Moleküler Devrim,Sanat Ve Anarşi

Bizim ilgilendiğimiz şeyler çizgilerdir, noktalar değil. Georges Seurat’tan farklı olarak bizler gerçekliği noktalar yerine çizgilere dayanarak tanımlarız. Işığı dalgalarla yorumlarız, parçacıklarla ya da fotonlarla değil. Ve Charles Bukowski gibi yalnızca çizgilerle ilgileniyoruz. Onun ne “noktaları” ne de “virgülleri” Chomsky’nin dilbilgisel ağacına (düzenine) aittir. Şiirinden düzyazısına, Bukowski yazınında bulacağınız şey dilbilgiselliğin ve yapının reddedildiği bir çeşit rizomatik ya da çizgisel yazıdır. Virgüller ilişki, düzen, yapı öngörürler, burada ortaya çıkarılması gereken ham olguların kendileridir ve mümkün olduğunca yapılandırılmamış şekilde bırakılmalıdır.

Bu aynı zamanda John Cage ve e. e. Cummings’in şiiri için de geçerlidir. Virgüller, noktalar, noktalı virgüller, yani bütün bu dilbilgisel araçlar hissi ifadeyi imkânsız kılar duygulanımsallığı dilbilimsel ifadeye dönüştürürler, yerine dilin plastisitesini koyarlar. Bu sorunu fark eden ilk sanatçılardan biri Tristan Tzara idi. Tzara ifadenin tamamen duygulanımsal kalmasını istiyordu; dilin süssüz, yapılandırılmamış ve bilincin despotizminden bağımsız olmasını istiyordu.

Dadaist hareketin ardındaki bütün fikir buydu sürrealist hareketle karıştırmayın. Doğru dilbilgisiyle ilgilenmiyordu, evrensel üretimsel dilbilgisinin despotizmini umursamıyordu, doğru başlangıçlar ya da doğru bitirişleri önemsemiyordu… hiçbir zaman bir yazıya başlamadı, yalnızca hali hazırda hareketli süreçlere katıldı, bu katılım da her zaman çoklu yönlerden oldu, tıpkı bir haritaya girer gibi.

Bu tür çizgisel yazımı Artaud’da ve Bukowski’de görebiliriz. Artaud’un ve Bukowski’nin yazılarında başlangıçlar ve bitirişler yoktur ve tabii ki orgazm ya da doruk noktası da. Onların yazılarındaki bütünlük, yaylalardan, binlerce yayladan, yoğunluk çizgilerinden oluşur ve hakim edebi yazından farklı olarak onların yazıları orgazmik değildir; yani onlar son kullanmazlar, daha çok süreçler, (herhangi bir orgazmdan, herhangi bir doruk noktasından daha yoğun) yoğunluk çizgileri kullanırlar. Yaşam çizgilerde, ölüm ise noktalarda, orgazmda ima olunur. Orgazm bir sonuç, bir son-netice, bir nokta, bir kertedir… daha çok ölüm gibi. Hatta burada kolaylıkla ölümle iliskilendirilebilecek belli bir durgunluk (deflasyon) vardır; örneğin Oshima’nın Duyular İmparatorluğu’ndaki (In the Realm of Senses) orgazm-ölüm. Orgazma erişebilmek için kendini asan insanlar var. Orgazm kapitalist “tatil” fikri gibidir: geçici yoğunluk ve sonra tekrar iş – ya da ölüm. Nietzsche’nin aforizmaları yazmasının nedeni de budur. Nietzsche yoğunluklarla, arzu akışlarıyla, çizgisellikle ilgileniyordu; dolayısıyla onun aforizmaları yaylalar olarak, yoğunluk çizgileri olarak, duygulanımsallığın çok sayıda tezahürü olarak okunmalıdır. Aynı şey La Rochefoucauld ve Basho’nun haikuları için de geçerlidir: Bir haikuyu doğru okumanın yolu da budur. Fakat, Batı’da her şeyi Dil ve Akıl altında sınıflandırırız. Artaud’un “duygulanımsal atletikliği”ni uygulamak için Doğu’ya yönelmesinin nedeni de budur.

Rolando Perez

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!