Kaostan Ahenge
Hayatın altın rengi kazanmış yeni yaprakları sonbaharın ılık nefesiyle dans ederek yere dökülüyordu, yeniden hayat kazanmak için düşüyorlardı belki de. Hayır hayır belkide onlar bir daha ılık nefese giden ıztıraplı süreci yaşamamak için düşüyorlardı. Kimbilir belki de onlar hiç düşmüyorlardı, yükseliyorlardı. İnsanların onları düşen nesne olarak görmeleri onları etkilemiyordu çünkü onlar artık isteklerine kavuşmuşlardı. Buluştukları topraktı, onları yüksekte tutan ve yine kendi koynuna alan, onları çürüten. Her şey başladığı gibi bitmeliydi, bu doğanın yazılan kuralıydı. İçlerinde bu sınırsızlığa hazır olmayanlarda vardı, sonbaharın ılık nefesini korkunç bir son gibi görenler, hazır olmayanlar…
Şimdi onlar sonbaharın ılık nefesiyle birleşmeyerek dondurucu soğukla karşılaşacaklar ve bu onlar için bir gerçeklik anlamını taşıyordu. Gerçek hangisiydi acaba? Sonbaharın ılık nefesi mi, yoksa dondurucu soğuğun sertliği mi… Hiçbir taraf bilmiyordu. Bunu sonu yaşayarak öğreneceklerdi. Aslında gerçeği öğrenebilirlerdi ama öğrenmelerine engel olan korkularıydı. Oysa ki hepsi onları taşıyan bir köke sahipti ve bu kök onlar gibi binlerce yaprağı gerçekle buluşturmuştu. Her gün bu kökle konuştuklarında gerçeğin ne olduğunu korkuları yüzünden soramamışlardı. Şimdi bu korku yüzünden sonlarının ne olduğunu bilmiyorlardı. Bazıları bireysel olarak ilerlemiş, bazıları diğerlerine bakarak örnek alarak ilerlemiş, bazıları da köklerine bakarak ilerlemişlerdi. Bireysel olarak ilerleyenler hiçbir renk almadan kalmışlardı, diğerlerine bakarak ilerleyenler altın renkli düşmeye hazır renk kazanmışlardı, köklerine bakarak ilerleyenler yeşil olarak kalmışlardı.
Yıllardır kökü üzerinde yılmadan duran ağaç köklerinin birleştiği ırmak sayesinde varlığını sürdürüyordu. Sonu düşünen ve aynı anda düşünemeyen sadece yapraklar değildi, aynı yolda ağaç da ilerlemişti, ve köklerinin nereye kadar devam ettiğini sorgulamamıştı. Yapraklardan farklı olarak sorgulamasına engel olan korkusu değildi, engel olan derinliğe inecek vicdana sahip olamamasıydı. Bu ağacı yıllardır canlı tutan ırmak da her şeyden habersizdi, nereden geldiğini ve nereye gittiğini bilememekteydi. Bunun sonucu olarak o her zaman sabit kalamıyordu. Artık düzensizlik içerisindeki düzen ortaya çıkmalıydı, büyük bir fırtına yaşandı. Irmağın suları taştı, ağaç devrildi, yapraklar ne sonbaharın ılık nefesini ne de soğuğun sertliğini görebildiler. Kısa süre içinde sulara karıştılar. Artık yıkılan ağacın yerinde yeni bir ağaç oluşacaktı, ama düzensizlik içerisindeki düzen bile oluşan yeni ağacın sonunu bilememekteydi. Bu yüzden o da beklemeliydi. Olanları izleyen ve kimsenin göremediği “varlığına yokluğunu yansıtan O” izleyici olarak kalmayı tercih etmişti…
Seçimler ve sizler, görmek istediğiniz gibi değil görmeniz gerektiği gibi görmeniz dileğiyle.
Ave Ate Maledictum