Neden Felsefe Tarihi Okunmalı?

Felsefe tarihini okumak, insanın kendini okuması, belki de kendine yer bulma uğraşısıdır. Yoksa kendinden uzak bir dünyanın varlıklarını tanımak ya da tanımaya çalışmak anlamsızdır. Farklı coğrafyalardaki insanlarının sorduğu sorular ve aradığı cevaplar, bizden asla bigâne değildir. Dertleriyle dertlenmek yada dertlerimize ortak bulmak açısından felsefe tarihi okumak anlamlıdır. Ne varki, felsefe tarihi okumak felsefe yapmak anlamına gelmez. Bu yüzden felsefe okuyan çok. Ama felsefe yapan azdır. Felsefe yapmak, geçmişteki insanların sorulara verdiği cevapları yorumlamak değil, o soruları soru edinmek ve kendin*ce bir cevap aramaktır. Felsefe tarihini okumak, kendimizi okumak; felsefe yapmak, kendimizi tanımaktır, demiştik. Kendimize bakmadan felsefe tarihini okumak, kişiye kendini değil, başkalarını tanımaya, o da öylesine tanımaya imkan verir. Halbuki başkalarını tanımak, kendini tanımak değildir. Çünkü başkalarını okumak, başkalarını tanımayı da öyle zannedildiği gibi sağlamaz, hele kendisini tanımayı hiç değil. Buna karşın, kendimizi tanıma gayreti, başkalarını tanımayı sağlar. Hatta o başkaları dediğimizin gerçekte bizden ya da bizler olduğumuzu anlamamıza vesile olur. Böylelikle bütüncül bir bakış açısını yakalamış oluruz. Aksi takdirde felsefe tarihini okumak, retorik bir düzlemden öteye gitmeyecektir. Tabi ki Felsefe Tarihi'ni okumadan da, felsefe yapıla bilinir. Bu okumalar, felsefe yapmak isteyen kişilerin yalnız olmadığı noktasında bir heyecan verirken, bu kişilerin zihnindeki muammaların ve kafasındaki soruların cevaplarını bulmada yardımcı olur. Bir ortaklık ve bir paylaşımdır felsefe tarihi okumaları. Her bilenin üstünde bir bilen vardır ve her bilgi, bilinmeyene açılan yeni bir kapıdır. Tarihteki bir filozofun getirdiği bir önerme, bir örnekleme, bir soru ya da kavram, bizlerde yepyeni ufuklar açabilir. O'nun sorusu, bizde cevap olarak yankılanabilir. Tarihteki bir önerme bizde bir öğreti olarak karşılık bulabilir. Bir kelime, bir paradigmaya dönüşebilir. "Hiç kimse tek başına bir ada değildir". Kişinin tarihten, aileden, sosyal çevreden ve tabiattan devşirdiği onca şeyler vardır. İsmini bilelim, bilmeyelim, bizdeki bir yaklaşım, köklerini tarihin derinliklerinde var etmiştir. Bu, kimilerin de zannettiği gibi, "gök kubbe altında söylenecek bir şeyin kalmadığına yorulmamalıdır. Çünkü esas olan devinimdir, oluştur. Bitmiş olan bir şey yoktur. Benzeşmek, aynilik değildir. Hayat ve insanlar var oldukça daha söylenecek çok şey vardır kuşkusuz. Çünkü "Yaratılış devamlıdır", "tecellide tekrar yoktur" ve insan her dem kendini yaşamaktadır, üstelik yeniden. İnsandan insana olduğu gibi, bir insanın bir ömrü hatta bir günü içerisindeki tasavvurlar dahi farklıdır. Ve bu farklılık, zannedilenin aksine olumludur. Benzerlik, aynı hamurdan olan insanların aynı konuya duydukları il*gidendir. Bizi kendimiz yapan farklılıklarımızda ve bunlar ayrıntılarda gizlidir. Bunu ancak, bakmayı bilenler görebilirler. Hiç benzeşme olmasa, zerre kadar uyuşma bulunmazdı. Hiç farklılık olmasa, varlık ve oluşta anlam kalmazdı. Varlığın oluş halinde bulunması, varoluşun sürekli olmasını ve varolanların bir iletişim, bundan müstenit bir etkileşim içinde bulunmalarını gerektirmektedir.

Aynı şekilde düşünceyi salt kendindeki gibi sınırlamak ve düşünme biçimini sadece kendi şekliyle görmek, varlığı ve oluşu, kendinden başkasına hasretmemektir. Unutulmamalıdır ki, nasıl sayısız insanlar varsa, o denli dünya görüşleri ve düşünme biçimleri vardır.

Felsefe Tarihi ile ilgili eserler, dilimizde çok da yaygın değildir, var olanlar da en çok 19. yüzyıl felsefesini kapsar. 20. yüzyıl felsefesini günümüze kadar içeren kuşatıcı bir felsefe tarihi şu ana kadar ya yoktur ya da yetersizdir. Felsefî eserlerin nispeten çokluğuna karşın, felsefî düşünce serüveni, kişiler ya da akımlar baz alınarak pek yapılmamaktadır. Mevcut Felsefe Tarihi eserleri, ya dönemliktir. İlk Çağ Felsefesi gibi ya belirli bir coğrafyayı ele almaktadır. Hint Felsefesi gibi ya da bir düşünce atmosferi etrafında belirmektedir. İslam Felsefesi gibi. Kimileri Felsefe Tarihi denince, sadece Antik Yunan'dan başlayan Batı düşüncesini düşünmektedir. Hint, İran ve Çin düşüncesi belki de daha da önceden Sümer mitolojisi ile birlikte Orta Çağ Felsefesi içerisinde İslam Felsefesi yok gibidir. Sanki bu düşünceler, ortak konulara değinmemiştir ve sanki bu dü*şünürler birbirlerini hiç tanımamışlardır. Bu ideolojik gibi görünen tarihi oku*ma biçimleri, her birinin kendi izinde özgün oldukları, başkasından etkilenmedikleri ancak başkalarını mutlaka etkiledikleri anlayışından kaynaklanmaktadır. Halbuki yukarıda da değindiğimiz gibi, Valery'nin ifadesiyle "soylu akrabalık" bu tür etkileşimlerden doğar. Bundan korkanlar, bu soylu akrabalığa kendini layık görmeyenlerdir.

Kimilerince de Felsefe Tarihi, sadece coğrafi alanda değil, ilgi noktasında da daraltılmış bir alan çağrıştırmaktadır. Felsefe Tarihi içinde bir din, bir sosyoloji, bir ekonomi, sanat ya da bilim bulunmaması bu yüzdendir. Sanılır ki, felsefeciden bilim adamı olmaz ya da bir dindar aynı zamanda bir filozof olamaz. Modernizmin parçalayıcı ve indirgeyici anlayışından doğan bu yaklaşım, insanları ve buna bağlı olarak farklı ilgi ve disiplinleri kategorize ederek aralarındaki ilişkileri kopartır. Halbuki Felsefe Tarihi, teknik olarak aynı zamanda bir din, bilim ve sanat tarihidir. Çünkü bu dört eğilim, insanın kendisini tanımasına ve hayatına yön vermesine etken olan en önemli girişimlerdir.

Felsefeye olan yanlış ve yanlı bakış açıları, felsefe tarihini de problemli bir alan hale getirmiştir.
Biz, bütün bu problemleri kısmen de olsa çözen; ama tamamıyla gören bir çalışma yaptık. Az sayıda olan Felsefe Tarihi eserlerinin yanında sayısal anlamda artı bir fazlalık olmaktan çok, eserin, yöntemi ve içeriği açısından önemli bir rol oynayacağı kanaatindeyiz. Felsefe Tarihini Antik Yunan'dan başlatmamıza karşın, Hint, Çin ve İran düşüncelerine, düşünürlerine ve eserlerine yer verirken; İslam Felsefesinin etkisinden ve bu felsefenin önemli isimlerinden de bahsettik. Ayrıca Felsefe Tarihini, halen yaşayan filozoflara değin sürdürmüştür. Belki de liste başı yapılabilecek diğer bir husus da, Felsefe Tarihini incelerken sosyolog, ekonomist ve bilim adamlarından önemli isim, eser ve doktrinleri de ele almış olmasıdır. Önemli filozoflardan kimilerine hiç değinmemesi Bergson gibi ve sanatçılardan kimseye felsefî anlamda yer vermemesi bir eksiklik olarak görülebilir. Ancak önemli bir boşluğu dolduracağı ve bu tür eserlerin yayınlanmasına bir ivme katacağı kuşkusuzdur. 

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!