oluşturduğu söylenen metinleri yorumlamaya altından anlamlar çıkarmaya çalışmaktadırlar. Bu dünyanın anlamsızlığı içinde kendilerine anlam çıkarmaya çok ihtiyaçları var. “İncil yazarları ve Kilise babaları kendi Gnostik anlayışlarına uygun düşen kavramları almışlar, onlara yeni bir içerik kazandırarak kullanmışlardır. Yuhanna’nın İncil’i şu cümlelerle başlar: “Kelam başlangıçta var idi, ve kelam Allah katında idi, ve kelam Allah idi.” (Bab, 1:2); hermeticanın, Hermes’in insinasyonu başlıklı II. Kitabında şu cümleler yer alır. “Tanrının oğludur benim sakinleştirici kelam’ım mükemmel düzen fikri, her şeyin her şeyle uyumu.”
Tot kültü idealisttir. Ama madde yabancı bir şey, kötü olumsuz bir şey değildir. “Ve Atum iyilik olduğundan kozmos da iyi olandır. Tot kültü düalist değildir. Her şey teklik anlayışı içersinde uyum içindedir. Hermetik teklik anlayışı İslam’ın Tevhit anlayışına çok yakındır.” Gnostisim’e göre insanın bilinçsiz öz benliği, ruhu, Tanrı ile aynı tözdendir; İnsanın öz benliğinin bilgisine ulaşmak Tanrı’yı bilmek, “İlk neden”i kavramaktır.
Dinsel düşüncelerin temelinde, bir bakıma Gnostik düşünceler yatmaktadır “II.yy.ın insanı, bu anlaşılmaz dünya içerisinde kendisi oynadığı rol konusunda nevrozlu bir farkındalık geliştirdi. Gerçek, sırdır; simgelerin ve bilinmezlerin her türlü sorgulanması, en son gerçeği hiçbir zaman ele vermeyecek, olsa olsa sırrı başka bir yere kaydıracaktır. İnsanlık durumu buysa, o zaman bu dünya bir yanlışlık sonucunda ortaya çıkmış demektir. İşte bu ruhsal durumun etkinsel dışavurumu Gnosis’tir.” Bu şekilde insan oğlu kendisini bu dünyaya atılmış olarak da görse, yine de kendisinin bu dünyaya ait olmadığını düşünerek kendisine vaat edilen bir dünyaya ulaşacağını düşünerek kutsal metinlerde bu dünyadan kurtulmanın yolunu aramaktadır.
Yunan düşünce geleneği içinde Gnosis yalın algılamaya ya da bireysel düşünceden farklı olarak insanın bu dünyadaki pozisyonu ile ilgili bilgi anlamına geliyordu. Fakat Hıristiyanlık’ın ilk yüzyıllarında bu sözcük Tanrısal olan tarafından verilmiş veya kutsal bir aracı sayesinde öğrenilmiş, bu bilgiye ulaşanı kurtarma gücü olan, sezgisel bilgi anlamına gelmeye başladı. Gnostisim’e göre insanın ruhu, Tanrı ile aynı Tözdendir; İnsanın öz benliğinin bilgisine ulaşmak Tanrı’yı bilmek, İlk varlığı kavramaktır
Gnostik kendisini bu dünya da bir sürgün ayrıca mezar ve hapishane olarak tanımladığı bedeninin içinde bir kurban olarak görür. Bu dünyaya fırlatılıp atılıvermiştir; bir çıkış yolu bulup kurtulması gerektir. Gnostikler, maddenin ve evrenin kötü ve şeytanın egemenliğinde olduğu sonucuna, maddi gerçekliğin sürekli değişmesi var olan bir şeyin bir süre sonra yok olması, çürümesi, insan yaşamının acıyla hastalıkla ve korkuyla dolu olmasının belirlediği güvensizlik ve umutsuzlukla vardılar. Aynı nedenler Gnostisizmden önceki Hint ve İran Vedacılığının da hareket noktası olmuştur.