On Dokuzuncu Yüzyılın Doğuşu
Irkın Medeniyet Tarihindeki Rolü Nedir?
Kuzey Avrupa halkının dünya tarihini oluşturduğu gerçeğini neredeyse hiç kimse yadsıyamaz. Aslında ne geçmişte ne de günümüzde yalnız kalmışlardır; tam tersine, bireysellikleri en başından beri, Roma enkazının yarattığı insan kaosuyla daha sonra sırasıyla bütün dünya ırklarıyla olmak üzere diğer bireylerle çatışma halinde gelişmiştir; elbette diğerleri de insanlığın kaderi üzerinde etkiye, aslında büyük bir etkiye sahipti fakat bunu sadece kuzeyden gelenlerin muhalifleri olarak yaptılar. Ellerde kılıçla uğruna savaşılan şey büyük bir öneme sahip değildi; gerçek mücadele (…) fikirlerle ilgiliydi; bu mücadele günümüzde de devam etmektedir. Tötonlar dünya tarihini şekillendiren tek topluluk olmasa bile şüphesiz ilk sırayı hak etmektedir; Altıncı yüzyıldan günümüze, gerek devletlerin kurucuları olarak, gerekse yeni düşünce ve özgün sanatın bulucuları olarak insanlığın kaderini gerçek anlamda şekillendiren kişiler Töton ırkından gelmektedir. Arapların etkisi kısa sürelidir; Moğollar yakıp yıkar ama hiçbir şey yaratmaz; rinascimento1döneminin muhteşem İtalyanları Lombardiya, Gotik ve Frenk kanıyla karışmış kuzeyde veya aşırı Germen-Helen olan güneyde doğmuştur; İspanya’da yaşam unsurlarını oluşturanlar Batılı Gotlardı; Yahudiler ise, bugünün “Rönesans”ını Töton halkının ortaya koyduğu örnekleri her katmanda mümkün olan en yakın şekilde takip ederek tasarlamaktadır. Tötonların uyanmaya başladığı dönemden itibaren yeni bir dünya – elbette saf Töton olduğunu söyleyemeyeceğimiz, özellikle 19. yüzyılda, yeni unsurların ya da en azından daha önceleri gelişim sürecinde daha az etkisi olan Yahudiler ve kan karışımıyla artık Töton olmayan önceki saf Töton Slavlar gibi unsurların ortaya çıktığı, büyük ırksal kompleksleri asimile eden ve böylece kendini bütün farklı türlerden gelecek etkilere açan fakat her şekilde Helen-Romalılardan, Turanlardan, Mısırlılardan, Çinlilerden ve diğer bütün eski veya çağdaş olanlardan gerçekte farklı yeni bir dünya ve yeni bir medeniyet oluşmaya başlamıştır.
Günümüzde sahip olduğumuz bütün medeniyet ve kültürün belirli tek bir ırkın, Tötonların sayesinde olduğuna dair basit ve açık görüş hepimizde bulunmaktadır. Töton barbarlarının sözde “Ortaçağ Karanlığını”hatırlattığı doğru değildir; bu karanlık, ölmekte olan Roma İmparatorluğu’nun beslediği insanlığın ırksız kaosunun düşünsel ve ahlaki çöküşünü takip etmiştir; fakat Tötonlar için bu sonu gelmeyen gece, dünya hakkında kararı vermiştir; Töton olmayanlara karşı bitmeyen karşıtlık için, asla yok edilemeyen ırksal karmaşa içinde henüz son nefesini vermemiş Töton olan her şeye karşı acımasız düşmanlık için On Dokuzuncu yüzyılın şahit olduğundan oldukça farklı bir kültür aşamasına ulaşmamız gerekirdi. Bizim kültürümüzün Helen ve Roma’nın Rönesans’ı olduğu da doğru değildir; ancak Tötonların doğumundan sonra geçmiş başarıların Rönesans’ı mümkün oldu, bunun tam tersi yanlıştır ve hayatımızı zenginleştirdiği için şüphesiz sonsuza kadar minnettar olacağımız bu rinascimento bizi geliştirmenin yanında yavaşlattı ve uzun süreliğine bizi yolumuzdan çıkardı. Bu çağın en önemli yaratıcıları, bir Shakspeare, bir Mikelanjelo, Yunanca veya Latince tek bir sözcük bile bilmemektedir. Medeniyetimizin temeli olan ekonomik gelişme klasik geleneklere karşı ve yanlış emperyal doktrinlerle zorlu bir mücadele içinde oluşmaktadır. Fakat en büyük hata, medeniyetimizin ve kültürümüzün insanlığın genel gelişiminin ifadesi olduğu varsayımıdır; tarihteki hiçbir olgu bu popüler inancı desteklememektedir. (…) Bu boş ifade bizi kör etmektedir ve biz, medeniyet ve kültürümüzün, bizden önceki ve çağımızdaki her durumda olduğu üzere, belirli ve tek bir ırkın çalışması olduğu olgusunu gözden kaçırmaktayız ki, bu ırk bireysel olan her şey gibi olağanüstü kabiliyete, ayrıca aşılmaz sınırlara sahiptir. Bu nedenle, düşüncelerimiz varsayımsal bir “insanlık” halinde uçsuz bucaksız boşlukta süzülmektedir ve biz, somut bir şekilde temsil edilen ve tarihteki her şeyi, belirgin bireyselliği, tek başına etkileyen şeyi fark etmeden geçip gitmekteyiz.
Bu kitapta “Töton ” sözünden, tarih boyunca görülen ve çoğunlukla belirlenemez karışma yoluyla modern Avrupa’nın atası olan Keltler, Tötonlar (Cermenler) ve Slavlar gibi farklı Kuzey Avrupa ırklarını anlamaktayım. En başta tek bir aileye ait oldukları kesindir(…)fakat Töton, kelimenin daha dar Tacitus anlamıyla, yakınları arasında zihinsel, ahlaki ve fiziksel anlamda rakipsiz olduğunu ve ismini kısa bir süreliğine bütün aileyi temsil etmek için kullanmaya hakkımız olduğunu kanıtlamıştır. Töton, bizim kültürümüzün ruhudur. Bütün dünyada kolları bulunan bugünün Avrupası ırkların son derece çeşitli bir şekilde karışmasının sonucunu ortaya koymaktadır: Hepimizi birbirimize bağlayan ve organik bir birlik haline getiren “Töton” kanıdır. Etrafımıza bakarsak, günümüzde yaşayan güç olarak her milletin önemi, nüfusundaki gerçek Töton kanına sahip kişilerin oranına bağlıdır. Sadece Tötonlar Avrupa tahtlarında oturabilir. Dünya tarihinde önceden yaşananları “giriş” olarak düşünebiliriz; kalplerimizin ritmini kontrol eden, bize yeni umut ve yeni yaratımlar için ilham vererek damarlarımızda dolaşan gerçek tarih, şimdi Töton usta elleriyle eski çağların mirasına sahip çıktığında başlayacaktır.
Bir ırka mensup olma bilinci kadar ikna edici başka bir şey yoktur. Belirli, ari bir ırka ait olan kişi o ruhu asla kaybetmez. Soyunun koruyucu meleği, Sokrat’ın Şeytanı gibi ayağı kaydığında onu destekleyerek, yoldan çıkmak üzereyken uyararak, itaate ve imkânsız gibi görüp yapmaya asla cesaret edemeyeceği işlere girişmeye zorlayarak her zaman yanı başında olmuştur. Her insan gibi zayıf ve hatalı olan bu türün insanı, karakterinin sağlamlığından ve açıklamasını oldukça tipik ve insanüstü niteliklerinde barındıran basit ve alışılmadık muhteşemliğinden alan eylemleri sayesinde diğerlerinin onu fark ettiği gibi kendini fark eder. Irk, bir insanı yüceltir; kişiye olağandışı, neredeyse doğaüstü güçler bağışlar ve böylece kişi, dünyanın her tarafından gelmiş karmaşık insan curcunasından çıkan bireyden tamamen ayrılır ve eğer bu ari soyun insanı şans eseri etrafındakilerden üstün yeteneğe sahip ise ırk olgusu güçlenir ve onu el üstünde gezdirir ve o kişi bir ucube tarafından yanan göktaşı gibi dünyaya atıldığı için değil, tek başına değil aynı hedef için çabalayan anlatılmamış ruhların diri topluluğu ile binlerce kökle beslenen, güçlü ve görkemli bir ağaç gibi gökyüzüne yükselir. Baktığı anda gören gözlere sahip kişi hayvanlardaki ırkı da fark eder. Bu durum, hayvanın bütün alışkanlıklarında kendini gösterir ve analizle açıklanamayan sıradışılıklarla kendini açığa vurur; daha da ötesi, hâkimiyeti, aşırı ve olağandışı hatta abartılı ve önyargıdan muzdarip durumlara çeşitli şekillerde yol açtığı için kendini başarılarla kanıtlar.
Ayırt edilebilir ırklar olduğuna, bir ırkın değeri olup olmadığına, bunun nasıl mümkün olabileceğine vs. dair yürütülen bilimsel araştırmaların yararı nedir? Masalara dönüp şöyle diyebiliriz: Söz konusu ırkların var olduğu aşikârdır: ırkın niteliğinin hayati öneme sahip olduğu tecrübeyle sabittir; uzmanlığınız, cahilliğinizi hoş görmek için olguların kendisini inkâr etmek amacıyla değil, sadece nasıl ve ne sebepten önemli olduğunu anlamak için gereklidir. Calais ve Dover arasındaki kısa mesafeyi giden herkes kendini tamamen farklı bir gezegene gelmiş gibi hisseder. Aralarındaki yoğun etkileşime rağmen İngiliz ve Fransız arasındaki fark çok büyüktür.
Gözlemci daha saf “çiftleşmenin” değerini bu örnekten de görebilir. İngiltere ada şeklinde olması sebebiyle dünyadan neredeyse ayrılmıştır; en son istila (büyük olmasa da) sekiz yüz sene önce yaşanmıştır; o zamandan beri Hollanda’dan ve daha sonra da Huguenotlar’dan (hepsi aynı köke sahip) birkaç bin kişi İngiltere’ye geçmiştir ve bu yüzden İngiltere’nin şu anda Avrupa’nın tartışmasız en güçlü ırkı olduğu söylenir.
* Houston Stewart Chamberlain’ın izniyle Dodd, Mead&Company tarafından yeniden basılmıştır, Foundation of the Nineteenth Century, çeviri John Lees, 2 cilt, New York, John Lane, 1914, I, lxv-lxviii, 257, 269-272 1.