Nuran Direk

FELSEFİ METİNLERİ OKUMA – ANLAMA- TARTIŞMA ve YORUMLAMA[1]
Felsefi metinleri okuyup anlayabilmek için izleyeceğimiz yolları şöyle belirleyebiliriz:
1. Metnin konusunu ve ortaya koyduğu felsefi savları belirlemek
Metnin üzerinde durduğu kavram ya da sorununun ne olduğunu belirleyiniz. Bu konunun derslerde incelenen hangi konularla ilişkili olabileceğini düşününüz. Tartışmak ya da yazmak için metne bu bağlam içinde yönelmek gerekir. Yapılacak işlerden biri verilen metnin öğelerini saptamaktır. Hangi kavramlarla hesaplaşmak gerektiğini, bu kavramların olası tanımlarını düşünmek gerekir. “Metindeki konu, nasıl ve hangi açıdan ele alınmıştır?”, “Bu metnin arkasındaki soru ne olabilir?” soruları üzerinde düşünülmelidir. Çünkü bir soru olmadan bilgi olmaz.
Başarılacak ilk iş, bu sorunun ne olduğunu parçanın analizinden çıkarmaktır ve sonra da bu soruya filozofumuzun metninde nasıl bir yanıt verdiğini bir iki cümleyle ifade etmektir. Bu, öğrencinin konuyu anladığını gösterir. Bu sorunun, bizi felsefenin hangi alanlarına götüreceği saptanmalıdır. Çok kez karşımıza çıkan soru bir çok filozof tarafından yanıtlanmış olan bir sorudur. Bu takdirde bu soruyu farklı biçimde yanıtlamış olan filozofların düşüncelerini hatırlamak gerekecektir.
Ancak bizim asıl işimizin metin olduğu bilmeli ve ondan pek fazla uzaklaşmamalıyız. Elbette büsbütün metnin içine sıkışıp kalmak da bize problem üzerinde özgün düşünme olanağı bırakmaz. Merkezden ayrıldığımız her defa ona başarı ile dönmeyi becerebilmeliyiz. Bir felsefe metninde konunun ortaya koyduğu sorun felsefi bir sorudur ve bu sorunun kuşkusuz tek bir yanıtı yoktur. Siz metindeki yanıtın ne olduğunu metne dayanarak bir iki cümleyle özetleyiniz.
Buraya kadar olan kısım metnin anlaşılması ve çözümlenmesi ile ilgilidir. Bundan sonra problemi belirleme ve çözümleme gerekecektir.
2.Konunun ortaya koyduğu felsefi problemi belirleme ve çözümleme
Ortaya konan sorun nedir? Bunu belirledikten sonra yazarın yanıtının ne olduğunu belirlemeliyiz. Sorunun yanıtı tek değildir. Bu soruya verilmiş başka yanıtlar olabileceğini de düşünmeliyiz.Bunlar üzerinde tartışmalıyız. Tartışmanın ya da yazmanın yaratıcılığı, bu yanıtların ne tür yeni soruların kapı araladığını göstermekten geçer.. Bu tür sorular problem üzerinde daha derin düşünmeye olanak sağlar. Bazen birbirleriyle çelişen temellendirmeleri ortaya koymak ve bunları tartışmak ve değerlendirmek gerekir (Bu konuda başka filozoflar size yardım edebilir). Karşıt düşüncelerin çatışması felsefenin özünde vardır. Bu nedenle problemin yapısındaki çelişkileri, açık bir dille ortaya koymak gerekir.
3. Düşüncelerini gerekçelendirebilmek için bilgilerini seferber etme
Konu, sizi pek çok soruya yöneltebilir. Ana problemi belirledikten sonra problem karşısındaki tutumumuzu belirlememiz gerekir. Konu bizi, yıl boyunca karşılaştığımız bir çok düşünüre götürebilir. Bunları düşüncemizi desteklemek için kullanabiliriz. Hangilerini kullanmamız gerektiğinin ayrımını dikkatlice yapmamız gerekir.
Yapılacak işleri şöyle sıralayabiliriz:
1.Metnin odaklandığı ana kavramları ve soruyu bulmak
2.Verilen metinden çıkabilecek soruları formüle etmek.
3.Metinde geçen kavramları tanımak ve hangi alanla ilgili olduğunu belirlemek
4.Konunun ortaya koyduklarını belirlemek ( Bu konuyla neden ilgilenilmiş olabilir? Hangi kaygıyla böyle bir soru ortaya konmuş olabilir? Böyle bir sorunun ortaya atılmasını gerektiren bir durum düşünülebilir mi?)
5.Konuyu tartışmaya elverecek gerekçeler bulmak. Bu konuda düşünen filozofların düşüncelerine eğilmek, verilen metnin dayanaklarını tartışmak
6.Örnekler bulmak. (Gerekçelendirmede yalnızca örneklerle yetinmemelidir.)
7.Bir problem yapılandırmak, metnin içindeki bir ipucundan hareket ederek kendi tutumunu belirlemek ve kendi yönünde geliştirmek. (Bu planın mekanik bir biçimde uygulanması gerektiği düşünülmemelidir. Önemli olan yazılan ya da tartışılan hiçbir şeyin konu dışına çıkmamasıdır. Yazıda düşünceler bir akıl yürütme modeli içinde sırasıyla birbirini izlemelidir.
8.Giriş hazırlama: Girişin amacı tartışacağınız ana problemin ne olduğunu göstermek ve yazınızdaki planı yazınızdaki bütünleştirici fikri açıklamaktır.
Örnek: 1
Yasaların /kuralların varlığı özgürlüğümüzü engeller mi?

Konunun öğelerini anlamak:
Yasa nedir? İnsan davranışlarını sınırlandıran ne tür yasalar vardır?
Özgürlüğümüzü sınırlayan farklı tipte yasalar varsa özgürlük problemi hep aynı biçimde mi karşımıza çıkar?
Yasalar özgürlüğümüzü niçin sınırlandırmış olabilir? Bu yasa/kural türlerine örnekler verebilir misiniz?
Neden toplum yasaları var? Bu yasaların hepsi aynı yapıda ve özellikte mi?
İnsanlar doğa yasalarının ortaya koyduğu engeller karşısında nasıl davranırlar? Nasıl tutumlar geliştirirler?
Konunun savlarını belirlemek:
Yasaların varlığı ile özgürlük arasındaki çelişkileri çözümleyecek örnekler bulmaya çalışın.
Yasalara kesin olarak saygı göstermek gerekir mi? Adil olmayan , insan haklarına aykırı yasalara zorla boyun eğdirilmiş olsak onlara saygı duyduğumuz anlamına gelir mi? olabilir mi?
“Yasalar özgürlüğümüzü engeller” savının doğruluğu ya da yanlışlığı “özgürlük” kavramının belirlediğimiz içeriğine göre değişir mi? Nasıl?
Örneğin: Eğer özgürlük aklına eseni yapmak olarak tanımlanırsa bu ifade nasıl bir doğruluk değeri taşır?
Bir problem yapılandırmak:
Bir /birden fazla özgürlük tanımı geliştirin (bir tutum alın) ve konu olan sorunun neden sorulmuş olabileceğini göstermeye çalışın.
Doğa yasalarının hangi anlamda insan özgürlüğünü sınırlandırdığını gösterin
Toplum yasalarına saygı göstermenin insan özgürlüğünü engelleyip engellemediğini tartışın
Doğa yasaları, bu yasaları bilen bir insan için özgürlüğünün engeli midir?
Eğer yasalar ve kurallar olmasaydı gerçekten özgür olabilir miydik, bu özgürlük neyin özgürlüğü olurdu?
Doğanın insanı sınırlayan yanlarını (ekolojik denge)gösteriniz. Doğa yasalarının ortaya koyduğu engeller insan için kendini geliştirme fırsatı yaratmış olabilir mi? (Bilim ve teknoloji)
Açıklayıcı notlar:

Konunun öğelerini anlamak:
Yasa sözcüğünün anlamları tanımlanmalıdır. Doğa yasalarının ,özünde bir kural olan toplum yasalarından farkı belirlenmelidir. Problem doğa açısından ve toplum açısından aynı biçimde ele alınamaz. Doğa yasaları açısından özgürlük, bizim akıl ve irademizle doğal engellerin üstesinden gelmeye yönelik bilgi ve teknolojiyi üretme kapasitemizdir. Bu anlamda doğanın belirlemeleri olan yasalarla insan özgürlüğü arasında bir karşıtlıktan söz edilebilir. Eğer yaşamak istiyorsam yer çekimi yasasını hesaba katmam önlem almam gerekir. Bu anlamda doğa yasaları özgürlüğümü sınırlar (Eğer özgürlük, her istediğini yapmaksa). Aynı biçimde toplumsal yasalar da benim her istediğimi yapmamı engeller. Bu açıdan özgürlüğün bir yanılsama olduğu da söylenebilir. Toplumsal özgürlüğün teminatı olan adil yasalarla; hakları ihlâl eden, baskıcı, ortak çıkarları gözetmeyen dayatılmış yasaları birbirinden ayırt etmek gerekir.
Konunun savlarını belirlemek:
Bu sorunun niçin sorulmuş olabileceğini ve hangi tür engellerden söz edildiğini düşünmek gerekir.
Bir kişinin çıkarları açısından, bencil bir özgürlük anlayışına yasaların engel olduğunu belirleyin. Böyle bir özgürlüğün yanılsama olduğu sonucuna varın.
Bazı yasaların özgürlüğü nasıl sınırlandırdığını örnekler üzerinden gösterin. Doğal ve toplumsal açıdan yasaların baskılarının insanı nasıl engellediğini gösterin
Bir problem yapılandırmak:
Ortaklaşa olan her şey özgürlüğü sınırlandırır.
Doğal zorunluluklar, insanda onları aşma girişimlerini körükler.
Özgürlükle toplumsal yasaların birbirine karşıtmış gibi görünmesi çoğunlukla “bireysel özgürlüğün” yanlış tanımlanmasından kaynaklanır.
İnsanın özgürlüğü, doğa yasalarını bilmek ve tanımaktan geçer. İnsan amaçlarına bu bilgileri kullanarak ulaşır.
Yasaların olmaması, toplum içinde yaşayan insan için en büyük engeldir.
Sonuç: Öyleyse asıl sorulması gereken soru yasaların adil olup olmadığı sorusudur.
Örnek-2

KANT

“Ben” diyebilme

Kendiliğini (représantation) tanımada bir “ben”e sahip olmak: insanda gelişmiş olan bu güç, onu yeryüzünde yaşayan bütün öteki hayvanlara üstün kılar. O, bu sayede bir kişidir; bilincinin birliği sayesinde bütün değişimlere rağmen kendisini ortaya çıkarabilir. O, tek ve aynı insandır. Bu demektir ki o, diğer varolanlardan bütünüyle farklı bir varlıktır. Düşünceden yoksun hayvanlar ve şeyler arasında saygınlık açısından en üstün sayılmasının nedeni, bu meziyetidir. Bir kimsenin henüz “ben” diyememiş olmasının nedeni, henüz ben düşüncesine sahip olmamasıdır. Öyle ki bütün diller, birinci şahısla konuştuklarında –bunun için özel bir sözcükleri olmayanlar diller bile- bu “ben”sözcüğü üzerinde düşünmelidirler. Çünkü bu yeti (düşünme ) anlama yetisidir.
Çocukların henüz doğru dürüst konuşmaya başlamadıkları zamanları hatırlamak gerekir. Çocuklar biraz düzgün konuşmaya başladıktan en az bir sene sonra ancak “ben” diyebilirler. İlk önce üçüncü kişi ile konuşurlar, daha sonra ben demeye başlarlar. Ben demeden önce kendilerinden üçüncü şahısla bahsederler (Charles yemek, yürümek istiyor..gibi). Bir çocuğun “ben” demeye başladığı zaman aydınlanmaya ve büyümeye yüz tuttuğu düşünülebilir. O günden sonra bir daha asla öteki biçimde konuşmaz. Bundan önce yalnızca duyuyordu artık düşünmeye başlar.
Antroplogie du pointe de vue pragmatique (1798) Kaynak Hatier , Philosophie Terminale ES.S p.32

Metnin gelişimini anlamak:
Metindeki temel tezi bir /iki cümleyle özetleyiniz.
İnsanın kendiliğini tanımlamada “ben”e sahip olması neyi gösterir?
Kant, düşüncelerine yol gösterici ipucu olarak niçin konuşma yetisine sahip olmayı ve özellikle “ben” diyebilmeyi almış ve düşüncelerini bu temel üzerine yapılandırmıştır?
“Akıl sahibi almayan hayvanlar”a ve yalnızca “ kendini duymayı” başarabilen çocukluk yaşlarına atıfta bulunması, Kant’ın düşüncelerine ne katmıştır?
Felsefi savları belirlemek:
Kendilik bilinci, düşünce ve konuşma yetisine sahip olan varlıklara özgüdür. Dil, düşünme ve kendilik bilinci arasındaki bağları gösteren örnekler yardımıyla bu düşünceyi ortaya koyun.
Neden bir kişinin, insan olarak saygınlığının temeli ve onun diğer hayvanlara karşı üstünlüğü “ben” diyebilme gücüne dayanır?
Kant’ın yaptığı gibi duyarlılık düzenine (geniş anlamda bütünüyle duyumlara ve duygulara) duyguların bilincine bu kadar kökten biçimde karşı çıkmaya hakkımız var mı?
Ek okumalar:
Bilinç
Bilinçdışı: Alain, Sartre, Freud
Dil: Hegel, Merlau-Ponty
Açıklamalar:
Metnin gelişimini anlamak:
Bu bölüm metni doğru anlayıp anlamadığınızı denetler. Bu işte başarılı olmak için çok sayıda metin incelemesi ve çalışması yapmak gerekir. Böylelikle size verilmiş olan metnin öğelerini bulmada kendinizi geliştirebilirsiniz.
Kant, burada deneyimlerimizi birleştirme gücü olarak anlaşılabilecek çok klasik bir bilinç kavrayışı geliştirmiştir. Bu güç, insana özgüdür, “ben diyebilme gücü” bir kimsenin yalnızca birliğini değil; kişi olarak sürekliliğini ve kendiliğini tanımasını sağlar.
Kendiliğini tanıma , bilinç, akıl, düşünme arasındaki bağlar (Metinde birinci paragrafta geçenler) kesinlikle açıklanmalıdır. Bu dört terim eş anlamlı değildir ama birbirine çok yakın yetileri betimlerler ve klasik felsefenin dediği gibi insanın özüdürler. Bilinç, akıl ve düşünme ; insanın kendi ruhunun dışında olanları tanımasını ve onlar arasında bağlar kurarak tanımasını sağlayan üç zihinsel formdur.
Bilince, başka bir klasik yaklaşım biçimi : Kant, ne düşüncesiz bilinç ne de dilsiz düşünce olmayacağını tezini geliştirdi.. “Ben” demenin, bilincin varlığının bir kanıtı olduğunu söyledi ve kendilik bilincine, kendini düşünen bir özne olarak kabul etmenin eşlik ettiğini söyledi.
Birinci soruya yanıt verirken: Kant yalnızca bilinci tanımlamakla yetinmedi, aynı zamanda insana özgü bir karakteri de açıkça ortaya koydu. Akıl sahibi olmayan hayvanları ve çok küçük çocukları varolma bilincine değil varolma duyumuna sahip olduklarını söyledi.
Felsefi savları belirlemek:
Bu bölümün amacı, metinde sorulan soru etrafında düzenlenmiş olan yanıtların ve açıklamaların ortaya koyduğu problemi tanımlamak ve bu tanımlamanın anlatım planımıza nasıl hizmet ettiği gösterilmelidir.
Bu metnin yanıtlamaya çalıştığı ve odaklandığı soru bulunmalıdır.
İnsanın kendi benini mesafeli olarak inceleme , kendi bilincini bir nesne gibi ele alma gücü kendilik bilincidir. Düşünme tarzı bakımından, bu kendisini sanki kendi dışında bir varlıkmış, bir nesneymiş gibi ele alan bir tanıma yetisidir. Kant, burada konuyu dil ile konuşma gücüyle ilişkilendirmektedir. Düşünme ve diyebilmeyi zorunlu bir bağlantı içinde sunmaktadır. Düşünme ve bir dile sahip olma insanın bir varolan olarak türsel yani temel özelliklerindendir.
Metin açıklanmaları bilinç ile sorumluluk arasındaki ilişkiler yönünde geliştirilebilir. Çünkü biz ne olduğumuzu, ne düşündüğümüzü, ne yaptığımızı bilen ; düşüncelerimizin ve eylemlerimizin sorumluluklarını alan varlıklarız.
Psikanalizin ışığında edebi referanslara dayanarak ya da basitçe beylik insan davranışları üzerinde düşünerek Kant’ın düşünceleri, bilinç ile bilinçsizlik, akıl ve duygular, mantıklılık ve duygusallık arasındaki sınırın kırılganlığı açısından geliştirilebilir. Örneğin duygunun,en azından “ben” diyebilme kadar insana özgü bir durum olduğu gösterilebilir.
Örnek-3
Bir kimse, kendisi olmayabilir mi?
Konunun öğelerini anlamak
Olabilmek sözcüğünün anlamlarını (olasılık, muktedir olmak, hakka sahip olup olmamak.. gibi) çözümleyin .
Bir kimsenin kendisi olmasını sahicilik, kopyacılık açısından ele alın.
Bir kimsenin kendisi olamadığı durumlara örnekler bulmaya çalışın.
Konunun felsefi savlarını belirlemek :
İnsanın kendisi olamadığı durumlardan örnekler bulun ve eğer insanın ne olduğu
doğa tarafından tam belirlenmiş olsaydı böyle bir sorunun ortaya konamayacağını
gösterin.
Bu sorunun insanın özgür olduğu varsayımından hareket ettiğini ama insanın bu özgürlüğünün bir sınırı olduğunu gösterin.
Verilen sorunun insanı bilinçsiz vahşi bir hayvan olarak ele almadığını ve kendisini inşa etmede bilincin rolünü gösteriniz.
Bir problem yapılandırmak:
Bir insanın hiçbir çaba sarf etmeden olduğu kişi haline gelmesi bir yanılsama değil midir? Bu açıdan insanın kendi benini yaratmada iradesinin rolünü gösterin.
Kendi kendimiz olmamamızı engelleyen ortamları ortaya koyun. Stoalıların “özgür olmak elimizdedir” düşüncesiyle hesaplaşın. Olmayı kabul etmediğiniz şeyleri gösterin.
Başkalarının bizim üzerimizdeki etkilerini- çoğunlukla özgürlüğümüze engel olan- gösterin. Acaba başkaları her zaman olumsuz bir etken olarak mı kabul edilmeli? Acaba biz bütün kolektif varlıkların dışında biz olabilir miyiz?
Bilinçaltı güdülerimiz kendimizin efendisi olmamıza engel olabilir mi? Freud’çu bakış açısından (id-ego-süper ego) yorumlayabilir misiniz? Acaba bunlar kendini oluşturmada yapıcı mı yoksa engelleyici mi bir rol oynar?
Örnek-4:
Descartes

Hayatımızdan memnun olmamızı engelleyen arzu, esef ya da pişmanlıktan (nedamet) başka şeyler değildir. Eğer daima aklımızın bize emrettiğini yapmış olsaydık, olaylar daha sonra aldandığımızı gösterse bile, asla pişman (nadim) olmamız gerekmezdi: çünkü o zaman kendimizde hiçbir kabahat bulamazdık. Örneğin insan, hiçbir zaman daha fazla kolu ve dili olmasını istemez ama daha fazla sağlıklı ve zengin olmayı ister. Çünkü, bazı şeyleri yalnızca çabasıyla elde edeceğini bazı şeylerin de doğadan bahşedilmiş olduğunu düşünür. Aklımızın öğüdünü dinleyerek elimizden gelen hiçbir şeyi ihmal etmediğimiz halde, hastalık ve talihsizliğin, pekala insan için, sağlık ve zenginlik kadar doğal olduğunu düşünerek, kendimizi bu yanlış kanılardan kurtarabiliriz.
Sabırsızlık ve hüzün doğuranlar hariç, isteklerin tümüyle mutluluğumuza engel oldukları söylenemez. Aynı zamanda aklımızın da hiç aldanmayacağı garanti edilemez.. Öyleyse hayatımızdan memnun olmamız için yalnızca erdem yeterlidir. Yeter ki vicdanımız en iyi olduğuna hükmettiği şeyleri yapmak için hiçbir zaman kararlarında erdemden uzaklaşmadığını bilsin. Ancak erdem, akılla aydınlanmadığı zaman yanlış da yapabilir; yani iyiyi gerçekleştirmek irade ve kararımız, yanıldığımız için bizi iyi sandığımız kötü şeylere de götürebilir. Bu nedenle erdemden gelen mutluluk sağlam bir mutluluk değildir. Bundan başka erdem; genellikle zevk, iştaha ve ihtiraslara karşı koyduğu için, onu işlemek (geliştirmek) pek güçtür, halbuki aklı doğru kullanma, iyinin doğru bir bilgisini dayanarak, erdemin yanlış kullanımına engel olduğu için, erdemle meşru zevklerin arasını bularak, onları tatmamızı kolaylaştırır ve bize doğamızın hal ve koşullarını öğreterek, arzularımıza bir sınır koyar. Böylece, itiraf etmek gerekir ki, insanın en büyük mutluluğu aklını doğru kullanmasına bağlıdır ve dolayısıyla bunu edinmeye yarayan öğrenim, uğraşıların en faydalısı olduğu gibi, şüphesiz en güzeli ve en tatlısıdır da.
Ahlâk Üzerine Mektuplar, Prenses Elizabeth’e Mektup 4 Ağustos 1645·Sadeleştirilmiş metin N.

Metnin gelişimini anlamak :
Metnin odaklandığı tezi formüle ettikten sonra, metnin üç aşamasını işaretleyin.
“Eğer her zaman aklımıza boyun eğseydik hiçbir zaman pişman olmayacaktık” savını Descartes nasıl temellendiriyor? Yazara göre ancak akılla üstesinden gelebileceğimiz mutsuzlukların belirgin iki kaynağı nedir?
Metinde akla uygun olan ve akla uygun olmayan istekler arasındaki ayrım neye dayanmaktadır? Doğamıza bağlı olan ya da olmayan şeyler nelerdir? Bu ayrımları açıklayan örnekler vermeye çalışın.
Metin üzüntü ve pişmanlıklarımızdan kurtulmak için psikolojik bir reçete öneriyor mu? Bu reçetede neler var?
Konunun felsefi savlarını belirlemek:
İstek, üzüntü ve pişmanlık arasındaki ilişkileri çözümleyin. Bir istek makul olabilir mi? Genel olarak pişmanlığa , iradeyi kötü kullanmanın üzüntüsü eklenir mi?
Üzüntü ve pişmanlığın mutluluğa engel olduğunu söylemek mümkün mü? /hakkımız var mı?
Mutlu olmak için, olduğumuz şey olmaktan vazgeçmiş olmak mı gerekir? Bu soruna bilgelik kavramıyla ilişkili olarak cevaplamaya çalışınız.
[1] Örnekler ve açıklamalar Terminale Philosophie L, Hatier 2004 yılı kitabından yararlanarak hazırlandı. P.526-538

· Halimizden memnun olmamıza engel olan biricik şey, arzu, esef veya nedamettir. Ama her zaman aklımızın emrettiğini yapacak olursak, sonradan olaylar aldandığımızı gösterse bile, nadim olmak için asla hiçbir sebep bulunmayacaktır: çünkü bunda bizim hiçbir kabahatimiz yoktur: mesela, olduğundan çok kolumuz veya dilimiz olmasını istemeyiz de, daha fazla sağlık ve zenginlik arzu ederiz; buna da sebep, bu şeylerin sadece kendi emeğimizle elde edilebileceğini veyahut tabiatımızın hakkı olduğunu tahayyül etmemizdir; halbuki ötekiler için böyle düşünmeyiz. Fakat, mademki aklımızın öğüdünü dinledik, o halde, elimizden gelen hiçbir şeyi ihmal etmediğimizi, hastalık ve talihsizliğin, insan için, sağlık ve zenginlikten daha az tabii olmadığını düşünerek, bu kanaatten kendimizi kurtarabiliriz.
Esasen, her çeşit arzular saadetle uzlaşmaz da değildir, yalnız sabırsızlık ve hüzün doğuranlar müstesna. Sonra, aklımızın hiç aldanmaması da zaruri değildir; yeter ki vicdanımız en iyi olduğuna hükmettiğimiz şeyleri yapmak için hiçbir zaman karar ve fazileti eksik etmediğimize şahitlik etsin; böylece, bu hayatta memnun olmamız için yalnız fazilet kafidir. Fakat fazilet, akılla aydınlanmadığı zaman yanlış olabilir, yani iyi yapmak irade ve kararı, bizi iyi sandığımız kötü şeylere de götürebilir, bunun için, faziletten gelen memnunluk sağlam bir memnunluk değildir; sonra umumiyetle bu fazilet zevk, iştah ve ihtiraslara karşı konduğu için, onu işlemek pek güçtür, halbuki aklı doğru kullanma, iyinin doğru bir bilgisini vererek, faziletin yanlış olmasına engel olduğu gibi, hatta faziletle meşru zevklerin arasını bularak, onları tatmamızı kolaylaştırdıktan başka, bize tabiatımızın hal ve şartını da öğreterek, arzularımıza bir sınır da koyar. Böylece,itiraf etmek lazımdır ki, insanın en büyük saadeti aklını doğru kullanmasına bağlıdır ve dolayısıyla bunu edinmeye yarayan öğrenim, meşguliyetlerin en faydalısı olduğu gibi, şüphesiz en güzeli ve en tatlısıdır 

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!