Kilitli Kapının Ardındaki Yer
Varlığımı korumak için bütün gün kendimle uğraşıyorum. Çünkü varlığımı korumazsam dağılıp paramparça olacağımı sanıyorum. Korkuyla ve sımsıkı kapanıyorum kendime. Kendime sımsıkı kapansam da yine her gün bitiminde hep aynı eksikliği, hep aynı yetinmezliği yaşıyorum. Hayatın bütün bu şekillenişi… Vitrinler, konuşma biçimleri, eşyalar, yollar, fikirler, alışkanlıklar, beklentiler, bütün bu sistem, her şey ama her şey beni kendime kapatıyor.
Yoksa dağılıp parçalanmaktan korkup kapandığım kendi benliğimde değil de kilitli bir kapının önünde mi bekliyorum, hep, ben? Yoksa bu kilitli kapıyı da yitiririm diye mi korkuyorum dağılıp parçalanmaktan?
Bu kilitli kapının varlığına en çok sevgilerin başladıktan bir süre sonra bittiği, dostlukların hiç beklenmedik bir anda tükendiği zamanlarda inandırdım, kendimi ben. Bu kapıyı bir açabilsem, açıp içine bir girebilsem, orada sevgilerin sonsuza dek süreceğini, dostluklarımın hiç tükenmeyeceğini düşünürdüm, hep. Buna kendimi ısrarla inandırdım. Orada herkesin içinin görülebileceğini, herkesin maskesiz olduğu gibi yaşadığını hissettim.
Orada egemenlik, güç ilişkileri yoktu. Orada güçsüz, zayıf, yetersiz diye kimseyi aşağılama yoktu. Çünkü orada herkesin varlığı tek tek önemli, herkes tek tek eşsiz, herkes tek tek vazgeçilmezdi… Sahiciydi…
Herkes kendi ve başkalarının varlığını korkmadan doya doya tadıyor ve yaşıyordu orada… Ezilen, baskı altında olan, engellenen olmadığı için, herkes doğumuyla getirdiği sevgiyle vardı orada. Başkalarının mutsuzluğu üzerine kurulmuyordu hayatlar. Bir kişinin mutluluğu bile oradaki herkesi yukarı çıkartıyordu, sevinçle yükselmeye…
Peki, bu hayatta yaşadığım o derin eksiklik, o bitmeyen yetinmezlik duygum yüzünden aklımın uydurduğu bir efsane, bir yok ülke olamaz mıydı bu kilitli kapının arkasındaki dünya? Yoksa hepsi, hepsi bu muydu, bu kadar mıydı hayat?
Ama ben bu hayatla hiç uyuşamadım, hiç bütünleşemedim ki… Hiç beni giderek daha da içime kapayan bu işleyişin dilini çözemedim ki. O benden ne istiyordu, ben ona ne veriyordum, hiç bilemedim ki… Yaşamak değildi de bu, sanki yaşıyor gibi olmaktı, öyle göstermek, öyle sanmaktı.
Cezmi Ersöz