Pratik Aklın Eleştirisi
Kant önsözde açıkladığı, Saf Akıl ile Pratik Akıl yetilerinin farklarını Giriş kısmında bu iki yetiye ait nesneler açısından değerlendiriyor. Buna göre Saf Akıl bilmemizin nesneleri ile uğraşır ve ilkin duyusallığın sezgi biçimleri ve anlamanın kategorileri üzerinden onları kurarken; Pratik Akıl tasarımların karşılığı olan nesneleri meydana getiren istemenin (istencin), ki bu isteme Saf Akıl’da haklı çıkarılan ama tam anlamıyla ortaya konamayan özgürlük kavramının olanağıdır, nedenleriyle uğraşır.
[Saf Akıl hatırlanacağı üzere duyusallığımıza gelen kaba materyalleri (ki yalnızca var olmalarının olanağını düşünebiliriz bu duyu verilerinin, hiçbir şekilde bilmemize ait olamazlar -bir duvara çarpar gibi bilgimizin sınırlarına çarpar ve geri dönerler- zira varlık Kant açısından yalnızca kategorilerden birisidir ve nesnenin Gegenstand (karşımızdaki-nesne) olana kadar bizdeki kurulumunun yalnızca bir anına denk düşer) uzay ve zaman görüleri aracılığıyla anlamanın kategorilerine ve oradan da usun düzenleyici idealarına götüren bir yolu döşer. Burada tahayyülün de iki yetinin bağlanması açısından üretici ve yeniden üretici rolleri vardır. Kant'ın istenç/isteme açısından izlediği yol ise aklın kendi içindeki bir özden/doğadan gelen bir ahlak yasasının her türlü duyusallıktan ayrı evrensel ve transandantal bir biçiminin aranmasıdır. Kısacası Saf Akıl'ın kısıtlandığı duyusallık şimdi Pratik Akıl sözkonusu olduğunda, ondan dışlanmış durumdadır. Aslında Kant'ın kendini bulduğu zor durum iki eleştiri açısından şöyle ifade edilebilir, her niyetli düşünümün zorunlu olarak ahlaki bir boyutu olduğuna söylemeye gidiyor gibidir Kant'ın düşüncesi. Saf Aklın sonunda sistem düşüncesi içerisinde ahlak'a doğru geçmeye çabalayan Kant, düşünüm içerisinde olsun ya da olmasın gerçekleştirilen her eylemin ahlaki açıdan tartılabileceğini iddia etmek durumunda kalır. Ki, bu da aklın saf düşünümselliğinin yalnızca ahlakın evrenselliğine indirgenmesi gibi bir tehlike yaratır. Örneğin karşımda bir cisim hayal ederim ve onun orada olmasından haz duyarım, bunda nasıl bir ahlakilik vardır ve hayal gücü bir ahlakla nasıl bağıntılı kılınır, burada zor soruların devreye girdiğini görürüz...]
İlk olarak ele aldığı soru, saf aklın kendi başına istemeyi belirlemeye yeterli olup olmağıdır. Eğer yeterli değilse, aklın istemesinin nedenini deneysel-koşullu olma üzerine kurması gerekecektir. Burada transandantal bilme bir kenara bırakılırsa -ki bu bilme biçimi sistemin kendisinin bilinmesi ve aynı şekilde sistem içinde düşünme ve bilme olarak sınıflandırılmış tüm bilgi biçimlerinin kendisinin saf bilgisidir- Kant’ın ilk eleştiride bilmemizin kendi nesnesini tesis etmesi olarak adlandırdığı şey ancak uzay ve zaman görülerinin dışımızdaki [hiçbir şekilde neliğini bilemediğimiz] kaba duyusal verileri işleyerek anlamanın kategorileri yoluyla tesis etmesidir. Burada aklın kurucu değil ama idealar yoluyla ancak düzenleyici bir rolü sözkonusudur. İkinci eleştiride ise düşünürümüzün ilk eleştirinin konusu olan bilmenin olanaklarından yani deneysel-koşullu olmadan farklı bir çerçeveye ilerlediğini görüyoruz. Bu da istememizin ve özgürlüğümüzün pratik çerçevesidir ki kendi saf biçimini aklın kökenlerinde bulur ve akıl burada artık düzenleyici değil kurucudur. Yine de not etmek gerekir ki, bu kuruculuk bilmemize ait bir kuruculuk değildir Kant için.
Saf Aklın Eleştirisi’nde fenomenlerin nedenselliğini aşan farklı bir nedenselliğe, yani özgürlüğe sahip olmamız gerektiğini öne süren Kant, Pratik Akıl bağlamında bu iddiasını pratik düzleme taşıyarak özgürlüğün insan istemesine özgü ve onsuz olmaz bir özellik olduğunu öne sürer. İnsan istemesinin bu özelliği nedeniyle Saf Aklın pratik bir kullanımı olduğunu, bu nedenle eleştirinin Pratik Aklın Eleştirisi olarak adlandırıldığını ifade eder. Eleştirinin ifa etmesi gereken görev Kant’ın iddiasına göre, saf aklın koşulsuzca pratik olduğunun gösterilmesinin ardından, deneysel olarak koşullanmış aklın istemenin belirlenme nedenini yalnızca ve yalnızca kendisinin vermesini engellemektir. Bunun temel nedeni de deneysel olarak koşullu aklın kendi alanını bütünüyle aşan ölçüsüz beklentiler ve buyruklarla açığa çıkmasıdır.
Pratik Aklın Eleştirisi yapısal olarak bölümlenlenme mantığı açısından ilk eleştiri ile temel benzerlikler gösterir. Fakat bu eleştiride Analitiğin bölümleri açısından ilk eleştiriye göre tam ters bir yol izlenecektir: “Bu eleştiride ilkelerden başlayarak kavramlara ve ancak kavramlardan olabildiği yerde duyulara gideceğiz, oysa teorik akılda duyulardan başlayıp işi ilkelerde bitirmemiz gerekiyor.” (1) Bunun nedeni de konunun bilme değil ama isteme olmasıdır. İstemenin nedenselliği ve ilgisinin nesneleri, bilginin nesnelerini ele alma biçimlerinden farklı yolda ele alınacaktır. Kant bu ele almayı, deneysel olarak koşullanmamış nedenselliğin ilkelerinden başlamak olarak algılar. Bu ilkelerin belirlenmesinin ardından ancak bu istemeyi belirleyen nedenlerle ilgili kavramlara ulaşmak ve bu kavramların nesnelere, ardından da özneye ve öznenin duyusallık biçimlerine uygulama denemesi mümkün olabilir.
Birinci Kitap/Analitik
Saf Pratik Aklın Analitiği ilk bölümde işe pratik ilkelerin belirlenmesiyle başlar. Kant pratik ilkeleri, altında birçok pratik kuralın toplandığı genel bir isteme belirlemesini taşıyan önermeler olarak tanımlar. Eğer bu önermelerin koşulları yalnızca öznenin kendi istemesi tarafından geçerli görülüyorlarsa –tikel bir isteme ve bu istemenin nesnesine yönelik belirli bir arzu olarak ortaya çıkma anlamında- özneldirler ya da maksimdirler; yok eğer koşulun kendisi her akıl sahibi varlık için istenebilecek olarak geçerli tanınabiliyorsa –istemenin kendisi için istenmesi olarak evrensellik taşıdığı hallerde- o halde nesneldirler ve pratik yasalar olarak adlandırılırlar.
Kant, pratik yasaların ancak saf aklın kendi içinde istemeyi belirlemeye pratik bir neden taşıdığı kabul edildiği halde var olabileceğini iddia eder. Aksi takdirde nesnellik düzlemi yok olacak ve bütün pratik ilkelerin yalnızca maksim olduğu sonucu çıkacaktır ki, bu istemenin salt kendisi için istenemeyeceği ve yalnızca tutkular (ya da bu tutkunun eşlik ettiği haz, acı ve mutluluk gibi kavramlara) tarafından güdüleneceği anlamına gelecektir. Bu durumda da pratik bir yasadan bahsedilemez. Eğer, saf akıl kendi içinde istemesi bakımından bütün akıl sahibi varlıklar için ortak bir neden bulabilirse, ancak o zaman pratik yasa ortaya konabilir. Kant akıl sahibi varlıkların maksimleri ile pratik yasaları arasında çatışmalara düşebileceğini ifade eder (bir kimsenin hiçbir hakareti karşılıksız bırakmama durumunun maksim olarak alınması örneğinde olduğu gibi). Buna göre, saf aklın bilme nesnelerinin yapısında doğanın nedenselliği zorunlu olarak hüküm sürerken (örneğin doğa bilgisinde bilgimiz nesnenin yapısıyla belirlenmiştir), pratik bilgide yalnızca istemenin belirlenme nedenleri ile ilgileniriz ki bu da insanın edindiği ilkelerin kaçınılmazcasına bağlı kalacağı yasalar olmadığını anlatır, çünkü “pratik alanda akıl özneyle, yani arzulama yetisiyle ilgilidir, öyle ki kural bu yetinin özel yapısına göre türlü yönler alabilir.” (2) Bunun anlamı da buradaki nedenselliğin bilmeye ait doğa nedenselliğinden farklı bir işlev görmesidir.
Pratik kuralın her zaman aklın ürünü olmasının nedeni, pratik kuralın etkinin aracı olarak eylemi amaç olarak öngörmesidir. Fakat eğer isteme yalnızca akıl tarafından belirlenmiyorsa, bu kural bir buyruk haline dönüşür. Bu da eylemde bulunmaya nesnel zorlayıcılık dile getiren bir “gerek” ile belirtilen bir kuraldır. Bu bağlamda, buyruklar nesnel olarak geçerlidirler ve öznel ilkeler olan maksimlerden büsbütün farklıdırlar. Pratik yeti açısından buyrukların iki kullanımı vardır: Buyruklar ya bir etkiyi elde etme yolu bakımından etkileyen neden olarak akıl sahibi bir varlığın nedenselliğinin koşullarını belirler ya da etki için olsun ya da olmasın yalnızca istemeyi belirler. İlk durumda buyruklar koşullu olurlar ve yalnızca beceri buyurtuları taşırlar; ikincisinde aksine kesin olurlar, böylece pratik yasalardır da. Beceri buyurtularının koşullu olmalarının anlamı, istemeyi yalnızca isteme olarak değil ama arzu edilen bir etkiye göre belirmelerinde yatar. Yasalar ise etkinin elde edilip edilmeyeceği ile ilgilenmez. İstemeyi yalnızca isteme olarak belirlemeleri gerekir. Bunun anlamı da tutkulardan gelen, dolayısıyla istemeyle rastlantısal bir ilişki taşıyan bir yapıda olmamaktır. Herkes için pratik yasa olabilmesi ancak bu yolla (salt öznel bir halin istemesinin önüne geçilmesiyle) mümkündür. Kant’ın verdiği örnek (Bir kimseye yaşlılığında sıkıntı çekmesin diye çalışkan ve tutumlu olmasını söylemek) istemenin doğru ve önemli bir pratik buyurtusudur. Fakat bu durumda isteme arzu ettiği düşünülen bir şeye yönelir ve bunu görmek kolaydır. Burada elbette durum açısından bir zorunluluk sözkonusudur fakat bu zorunluluk öznel koşullara bağlıdır. Bütün özneler açısından bu istemenin koşullarının aynı derece mümkün olduğu ileri sürülemez. Bu durumda, bu önerme bir yasa olmaktan çıkar.
Aklın yasa koyucu olması için, yalnızca kendi istemesini istemesi, yalnızca kendi kendisini varsaymakla yetinmesi beklenir çünkü bir kural ancak aklın kendi içkinliğinde, onun istemesinde istemenin salt nedeni olarak belirlendiğinde evrensel olarak nesnellik taşır (zira bu durumda bir varlığı öbüründen ayıran hiçbir koşul ya da öznel koşul var olmayacaktır). Örneğin “bir kimsenin tutamayacağı sözü vermemesi” önermesi, yalnızca istemeyi ilgilendirir, yaşam dünyasından bir beklenti taşısın ya da taşımasın, sırf isteme tarafından saf olarak belirlenebildiği için bir yasadır ve kesin buyruktur. Pratik yasalar böylece nedenselliğiyle ne elde edildiğine bakılmaksızın, yalnızca istemeyle ilgili yasalardır ve bu yasaları saf olarak elde etmek için duyular dünyasına ait bir şey olarak nedensellik bir yana bırakılabilir (ki bu nedensellikte tikel bir arzu, çıkar ve mutluluk beklentisi yatar). Kant bu saf belirlemeyi, istemenin isteme uğruna istenmesini, pratik yasaların tek mümkün biçimi olarak görürken, deneysel içeriklerle bağlanan hiçbir pratik ilkenin yasa olamayacağını kanıtlamaya geçer.
Buna göre, arzulama yetisinin bir nesnesini (içeriğini), istemeyi belirleyen neden olarak varsayan bütün pratik ilkeler, istisnasız olarak deneyseldirler ve pratik yasalar olamazlar. Temel neden söylendiği üzere duyusal içerikle koşullu olmaktır. Kant arzulama yetisinin içeriğinden fiiliyatı-edimselliği (Wirklichkeit) arzu edilen bir nesneyi anladığını söyler. Bu nesneyi arzulama kuralın kendisinden önce geliyorsa, bu ilke her zaman deneyseldir. Buradan çıkan sonuç, deneysel olmanın kişisel tercihi belirleyen bir neden üzerinden kurulan bir arzulama içeriğiyle ilgili olduğudur ve burada özneyle arzulama nesnesi arasında kurulan ilişki genel geçer ve kesin olmaktan ziyade özneldir, belirli bir öznenin belirli bir durumuna aittir. Öznenin arzulama yetisi aracılığıyla nesnenin fiiliyatıyla kurduğu ilişkiye haz duyma denir. Bu haz duyma, kişisel tercihi belirleme olanağının koşulu olarak varsayılmalıdır. Bunun kişisel olması tam da onun deneysel olmasını zorunlu kılar zira bir nesnenin tasarımına bakarak, ondan haz mı, acı mı, mutluluk mu duyulacağı a priori bilinemez. Bu yüzden burada kişisel tercihi belirleyen nedenin pratik ilkesi deneysel olarak koşulludur. Bu durumda Kant bir adım daha atar ve yalnızca haz ya da acının öznel koşuluna dayanan bir ilkenin, maksim olarak iş görebilse de, yukarda belirtilen nedenlerden ötürü yasa olarak iş göremeyeceği sonucuna varır.
İkinci kanıtlama noktasını bütün içerikli pratik ilkelerin, ilke olarak bir ve aynı türden bir genel ilkenin altına girdiği, bunun da ben sevgisi ya da kişinin kendi mutluluğu olduğudur. Burada sözkonusu edilen aynı şekilde haz duyumudur. Akıl sahibi varlığın yaşamı boyunca varlığına eşlik eden yaşamdan hoşnut olma bilinci mutluluktur ve bunu kişisel tercihi belirleyen en yüksek neden yapma ilkesi, ben-sevgisi ilkesidir. Buna göre kişisel tercihi belirleyen nedeni “herhangi bir nesnenin varlığından duyulan haz ya da acıda gören bütün içerikli ilkeler [ki deneyseldirler], bütünüyle aynı türdendirler ve hepsi ben sevgisi…” (3) altında toplanırlar. Kant bu kanıtlamaların sonucunda bütün içerikli pratik kuralların istemenin belirlenme nedenini aşağı arzulama yetisini yerleştirdiklerini ifade eder. Fakat istemeyi isteme olarak belirleyen biçimsel yasalar olmalıdır ve bunlar yüksek bir arzulama yetisinin olanağını oluştururlar. Bu da hiçbir duygu varsaymaksızın, dolayısıyla da deneysel içeriklerle ilişkili haz ve acı gibi tasarımlar olmaksızın, istemenin salt pratik kural tarafından biçimsel olarak belirlenmesi anlamını taşır. Ancak bu takdirde isteme, sırf kendisi tarafından belirlendiğinde, yüksek bir arzulama yetisi olabilir. Böylece tutkular tarafından belirlenen aşağı arzulama yetisi bu yetiye bağımlı olur ve ondan ayrılır. Akıl, istemeyi ancak bu yüksek arzulama yetisi üzerinden belirlediğinde saf akıl pratik ve yasa koyucu olabilir. Böylece ancak her akıl sahibi varlık için nesnel pratik yasalar ortaya koyabilir. Bu bağlamda, mutluluk arzusu ve bunun koşulları haz ve acı gibi öznel şartların bakış açısıyla değerlendirildiğinde, nesnel bakımdan rastlantısallığa yenik düşer ve yasa olmaktan uzaklaştır. Zira unutulmaması gereken mutluluk arzusunda (deneysel) içeriğin zevki belirlediğidir, biçimi değil. Bu biçim yüksek arzulama yetisi tarafından belirlendiğinde yasa oluşabilir. Bütün bu içerikler ben-sevgisi altında kapsansalar bile, herkes açısından pratik bir yasa olarak ortaya konamazlar. Belirleme nedeni “yine de yalnızca öznel olarak geçerli ve sırf deneysel olurdu ve yasa için düşünülen zorunluluk –yani a priori nedenlerden dolayı olan nesnel zorunluluk- bu belirleme nedenlerinde bulunamazdı.” (4)
Kant, kanıtlanacak üçüncü önerme başlığında maksimlerin pratik yasa olarak düşünülebilmeleri için istemenin içeriği bakımından değil biçimi bakımından belirlenmeleri gerektiğini ileri sürer. Pratik bir ilkenin içeriği bu istemenin nesnesidir, bu nesne ya istemeyi belirler ya da belirlemez. Belirliyor ise söylendiği üzere bu içerikle (haz ve acıyla) ilgilidir ve pratik bir yasa olamaz. Pratik bir yasayı bütün içeriğinden ayırırsak ondan geriye yalnızca istemenin biçimi kalır. Buna göre iki durum sözkonusudur: ya akıl sahibi varlık kendi öznel pratik ilkelerini, yani maksimlerini ya aynı zamanda genel yasalar olarak düşünemeyecektir ya da maksimlerini pratik yasalar yapanın, yalnız başına bu maksimlerin biçimleri –onları genel bir yasa koymaya uygun kılan- olduğunu kabul edecektir…
Kant buradan hareketle Ödev 1 başlığı altında maksimlerin sırf yasa koyucu biçiminin tek başına bir istemeyi belirlemeye neden olduğu varsayılarak bu biçimle istemenin yapısını bulmaktan bahseder. Bu biçim ise fenomenler ya da duyu nesneleri üzerinden değil, aklın kendi doğası içinden tasarlanabilecektir. Bu tasarlama da doğa nedenselliğinden farklıdır (görünüşler belirleyici nedenler olamadığı için). Böylece bu yasanın biçimi görünüşlerden tamamen bağımsızdır ve bu bağımsızlığın adı en kesin anlamda transandantal anlamda özgürlüktür. Buna göre, eğer bir isteme için maksimin sırf yasa koyucu biçimi tek başına yasa görevi görüyorsa, o isteme özgür bir istemedir.
İkinci ödev olarak da Kant bir istemenin özgür olduğunu varsayarak, onu zorunlu olarak belirlemeye uygun yasayı bulmaya girişir. Özgür isteme deneysel koşullardan bağımsız ama yine de belirlenebilir olmak zorunda olduğuna göre, özgür isteme yasasının içeriğine bağlı olmaksızın, yasada bir belirleme nedeni bulmalıdır. Burada özgür olan ve görünüşlerden bağımsız olan tek şey yasa koyucu biçimdir, bu da istemenin belirleme nedenini oluşturabilecek şartları karşılayan tek şeydir. Böylece özgürlük ancak koşulsuz pratik yasa ile mümkündür.
Kant, koşulsuz pratik olanla ilgili bilgimizin nerede başladığını sorar (pratik yasadan mı özgürlükten mi?). Bunun özgürlükten başlayamayacağını öner sürer, çünkü özgürlük ne dolaysızca bilincine varabildiğimiz ne de deneysel içerikten çıkarabildiğimiz bir şeydir. Buna göre, isteme bağlamında, kendisini bize ilk gösteren, doğrudan doğruya bilincine vardığımız ahlak yasasıdır ve “akıl onu hiçbir duyusal koşul tarafından altedilemeyen, hatta her koşuldan büsbütün bağımsız olan olan bir belirleme nedeni olarak ortaya koyduğundan ki, ahlak yasası bizi doğrudan doğruya özgürlük kavramına götürür.”(5)