Sorumluluk
Birey, müsebbibi(neden olduğu) eylemlerden ve uzantılarından sorumludur. Esasen, özgürlük varsa, sorumluluk da vardır. Ancak kayda değer şeylerden(içsel gelişim açısından gerekli ve önemli olan şeylerden) kendimizi sorumlu tutmak/hissetmek istiyorsak, seçme özgürlüğü hakkımızı kullanmada da titizliği elden bırakmamalıyız. Günümüz klinik psikolojisinin önemli isimlerinden olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sorumluluk duygusu, kişinin ‘hedef piramidi’ni belirlemesinde ve bu hedefleri gerçekleştirmesinde kilit duygulardan birisidir.”(DUYGULARIN DİLİ, Timaş Yayınları). “Hedef Piramidi” yaşamımızdaki işlerin önem ve önceliklerini belirlememize yarar. Bu sıralamada tepe noktada, realitemiz gereği en yaşamsal önemdeki konular/amaçlar bulunur. Osmanlılar’dan kalma olduğu söylenen bir ifadeyle, “Ehemmi, mühime tercih etmek”(Önemliyi, daha az önemli olana yeğlemek) bu durumu yansıtan veciz bir ifadedir.
Kişinin böyle bir duyarlılığı olmaz ise, gereksiz detaylarda boğuşurken “piramidin tepesi” nden sapar. Yani sorumluluk duygusu, bireyin kusur işlemesine engel olmasının yanında, zaman zaman gereksiz detaylar çıkmazında zaman yitirmesine de neden olabilir. “Şeytan ayrıntıda gizli” olduğu gibi, başarı da ayrıntıda gizlidir. Önemli olan bu ikisi arasındaki dengeyi(orta yolu, sıratı mustakim) yakalamaktır. Elbette ki, sorumluluk duygusundan kaynaklanan detaycılık amaca(“Piramidin tepesine” çıkan basamaklara) yönelikse yararlıdır.
Sorumluluk duygusunun başka bir boyutu da toplumsal sorumluluktur. Yani, toplum yararına ve “elci”(diğerkâm) denebilecek sorumluluklarımız. Toplu halde yaşamanın gereklerinden biridir bu. Toplumsal adâlet ancak; zayıflardan, muhtaçlardan, zor durumda kalanlardan, eğitim(âdap, edep, terbiye) özürlü çocuklarımızdan ve gençlerimizden de sorumlu olduğumuz düşünülerek sağlanır. Yarışma, rekabet ve sömürü ilkesine dayanan kapitalist sistem; kamu yararından çok, güçlü olanın ayakta kaldığı, zayıfın eriyip güçsüzleştiği bir düzen geliştirmiştir. Demokrasinin boşluklarından ve nimetlerinden bencilce ve sömürgen bir zihniyetle yararlanıp, insan haklarını ihlale yönelik uygulamalara tepki göstermek her aydının(akıl gönül sahibi salih kişinin) sorumluluğudur.
İnsan haklarını hiçe sayıp, kamu talanına neden olan zihniyet mensupları yapıp ettiklerinin sonuçlarıyla(Determinizm Yasasına göre) er ya da geç nasıl karşılaşacaksa, bu çarpık uygulamaya insanî değerler çerçevesinde sağduyu ve vicdan özgürlüğü gereği olarak tepki verenlerde yapıp ettiklerinin sonuçlarıyla karşılaşacaktır. Kabaca “iç disiplin” anlamına gelen vicdanın sınırlarını da sorumluluk duygusu belirler. Bu içsel eğilim sorumluluk duygusundan yardım alarak seslenir bize. Ama kendini bilmez benlik(Budizm’deki “aptal”, Kur’an’daki “beyinsiz”…) bu sese çoğu zaman kulak tıkar ya da bencilce nedenler ve tevillerle kılıf uydurur. Elbette ki, bu tutumdan vazgeçmediği sürece telâfisi zor eprövlerle(yaşam sınavları) uğraşması kaçınılmaz olur.
Görülüyor ki insanlaşarak İlâhi Yasalara uyumun gereği de kendini tanıma/bilme kapsamındaki iç disiplindir. Bu da, vicdan ile sorumluluğu yan yana getirmekle olasıdır. Bu demektir ki, vicdanlı olmaya yönelik iç sorumluluk bilinciyle yetiştirilmemiş çocuk eğitilmiş sayılamaz. Ne yazıktır ki günümüz okullarında sade öğretim yapılıyor, eğitim değil. Bencillikten kurtarılamamış çocuk/genç eğitim özürlüdür. Günümüz gençliğinin durumu ve sorunlarıyla ilgili, ne yazık ki içler acısı gerçekler Prof. Dr. Erdal ATABEK’in eserlerinden öğrenilebilir.
Determinizm Yasası hiç şaşmaz bir şekilde sürekli çalışıyor: 21. Y.Y.’ın maddeci modernizmi, vicdanın önemini unutturan, dünyasallaşmayı öne çıkaran ve dolayısıyla da içsel sorumluluk bilincini körelten sonuçlar üretti. Semavi dinlerin, yayılmasından önce egemen olan pagan kültürü doğa güçlerine saygılıydı ama vicdanın gereklerini tam olarak uygulamaya koyamamıştı. Bunun sonucu olarak bir kimse, yakalanmadığı sürece hırsızlık yapabilirdi(11). Pagan dönemin bazı erdemsizlikleri kılık değiştirerek ve daha da sinsileşerek sözde “modern” 20.Y.Y’da da ortaya çıktı. İnsanî değerlerden nasipsiz bazıları, yasalara ters düşmediği taktirde ya da yasaların ve demokrasinin boşluklarından yararlanarak gayri ahlâki davranışları hoş görür ya da görmemezlikten gelir oldular. Ancak, “istediğimi yapabilirim”(nefsanî özgürlük…) düşüncesi toplum üyeleri arasında, toplumsal bağların zayıflamasına; yalan, şiddet, suç, bencillik, hatta kana susamışlık gibi beşeri kusurların yaygınlaşmasına yol açmıştır. Toplum, birer “toplumsal yara” hâline gelen bu kusurların sonuçlarına katlanmaya ve eğer becerebilirsek bu durumdan içsel gelişim yönünde yararlanmaya(örneğin, her şeye rağmen dürüst kalmaya, erdemlerden ödün vermemeye ve sabırlı olmaya…) mecbur kaldı.
Peki, çözüm nerede aranmalı?(Prof.Dr. Erdal ATABEK’in çok ustaca ele alıp irdelediği ve gözler önüne serdiği) “yitirilmiş değerlerimiz” i vicdansal bir sorumlulukla yeniden kazanmaya çalışmaktır. Gerçek çağdaşlaşma, modernleşme ve insanlaşma bu yolla gelecektir. Makro kozmosu ve mikro kozmosu(bedensel beni) yaratan güce karşı sorumluluk duymak ve erdemler yönünde yaşamaya çalışmak vicdanı yeşertecektir. Vicdan, sonsuz yüceliklerin bireydeki en uç noktasıdır. Kişi yazılı kurallara yasa ve polis korkusuyla uyar. Örneğin, kapalı mekânlarda sigara içmemeyi ancak yasa ve polis korkusuyla kısmen durdurabildik… Ama İlâhi Yasalara bilinçli olarak uyumun gereği, kendini tanıma duyarlılığı ve idraklenme cehtiyle gelen iç disiplindir. Bu da, nefsin kabalığını/vahşiliğini gidermek ve duyguları kontrol altında tutmakla olasıdır. Bireyde vicdan ile sorumluluğun yan yana gelmesi ve at başı gitmesi o zaman gerçekleşecektir. Sorumluluk duygusunun geliştirilmesi konusunda dipnot-11’deki değerli kaynak eserden yararlanılabilir.