Mutluluk Üstüne
Scilicit uftima semper
Expectanda dies homini est, dicique beatus
Ante obitum nemo, supremaque funera debet (Ovidius)
İnsanın son gününü beklemeli her zaman
Mutlu dememeli ona ölmeden
Cenazesi kaldırılmadan.
Bu konuda Krezus’u hikayesini çocuklar da bilir;
Pers kralı onu esir edip ölüme mahkum edince sehpaya giderayak, Ah Solon, ah Solon! diye bağırmış. Krala götürmüşler bu sözü, o da ne demek istediğini sordurunca Solon’un kendisine verdiği bir öğütün ne doğru çıktığını anlatmış. Solon bir gün demiş ki ona: «Talih ne kadar güleryüz gösterirse göstersin, ömürlerinin son günü geçmeden insanlar mutlu saymamalı kendilerini; çünkü insan hayatı kararsız, değişkendir; ufacık bir eylem yüzünden bir durumdan bambaşka bir duruma geçiverir.»
Agesilaus da, Pers kralının o kadar genç yaşta öyle büyük bir devlete konduğu için mutlu sayılabileceğini söyleyen birine: İyi ama, demiş, Priamos da o yaşta mutsuz değildi. O büyük İskender’den sonraki Makedonya krallarının Roma’da dülgerlik, budamacılık yaptıkları, Sicilya zorbalarının Koryntos’da çocuk bakıcısı oldukları görüldü.
Dünyanın yarısını fethetmiş, bunca orduları yönetmiş bir İmparator bir Mısır kralının aşağılık adamlarına yalvarma zavallılığına düşüyor: Altı yedi ay daha az yaşamış olsa bu hale düşmeyecekti koca Pompeius. Bizim babalarımız zamanında da, bütün İtalya’yı o kadar uzun süre sarsmış olan Milano Dukası Sforza, zindanda öldü, daha kötüsü on yıl yaşadı o öldüğü zindanda. Hıristiyanlık dünyasının en büyük kralının dulu, kraliçelerin en güzeli, Maria Stuart, cellat eliyle ölmedi mi geçenlerde? Binlerce örneği var bunun. O kadar ki, fırtınalar, kasırgalar nasıl mağrur ve yüksek yapılarımıza daha çok yüklenirlerse, bu dünyanın büyüklerini yukarılarda kıskanan güçler var diyeceği geliyor insanın. Ve talih sanki ömrümüzün son gününü bekliyor, uzun yıllar boyunca yaptığını bir anda yıkma gücü olduğunu göstermek için. Laberius gibi bağırttırmak için bizi: Gereğinden bir gün fazla yaşamışım! diye.
Solon’un doğru sözü böyle yorumlanabilir. Ama o bir filozof olduğuna ve filozoflar mutluluğu, mutsuzluğu talihin cilvelerine bağlamadıklarına, büyüklüklere zaten önem vermediklerine göre, daha derin düşünmüş ve demek istemiş olabilir ki bence, ömrümüzün mutluluğu, soylu bir ruhun rahatlığına, doygunluğuna, düzenli bir kafanın kararlı ve güvenli oluşuna bağlı olduğu için, hiçbir insana, komedyasının en son ve kuşkusuz en zor perdesini oynamazdan önce mutlu denemez. O perdeden önce maske takınmış, felsefenin güzel öğütlerine gösteriş olsun diye uymuş, ya da sarsıcı olaylarla sınanmadığımız için hep sağlam yürekli kalmayı başarmış olabiliriz.
Ama ölüm karşısında son rolümüzde, gösterişe yer kalmaz artık, o zaman ana dilimizle konuşmak, dağarcığımızda iyi kötü ne varsa olduğu gibi ortaya dökmek zorundayız.
Nam verae voces tum demum pectore ab imo
Ejiciuntur, et eripitur persona, manet res. (Lucretius)
İşte o zaman içten sözler dökülür yürekten
Maske düşer, yüz kalır ortada.
İşte onun için hayatımızın bütün eylemleri bu son mihenk taşında denenmelidir. Başlıca gündür o, bütün öteki günleri yargılayan gündür. Bütün geçmiş yılların hesabı o gün verilmeli, der eskilerden biri. Ben de çalışmalarımın meyvesini denemeyi ölüme bırakıyorum. O zaman görürüz düşüncelerimin ağzımdan mı, yüreğimden mi çıktığını…
Montaigne; Denemeler‘den…