Kaos Teorisi Makalesi
20. yüzyıl fiziğinin kuantum, izafiyet ve Big Bang teorilerinden sonra üzerinde en çok felsefi ve teolojik tartışmaların yapıldığı teorisi kaos teorisi olmuştur. Bu teorinin ortaya konmasında meteoroloji alanındaki çalışmaların özel bir yeri vardır. 1960'h yıllara gelindiğinde, eğer hava durumunu belirleyen tüm fenomenleri ayrıntılı bir şekilde bilebilirsek, mükemmel hava tahmini yapmamızın mümkün olacağı düşünülüyordu. Edward Lorenz, bilgisayarında kuracağı meteoroloji ile ilgili modelle, bütün hava tahminlerini kusursuz yapabileceği bir öngörü gücü elde edeceğini umuyordu. Buradaki güvenin kaynağı aslında fizik yasalarının determinizmine olan inançtı ve bilgisayarın yapacağı matematiksel hesaplamanın, mevcut durumdan gelecek için rahatça çıkarımları mümkün kılacağı düşünülüyordu.Lorenz, bilgisayara girdi olarak verilen sayısal değerlerin küsurlarındaki ufak bir yuvarlamanın bile çıktılarda çok büyük değişikliklere yol açtığını gözlemledi. Bu ise hava tahminleriyle ilgili süre uzadıkça, hava tahmini yapmanın imkansız olması demekti. ‘Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık’ kaos teorisinin en önemli özelliklerindendir. Uzun bir süreçte, tek bir atomun bile konum ve hızını, yüzde yüz olarak doğru belirleyemezsek, gelecek ile ilgili tahmin yapmak olanaksız olmaktadır. Ufak bir noktanın bile katrilyonlarca atomdan oluştuğunu düşünürsek; hiçbir bilgisayarın, -ki o da atomlardan oluşur- bu kadar çok parçacığın işin içine girdiği ve bunların her birinin konum ve hızının, süreç sonucunda ortaya çıkacak sonucun tahmini açısından önemli olduğu bir durumu, hesap edebilmesi mümkün değildir.
‘Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık’ olgusunun meşhur bir ifade edilişi ise ‘Kelebek Etkisi’ şeklindedir. Buna göre Şam’da kanatlarını çırpan bir kelebeğin yapacağı bir değişiklik bile, bir sürecin sonunda İstanbul’da bir kasırgaya sebebiyet verebilir. ‘Başlangıç koşullarına hassas bağımlılık’ ile ilgili bu olgunun, meteoroloji dışında birçok alanda da geçerli olduğu görüldü. Özellikle 1970'li yıllar ve sonrasında Ilya Prigogine’in yaptığı çalışmalar, bu olgunun kaos teorisi adı altında incelenmesini başlattı. Depremler, kalp atışları, pamuk fiyatları, sahil şeritleri gibi birçok farklı olgu kaos teorisiyle incelendi. Hatta fraktaller gibi, kaos teorisiyle ortaya çıkan olguları ele alan bir geometri bile keşfedildi.Kaos teorisiyle ortaya yeni bir formül konmadıysa da daha önce bilimsel olarak incelenmeyen periyodik olmayan davranışlar, fizik biliminin ilgi alanına girdi.
Kaos teorisi, deteminist yasalar çerçevesinde gelişen dinamik sistemlerin, periyodik olmayan ve öngörülemeyen davranışlarını inceleyen teori olarak tarif edilebilir. Kaos teorisinde süreç boyunca oluşan davranışlar önemli olduğu için, bu teoride ‘zaman’, diğer birçok teoriden daha özel bir değere sahiptir. Newton fiziği, izafiyet teorisi ve kuantum teorisindeki fizik yasaları tersinirdir, örneğin ileri giden bir cisim geri de hareket edebilir; fakat kaos teorisinde odak konusu olan süreçler tersinemezdir, burada ‘zamanın akış yönü’ önemlidir. Bu yönüyle kaos teorisi, zamanın ontolojik mahiyeti üzerine yapılacak felsefi tartışmalar açısından göz önünde bulundurulması gerekli bir teoridir. Bu tartışmayı başka çalışmalara bırakarak, bu kitabın odaklandığı konulardan Tanrısal etkinlik ile kaos teorisi arasındaki bağlantıya geçiyoruz. Kaos teorisine, Tanrısal etkinliğin açıklamasında en merkezi rolü veren bilim adamı-felsefeci-teoloğun John Polkinghorne olduğunu söyleyebiliriz. Polkinghorne da Spinoza, Schleiermacher gibi geçmiş ve Tracy, Russell gibi çağdaşı düşünürlerle; Tanrı’nın doğa yasalarını ihlal etmeyeceği konusunda aynı görüşe sahiptir. Bu hususta Polkinghorne, daha önce gördüğümüz, Tanrı’nın, kuantum teorisindeki bazı veya bütün belirsizlikleri belirleyerek -böylece doğa yasalarını askıya almadan veya ihlal etmeden-etkinliklerini gerçekleştirdiğini savunanlarla aynı kanaate sahiptir. Fakat Polkinghorne, kuantum teorisinin ontolojik indeterminizmi gösterip göstermediğinin tartışmalı olması gibi gerekçelerle kaos teorisini, doğa yasaları ihlal edilmeksizin gerçekleşen bir Tanrısal etkinliğin açıklanması için daha önemli bulmaktadır. Polkinghorne, Tanrı’nın, sisteme bilgi dahil ederek (inputs of information), fakat enerji dahil etmeyerek etkinlikte bulunduğunu savunur. Bu vurgunun sebebi, Tanrısal etkinliğin, evrenin en temel yasalarından ‘termodinamiğin birinci yasası’nı (madde ve enerjinin korunumu yasası) ihlal etmediğini belirtmektir. Polkinghorne, Tanrı’nın, sisteme bilgi dahil ederek etkinlikte bulunduğunu savunmakla, kaos sürecinde bir esneklik bulunduğunu söylemiş olmaktadır. Kaos sürecinde olası birçok alternatif olmalıdır ki, Tanrı’nın sürece bilgi dahil etmesi bir değişiklik oluştursun. Birazdan göreceğimiz gibi, Polkinghorne’un çokça eleştirildiği nokta tam burasıdır: Determinist bir süreçte nasıl oluyor da bir esneklik olmaktadır?
Kaotik süreçlerde ‘ontolojik indeterminizm’ veya ‘epistemolojik indeterminizm’ olması arasında önemli fark vardır. (Bu ayrımı birçok kişi yapmamıştır ama Polkinghorne bu ayrımın farkındadır.) Kaos teorisinin, deterministik denklemler sonucunda kaotik süreçlerin oluştuğunu söylediğini düşünürsek; buradaki indeterminizmin, bizim bilgisel eksikliğimizden, öngörüde bulunmamızın mümkün olmamasından kaynaklanan epistemolojik bir durum olduğu anlaşılır. Fakat bu epistemolojik durum, kaotik süreçlerde ‘ontolojik indeterminizm’in (ontolojik açıklığın/esnekliğin) olduğu; yani Tanrı’nın, doğa yasalarını ihlal etmeden sürece etkide bulunabileceği açıklıkların olduğu anlamına gelmez. Nitekim Tracy, kaos teorisinde sürprizlere yer olmadığını; bu teoriye dayanarak, geçmişte belirlenmiş bir geleceğin olmadığını, savunamayacağımızı söyler. Tracy, bu teorinin öngörüde bulunma açısından ‘cehalet perdesi’ (veil of ignorance) arkasında olduğumuzu gösterdiğini ve bazı teologların ‘bu perdenin’ arkasında Tanrı’nın etkinlikte bulunduğunu savunabileceğini söyler; fakat bu, doğa yasalarını ihlal ederek veya askıya alarak müdahalelerde bulunan bir Tanrı anlayışı olacaktır. Tracy, eğer doğada açıklık bulunduğu savunulacaksa, kuantum teorisinin iyi bir alternatif olduğu, fakat kaos teorisinin iyi bir seçenek olmadığı kanaatindedir.
Clayton, kaos teorisinin matematiğinin deterministik olduğunu söyleyerek, bu teoride ‘ontolojik açıklıklar’ın olmadığını söyler. Murphy de kaos teorisiyle ‘epistemolojik öngörüsüzlük’ten (epistemological unpredictability), ‘ontolojik indeterminizm’e geçmek için bir sebep olmadığını düşünmektedir. Murphy, epistemolojik bir kavram olan ‘öngörü’ ile ontolojik bir kavram olan ‘nedensel determinizm’in karıştırılmaması gerektiğini söylemektedir. Murphy için de kuantum teorisi, doğa yasaları ihlal edilmeden oluşan Tanrısal etkinliği açıklamak için gerekli açıklıklara sahipken, kaos teorisi bu açıklıklara sahip değildir. Fakat Polkinghorne, kaos teorisinin doğada esnekliğin (ontolojik açıklığın) olduğunu gösterdiğini savunmakta yalnız değildir. Paul Davies de kaos teorisinin, evrenin sonunun nasıl olacağının hesaplanamayacağını gösterdiğini ve bundan evrenin sonunun belli olmadığının anlaşılabileceğini söyler. Davies, kaos teorisinin, fizik yasaları ile ‘şans yasaları’ (the laws of chance) arasında köprü kurmamıza olanak tanıdığını iddia eder.Davies’in bu yaklaşımına karşı yapılacak muhtemel itirazlar, Murphy’nin, Polkinghorne’a yaptığı itirazla aynı olacaktır: Epistemolojik bir kavram olan ‘öngörüsüzlük’ten ontolojik bir kavram olarak ‘indeterminizm’e geçmek ne kadar meşrudur?
Polkinghorne yaklaşımına karşı getirilen itirazların farkındadır. O, bir fizik yasası olarak kaos teorisi ve doğada ortaya çıkan kaotik fenomenler arasında ayrım yapmakta, bunlardan ilkini deterministik, ikincisini indeterministik olarak görmektedir. Polkinghorne -Ilya Prigogine’in de aynısını belirttiğine vurgu yaparak- gelecekte daha ‘bütüncül ve açık’ (holistic and open) bir teorinin geliştirilebileceğini ummaktadır. Kısacası Polkinghorne, determinist yasaların indeterminist ontolojik yapıya bir ‘yakınlaşma’ olduğunu düşünmektedir. Bunu, Newtoncu yasaların çekim kuvvetine bir ‘yakınlaşma’ olmasına benzetebiliriz; nitekim Einstein izafiyet teorisini ortaya koyduktan sonra, bu durum anlaşılmış ve Newtoncu yasalardan daha mükemmel şekilde çekim kuvveti açıklanmıştır. Fakat Polkinghorne’un bu tezini destekleyecek bilimsel bir bulgunun olmadığı da hatırlanmalıdır. Polkinghorne, kaos teorisinin, doğadaki gerçekliğe ‘aşağı doğru zuhur eden bir yakınlaşma’ (emergent downward approximation) olduğunu söyler. Polkinghorne temelde indeterministik olan doğadaki gerçekliği ele alan bilimsel teorileri incelediğimizde, bu yapıyı kısmen açıklayan deterministik denklemlerle (kaos teorisiyle) karşılaşıldığına inanır. Sonuçta, Polkinghorne’a göre, determinizm sadece ‘görünüşte’ var olan bir olgudur.
Kaos teorisinin bu şekilde yorumlanmasının Polkinghorne’un metafizik tercihlerinden kaynaklandığı gözükmektedir. Nasıl Einstein ve Bohr’un farklı metafizik tercihleri, ‘zahiren indeterminist’ kuantum teorisinin, determinist ve indeterminist olarak farklı yorumlanmasına yol açtıysa; farklı metafizik tercihler, ‘zahiren determinist’ kaos teorisinin determinist ve indeterminist şekillerde farklı yorumlanmasına da yol açmaktadır. Doğanın teolojisini yapmaya çalışanlar (teolojik görüşlere göre doğayı yorumlayanlar), doğadaki fenomenlerin bu farklı yorumlarının farkında olarak Tanrısal etkinlik konusunu ele almalıdırlar. Her ikisinin de yorumlarında farklılık olsa da, kaos teorisi ve de özellikle kuantum teorisi, modern bilim açısından görmezden gelinemeyecek kadar temeldir. Sonuçta Tanrısal etkinlik konusu ele alınırken, bu teorileri mutlaka göz önünde bulundurmalıyız, fakat bu göz önünde bulundurma, bu teorilerin farklı yorumları için de geçerli olmalıdır; bunların belli şekilde yorumunun tek alternatif olmadığı bilinmelidir.
Eğer doğada ontolojik açıklığın bulunduğu savunulacaksa, biz de Tracy, Murphy ve Clayton gibi düşünürlerle beraber kuantum teorisinin daha iyi bir alternatif olduğunu düşünüyoruz. Zahiren determinist bir teoriyi indeterministik bir şekilde yorumlamaktansa, zahiren indeterminist bir teoriyi indeterminist bir şekilde yorumlamak daha makul gözükmektedir. Bu konudaki en uygun tercih ise kuantum teorisiyle kaos teorisinin birleştirilmesi; böylece, kuantum seviyesindeki belirsizliklerin, kaos teorisindeki ‘girdideki ufak farklılıkların büyük sonuçları olabileceği’ görüşüyle beraber değerlendirilmesi olacaktır. Çünkü, bu yolla, Tanrı’nın mikro seviyedeki bir belirsizliği belirlemesiyle, nasıl büyük sonuçlar açığa çıkabileceğinin bir modelini göstermek mümkün olacaktır. Bu, özellikle Tanrısal etkinliğin ‘mucize’ şeklinde tezahür ettiği durumları, doğa yasaları çerçevesinde açıklamak isteyenler için önemlidir. (Bir sonraki ‘mucizeler’ ile ilgili bölümde bu konu ele alınacaktır).
Jason Colwell gibi bazı düşünürler, kuantum seviyesinde Tanrısal etkinlikle oluşturulan ufak değişikliklerin, kaos teorisiyle genişletileceği bir modeli; kuantum teorisiyle beraber ele alınan Tanrısal etkinliğin, önemli sonuçları olabileceğini gösteren bir model olarak savunmuşlardır. Nitekim Schrödinger’in kedisi ile ilgili hayali deney, kuantum seviyesindeki bir belirlemenin, nasıl makro seviyede kedinin ölü veya canlı olması gibi önemli bir farklılığa yol açacağını göstermek için kullanılabilir. Fakat kuantum teorisiyle kaos teorisinin nasıl birleştirilebileceği konusunda, son 20-30 yılda epeyce bir tartışma yapıldıysa da, ortaya henüz tatmin edici bilimsel bir yaklaşımın konmadığı da bilinmelidir. Atomun mikro dünyası ile atomlardan oluşan makro dünya arasında bir duvar olmadığına göre, kuantum teorisiyle kaos teorisini birleştiren yaklaşım(lar)ın ortaya konmasını beklemek, safça bir ümitten çok, sağduyuya uygun bir beklentinin gereğidir.