John Rogers Searle Kimdir?

John Rogers Searle Kimdir?

(d. 31 Temmuz 1932, Colorado, Denver)

California Üniversitesi, Berkeley'de Slusser profesörü olarak görev yapan Amerikalı felsefeci. 31 Temmuz 1932 Colorado, Denver doğumlu John Rogers Searle Amerikalı bir filozoftur. İlgilendiği esas alanlar; dil felsefesi, aklın felsefesi ve metafiziğin alanlarıdır. Searle, şu anda Kaliforniya’daki Berkeley Üniversitesi’nde Profesör olarak çalışmaktadır.
John Rogers Searle Kimdir?

(d. 31 Temmuz 1932, Colorado, Denver)

California Üniversitesi, Berkeley'de Slusser profesörü olarak görev yapan Amerikalı felsefeci. 31 Temmuz 1932 Colorado, Denver doğumlu John Rogers Searle Amerikalı bir filozoftur. İlgilendiği esas alanlar; dil felsefesi, aklın felsefesi ve metafiziğin alanlarıdır. Searle, şu anda Kaliforniya’daki Berkeley Üniversitesi’nde Profesör olarak çalışmaktadır.
Söz eylem kuramı ve günlük konuşma Searle, John L. Austin, William P. Alston, Kent Bach ve Robert M. Harnish’le birlikte söz-eylem kuramının en önemli temsilcileri arasında yer alır. Söz eylem kuramı, dilsel anlamda bir teori olarak şu şekilde anlamlandırılmış ve tanımlanmıştır: Konuşma, bu eylemi gerçekleştirmektir. Örneğin; iddia etmek, emir vermek, soru sormak, söz vermek gibi eylemleri veya ima etmek ya da öncelemek (tahmin yürütmek) gibi soyut düzeydeki eylemleri veya dilsel öğelerin kullanımı için belirlenmiş kurallardan ileri gelen olanağını ve de bu kuralların, bu eylemlerin yerine getirilmesi gibi eylemlerin gerçekleştirilmesi anlamına gelir.

Dil Kuralları

Searle, söz eylem kuramı ve de daha çok dil kuralları üzerine yaptığı icraatlarından bahsetmiştir. Kullanım kurallarıyla birlikte söz eyleminin anlamı olan “Wittgenstein geleneği” ile bağlantı gösterir.

Searle, G.C.J. Midgley tarafından yazılan “Linguistic Rules” ta bahsedilen düzenleyici (regulative) ve (yapı) oluşturucu (constitutive) kurallar arasındaki ayırımı kabul etmiştir. Burada oluşturucu kuralları yeni bir davranış tarzı oluştururken, düzenleyici kuralları da zaten var olan eylem tarzında düzenlemiştir. Bu, sokaktaki trafiğin kurallarla yönetilmesine benzer, ancak bu kuralların hiçbirisi trafik için gerekli bir şey değildir. Buna karşılık, satranç oyununun kuralları oluşturucudur. Yani satranç oynayan birisi eğer oyunun (constitutive) kurallarını bilmiyorsa, satranç oynayamaz, olsa olsa satranç tahtasında başka bir oyun oynar. Midgley’in “Linguistic Rules”tan yola çıkarak, Searle, anlam kuramının temel öğelerine ilişkin oluşturduğu kuralların tanımının ne olduğu ve dilin constitutive kuralları aracılığıyla oluşturmayı iddia etmiştir.

Searle, „Bir dili konuşmak, temel kurallarla bezenmiş sistemlerle irtibatlı olarak dil eylemleri gerçekleştirmek“ olduğunu belirtmektedir. Wittgenstein’ın geç dönem felsefesinde kurallara karşı çıkma eğilimi olmasına rağmen, her iki filozof arasında önemli bir fark vardır. Searle, sistematik bir dil kuralı oluşturmaya çalışırken, Wittgenstein da günlük konuşma dilinin sistematik bir şekle sokulmasına karşı çıkmıştır. Searle’ün söz konusu olan dili sistematikleştirme çabaları, dilbilim çalışmaları açısından yararlı olurken, dil felsefesi kapsamında tartışmalı olarak kalmıştır. Hal böyle iken, bazı dilsel kuralların oluşumu ve geçerliliğinin nasıl ortaya çıktığı sorusu akla gelebilir. Bu kurallar tartışılabilir, zira (oyun ve trafik kurallarının aksine) açıkça belirtilmemiş ve yazılmamıştır. Aksine dil kuralları, uygulamada ima içermelidir.
Dilini iyi kullanan biri kullandığı dilin kurallarını, nedenini bilmeden kullanır. İşte böyle bir problemin oluşması Donald Davidson’un kural kavramını reddetmesini onaylar niteliktedir. Robert Brandon ise, kural kavramında ısrarlı davranmış ve ortak bir uygulama doğrultusunda, dilsel kuralların nasıl var olduğunu ispat etmeye çalışmıştır.

Edim-Söz Eylemi

John L. Austin’in açıklamalarından yola çıkarak, Searle ‘edimsöz’ eyleminin, her bir söz eyleminin temel görüşünü oluşturduğunu öne sürmüştür. Bu görüşün oluşmasıyla birlikte, Searle tarafında her şey belirsizdir. Bu görüş, uzun bir süredir dil felsefesinin araştırılmasına sınır koyan, önermesel bir nesne aracılığıyla tamamlanır. Bu şekilde, dünyayla ilişkisi olan bir konuşma eyleminin, söz-eylem kuramındaki önemi anlaşılır. Almanca’da önermeli bir (yarım) yan cümle (dass) -dığı, olan gibi fiilimsilerle ifade edilir. Şöyle örnekler verilebilir: Napolyon’un vicdansız olduğu…, çimlerin yeşil olması…, gibi.

Söz eyleminin tam tanımı için, önermenin niteliklerinin belirtilmesine, edimsöz eylem tipinin niteliklerinin de eklenmesi gerekmektedir. Birkaç örnek verecek olursak: Şu ümit edilebilir ki …, şu söz verilebilir ki …, şu iddia edilebilir ki ... gibi. Örnekteki gibi farklı edimsöz görüşler aracılığıyla, aynı önerme ile birlikte çok farklı söz eylemi oluşturulabilir. Searle aşağıdaki şu örneklerle bunu netleştirmektedir:

Sam sigara içmeye alışıktır.
Sam sigara içmeye alışık mıdır?
Sam sigara içmeye alış.
Sam alışkın olarak sigara içmek ister.

Tüm bu tanımlamalar, aslında hep aynı önerme ile ifade edilir, yani Sam’in sigara içmeye alışık olduğu edimsöz görüşlerinde farklılık oluşturur. İlk cümlede bir iddia söz konusudur, ikinci cümlede soru sorulmuştur, üçüncüsünde emir ve son cümlede de bir dilek anlamı vardır. Searle, farklı eylemlerin kurallarını göstermeye çalışmıştır.
Bu amaçla Searle, varsayımsal bir edimsözü, yani sözünün analizini ortaya koymaya koymuştur. Böylelikle bir sözün söz eylemi olabilmesi için, çok sayıda şartın yerine getirilmesi gerekmektedir. Örneğin; bir kişinin ‘p’ söyleyebilmesi için ‘p’nin olmadığı bir alıcısı olması gerekmektedir. Bunun dışında biz bunu bir tehditle, hiç söz kullanmadan yapabiliriz. Aynı şekilde bir söz, bir eylemin yerine getirilmesi amacına da bağlıdır. Searle’e göre tüm bu şartlar, dilin yapı temellendiren kurallarını ortaya çıkarmak, tanımlamayı içermektedir.

Önermesel Eylemler

Searle’ün önermesel eyleminin tanımlanması, Austin’in retorik/konuşma eyleminin tanımıyla örtüşmemektedir. Ama en önemli fark ise; Searle’e göre önermesel eylem, söz eyleminin kesin bir parçası değildir, bunun aksine, bağımsız bir eylemin gerçekleştirilmesidir.
Önermesel eylem, edimsöz içerisinde konuşma (bir iddianın içinde ne gibi bir iddia olduğu sorusuna göre) olarak tanımlanabilir. Önermesel eylem, her iki referans ve derecesel eylemlerden ayrı olarak gösterilir. 

Söz Eylem Kuramı

Söz eylem ya da dil eylem kuramı, dilsel ifadelerle sadece olayları betimleyen ve ortaya iddialar ortaya koyan felsefi görüşler değil, aynı zamanda dünyanın durumunda değişiklik meydana getiren eylemlerin yerine getirilmesidir. Bu kuramlar şunu iddia eder: Örneğin, bir talimat (emir ya da kanuni hüküm), bir nesne ya da kişiye isim verme (vaftiz ya da adlandırma, ad koyma), kendi hükmüyle bir şey yapmak (söz verme), tehlikeye işaret eden bir ipucu (uyarı) ya da ruhsal anlamda dokunaklı bir ifade (hakaret), aynı şekilde gerçeğin değişimi bir vazonun parçalanmasına benzer. Söz eylem kuramı, dilsel eylemlerin varlığı, sınıflandırılması ve açıklanmasını araştırır. John Langshaw Austin ve John Searle, söz eylem kuramının en önemli temsilcileri kabul edilir.
Söz eylem kuramının ortaya çıkış tarihi, 1955 yılında John Langshaw Austin’in Harvard Üniversitesi’nde “How to Do Things with Words” başlığı altında düzenlediği konferansta bu kuramdan bahsetmiş olması sayılabilir. Aynı başlık altındaki bu eseri, 1961’de ölümünden sonra yayımlanmıştır. Esas olarak, 1969 tarihinde yayımlanmış “Speech Acts” (Söz Eylem) adlı kitabı ile Austin’in düşüncelerinden belirli görüşlerini, ihmal edilen ve not edilen başka düşüncelerini başarılı bir şekilde sistematik hale getirerek, söz eylem kuramı fikrinin yayılmasından Austin’in öğrencilerinden biri olan John Searle sorumludur.

Searle, özellikle tek dil ailelerinin tanımlanmış bir modeli olan “söz verme” söz eylemi örneğini geliştirmiştir. Söz eylem kuramının öncü dil filozofu olarak Ludwig Wittgenstein kabul edilebilir. 1953’de “Felsefi Soruşturmalar” adlı eserinin yayımlanmasıyla kelimelerin genel anlamda sadece şeylerin adlandırılmasıyla görevli oldukları teorisine karşı çıkışının açıklamasını yapmıştır. “Adlandırma eyleminin gerçekleşmesi ile devamında ne yapıp yapmayacağımız bize gösterilmiştir. Gösterilenlerin sadece bir tanesinin olup olmaması, şeylerden konuşmak anlamına gelmektedir. Cümlelerimizle çeşitliliği sağlarız.”

Wittgenstein, adlandırma açısından konuşma ve eyleme geçirme dil tezlerine karşı çıkmıştır. Burada “Dil oyunu” ifadesi, dili konuşmanın meslek ya da hayat tarzının bir parçası olduğunu belirtmelidir. Wittgenstein, bazı “dil oyunları”nı adlandırmıştır. Emir vermek, rica etmek ya da teşekkür etmek gibi söz eylemin kullanılan örnekleri Austin’in geç döneminin örneklerindendir. Bu geleneksel çizgi, büyük bir dikkatle çizilmelidir. Ludwig Wittgenstein, Austin ve özellikle John Searle’nin bilgiye olan yaklaşımları çok farklıdır.
İnsan mantığının bir teorisi olan Searle’nin söz eylem kuramının devam eden temellendirme çabaları, Wittgenstein’ın dil oyunu-düşüncesi ile söz eylem kuramının en önemli sorunu olan eleştiriyi netleştirmektedir. Searle, Wittgenstein’ın sistematikleştirilmemiş düşüncelerini sistematikleştirmiş, aynılaştırmamıştır. Bunun kural açısından netleşmesi, örneğin Noam Chomsky’nin “Transformationsgrammatik” (dönüşümsel dilbilgisi) gibi başka dilbilgisi teorileri, teknik kural ve kuramın uygulaması hakkında söz eylem kuramından yola çıkmalı, böylece hangi biçimde olursa olsun ifade edemeden, kurallara uyulabilir. Bu düşünce, Wittgenstein’ın “Felsefi Soruşturmalar” adlı eserinde açık bir biçimde eleştirilmiştir.
“Sözeylem araştırmalarının tarihi” konusunun gündeme gelmesi, çok da eski bir döneme rastlamaz. Irma Taavitsainen ve tarihsel pragmatiğin bir bibliyografyasını oluşturan Andres Jucker, merkezi yayın organları “tarihsel pragmatiğin kitabı”nı (Journal of Historical Pragmatics) kurmuşlardır. Tarihsel süreç içerisinde belirli bir söz eyleminin nasıl oluştuğu sorusu, “Onomasyoloji” (isim öğretisi) alanında (Joachim Grzega, Alfred Bammesberger ve Marion Schöner tarafından yazılmış “Onomasyoloji Online” adında, bu alanda kabul gören bir makalede ele alınmıştır.) Avrupa dilbilimi (Eurolinguistik) de söz eylemlerinin gelişimi ile ilgilenmiştir.

Austin, söz eylemin sınıflandırılmasını üç bölümde yaparken, Searle bunu dört bölüme ayırmıştır.

Anlam teorisi olarak sözeylem kuramı 

Sözeylem kuramı, Austin hariç bazı kuramcılara göre, sadece dilsel eylemlerin bir teorisi değil, aynı zamanda cümlede anlam teorisidir. Sözeylem kuramı, anlam kavramının tanımının zenginleştirilmesini talep etmiştir. Anlam kavramının yorumu, mantığın yönlendirici dil felsefesi gibi gerçeğin koşullarının tekrar kurgulanması olarak oluşamayabilir. Dilsel ifadeler, başarı ya da başarısızlık gibi görüşlerin değerinin dışarıya yansıtılmasında, gerçek değerlerinin eleştirisine gereksinim duyar.
Sözeylemler, birbiri ardına hiyerarşik bir şekilde sıralanmış unsurların karmaşık eylemleridir. Bu sıralama, sözeylem kuramını inceler ve bir şey yapılarak, bir şey söylenerek, bir şey açıklanarak nasıl etki altında kalındığını gösterir. Bir ifadenin cümledeki anlamı, bir soru ya da bir yasak söz konusu olduğunda anlam unsurlarına aittir.

1)İstasyon nerde ki?
2)Burada sigara içmek yasaktır!

Bu durumda, bir ifadenin belirli bir “edim rolünün” ya da “edim”inin olduğundan bahsedilebilir. Konuşmacı, edim rolün ya da edimin olduğu ifadelerle edimsöz eylemi yerine getirir. Bir ifadenin edimsöz rolü, söz edilen edimsöz göstergelerinden anlaşılır. Edimsözün göstergeleri şu şekildedir:
Cümledeki yeri: Peter sigara içer? Sigara içer mi Peter?
Durum edatı (Modalpartikeln): Susabilir misin? Biraz susabilir misin?
•*Edimsel fiiller: Bana yardım etmeni rica ediyorum, Sana işi kabul etmeni öneririm.
Tonlama: Sen Brunswik’ten mi geliyorsun? Sürekli artan bir tonlamayla bir ifade cümlesinin cümledeki yeri. Edimsöz tarzı; soru.
Bilinç Teorisi 

Searle, yönelmişlik kavramı ve sanatsal zekâ üzerine yaptığı çalışmalarından sonra bilinç teorisiyle ilgilenmiştir. Searle, kendisini “Natüralizm” geleneği içerisinde görmüş ve bilinç kavramının oldukça normal ve biyolojik bir olay olarak incelenmesi gerektiğini iddia etmiştir.

Aynı zamanda, “reduksiyonizm”in (sadeleştirme) sert eleştirmeni olan Searle, kişisel deneyimlerin doğa bilimsel tanımlamalar aracılığıyla asla aktarılamayacağını belirtmiştir. Bu natüralistik (doğacıl) inançlarından dolayı Searle, bilinci soyut bir olay olarak gören dualistik (ikilikçi) filozoflardan ayrılmak istemiştir. Searle’nin bu sadeleştirmeye karşı olan eğilimi, aynı zamanda sinirsel/nöronsal süreçlerle birlikte, zihinsel bir durumun tanımlanmasını yasaklamıştır.

Searle, biyolojik durumun zihinsel durumu etkilediğini belirterek, belirginleşen bu ikilemden kurtulmak istemiştir. Ruhun ve beynin karşılıklı etkileşimi, ikilemci teorinin tipik bir unsurudur. René Descartes da beynin belirli bir yerinde (beyin epifiz bezinde) var olan biyolojik sürecin ruhu da etkilediğini iddia etmiştir. Searle bu tarz teorilerden kendini soyutlamış ve sebep olarak başka bir biçimde var olan bilinç durumunu göstermiştir. Bilinç, karmaşık biyolojik sistemde üstün bir özellik ve soyut olmayan bir varlıktır. Searle, bu tarz açıklamalarıyla bilinç odaklanma/çekim teorisinin bir temsilcisi olduğunu kanıtlamaktadır. İkicilik ve fizikalizm sorunlarını kullanmayı vaat etmesi durumu çok cazip gelir. Bu çekiciliğe rağmen, aynı zamanda Searle’ün “biyolojik natüralizm“i sadeleştirmeye karşı olmasına tepki gösterilmektedir. Searle’e göre, bilinç problemsiz, biyolojik bir olay olmadığında, biyoloji aracılığıyla çözülemeyen, öznel bileşene sahip bir bilinç gibi anlaşılmaz olur.

Sosyal gerçekliklerin oluşumu

Searle, sosyal olayların ontolojisinde (varlıksallığında) iki esas konu olarak şunları belirtmiştir; sosyal gerçeklikteki anlaşılmaz bir olay sadece var olduğunu düşündüğünüz için var olan gerçektir. “Elimdeki 20 Dolarlık bir banknotun bir kâğıt parçası olduğu, İngiltere vatandaşı olmam ya da New York Giants beyzbol takımının bir maçı 3–2 yenmesi, nesnel bir gerçekliktir. Tüm bunlar, benim düşüncelerime bağlı olmayan nesnel gerçekliklerdir. Bunun tam zıddını düşündüğümde, yanlışa düşüyorum. Ancak, bu nesnel gerçeklikler sadece ortak bir kabul ya da onayla oluşmaktadır.” Searle’ün hedefi, insanların kabulüne bağlı olan dünyadaki nesnel gerçekliklerin nasıl olabileceğini ve bu gerçekliklerin nasıl oluştuğunu anlamaktır. Searle, “Aklın Felsefesi” ve “Dil Felsefesi”nde geliştirdiği felsefi araçları açıklamaya çalışmıştır. Özellikle yönelmecilik ve temel kural kavramları, Searle’ün “Toplum Felsefesi”nin odak noktasını oluşturmuştur. Searle şu üç temel süreç aracılığıyla sosyal gerçekliklerin oluşumunu açıklamıştır:

1)Toplu Yönelmecilik: Ortak bir fikir ve davranış yetisidir. Örneğin; orkestranın bir enstrümanı, takım sporları içerisinde futbol gibi.
2)İşlev Yükleme: Bir varlığa kendisinde olmayan bir işlevi yüklemektir. Örneğin bir ağaç kütüğüne sandalye işlevini yüklemek, bir taşı çekiç olarak kullanmak gibi.
3)Temel Kurallar: Bu kurallar, toplu yönelmeciliğin ve işlev yüklenmesinin birlikte yapılması sonucu oluşur. Bir nesneye sadece fiziksel özelliğinden dolayı değil, farklı özelliklerinden dolayı başka bir şey olarak kabulü yoluyla da işlev yüklenebilir. Örneğin, bir duvar fiziksel özelliği dâhilinde bir sınır işlevi görebilir. Fakat herkesçe sınır kabul edildiğinde, bu işlev aynı zamanda bir çizgi görevi de görebilir. Böylelikle bu sınır, sosyal bir kural aracılığıyla oluşturulmuş olur.

Realizm (Gerçekçilik) ve Relativizm (Görecilik) 

Searle’ün sosyal olay ontolojisinde oluşum kavramının asıl görevi, onun oluşumcu olarak herkesçe adlandırılmasını sağlamaktır. Bu durum, Searle sosyal gerçeklik alanındaki oluşumcu tezleri sınırlamak istediğinde geçerli değildir. Burada Searle’ün, gözleme dayalı ve gözleme dayalı olmayan olaylar arasındaki ayrımı ortaya çıkmaktadır.
Sosyal dünya, sosyal gerçekliklerin oluşumunun konuşulabilmesinden dolayı, gözleme dayalı olaylardan oluşmaktadır. Buna karşılık doğa bilimleri, oluşumu gerçekleşmemiş, gözleme dayalı olmayan olayları tanımlamaktadır. Genel oluşumcu durumlara karşı olarak bu eleştirel yaklaşımlar, son yıllarda Searle’ün de çok fazla üzerinde durduğu genel bir felsefi duruma atıfta bulunmaktadır. Searle, görecili felsefi akımlara karşı olarak, “gerçeklik”, “akılsalcılık” (rasyonalizm) ve “hakikat” kavramlarını geleneksel ve sağlam bir şekilde yorumlamaya çalışmıştır.
Bunun yanı sıra, Searle, Richard Rotry ve Jacques Derrida gibi yazarların gerçek ve varsayımsal rölativizmini (görecilik) sadece felsefi inanılmazlık olarak değil, aynı zamanda politik bir tehlike olarak görmüştür. Searle, özellikle konuşmamızın akılcılığı, gerçekliği ve hakikatinin geleneksel tanımının anlaşılmadığını felsefi açıdan kanıtlamıştır. Rotry, bu deneyüstü kanıta şu şekilde karşı çıkmıştır: “Searle, anlaşılırlık ve varsayımın koşullarını gördüğü her yerde, ben kullanıcıların büyük ve güçlü nesnelere, yani gerçeğin iç varlığına sadık olması, söz konusu uygulamaların kullanıcıların hislerine söz sanatı açısından güçlü ve süslü yazının aracılık etmesi gerektiğini düşünürüm.”

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!