Bilim ve Ütopya dergisiOcak 2013 sayısından
İslam felsefesinde rüya kuramı, işlevleri ve kimi sonuçları - Yrd. Doç. Dr. Hasan AYDIN (Yazının başlangıcından alınmış küçük bir kısımdır)
İslam filozoflarınca oluşturulan rüya kuramının, özde Tanrı odaklı olduğu ve rüyanın tanrısal evrene açılan bir kapı araladığı düşüncesini savunduğu için, İslam dünyasında, rüyaya ilişkin yer yer psiko – fizyolojik kökenli açıklamalar bulunsa da, büyük ölçüde onu mistikleştirdiği için rüya olgusuna nesnel bakışı engellediği ve rüyaya metafizik bir anlam yüklediği ileri sürülebilir.
Bu makale, İslam filozoflarının, Yeni Platoncu felsefe ile İslam dinsel bildirilerini harmanlayarak oluşturdukları rüya kuramını, ontolojik ve epistemolojik temelleri ışığında ele almaktadır. İslam filozoflarınca oluşturulan rüya kuramı, mistik bir kuramdır; rüyaya geleceği bilme konusunda işlevler yüklemektedir ve hatta filozofluk, velilik ve peygamberlik kuramlarına epistemolojik bir temel sunma iddiasındadır. Çalışma içerisinde söz konusu kuram, hemen tüm parçaları ele alınmak sureti ile analitik bir biçimde irdelenildiği gibi hem bilimsel düşünce hem de sosyal sonuçları açısından bir eleştirisi de yapılmaya çalışılmıştır.
1.Giriş
Rüya ya da düş, hemen her insanın uyku sırasında bireysel olarak yaşadığı, canlı, çarpıcı, görsel ve işitsel durumlarla birlikte ortaya çıkan gizemli bir fenomendir. Evrensel nitelikli bu fenomen, geçmişten günümüze insanların ilgisini çekmiş, gerek spekülatif gerekse bilimse3l tartışmalara konu olmuştur. Kuşkusuz tarihin tozlu sayfalarında geriye doğru uzandıkça, tartışmaların bilimsel boyutu azalmakta, spekülatif boyutu ön plana çıkmaktadır. Rüyaya ait erken dönem spekülasyonlara kabaca bakıldığında, onun gaybı bilme ya da geleceğe dönük kehanette bulunma konsunda bir araç olarak kullanldığı gözlenir. Nitekim rüyanın, gaybı bilme konusunda kimi bilgiler içerdiği, ve bu verilerin yorumlanarak ortaya çıkarılabileceği düşüncesine, Sümer, Babil(1), Mısır düşüncesi ile Yahudilerin dinsel içerikli kutsal metinlerinde rastlamak olanaklıdır. Hatta eski Mısırlıların yaklaşık dört bin yıl önce rüyaya ilişkin yorumları derlediklerini biliyoruz.(2) Benzer bir anlayışın, Eski Yunan mitolojilerinde de bulunduğunu belirtmek gerekir.(3) Söz gelimi Homeros, fildişi kapıdan fışkırıp akan ve parlayıp sönen görüntüden ve boş hayalden öte bir şey olmayan rüyalar ile boynuz kapıdan kaynayıp taşan ve ölümlülerin nasıl yorumlayacaklarını bilmeleri koşuluyla gelecek şeylerin işaretleri olan rüyalar arasında köklü bir ayrım yapar.(4) Yunanlıların çok erken bir tarihten itibaren kehanete konu olan ve olmayan rüyaları ayırma çabası içerisine girmiş oldukları, İlyada’da söz konusu edilen rüya yorumcusunun varlığından da açıkça anlaşılmaktadır.(5)
2. Eski Yunan’dan İslam’ın Klasik Çağı’da: Kehanet ya da geleceği bilme aracı olarak rüya
Rüya fenomeninin Herakleitos ile felsefenin ilgi alanına girdiği anlaşılmaktadır. O, genel anlamda rüyayı, kişinin kendi içine doğru yönelişi olarak yorumlamakta, ancak ona kehanet işlevi de yüklemektedir.(6) Atom teorisinin öncülerinden olan Demokritos, rüyaları çeşitli imgelerin veya görünütülerin duyu organlarına girişiyle açıklayan bir teori geliştirmeye yönelir ve bu teoriye göre, insanlar tanrıların farkına ya da daha doğrusu daimonların ayırtına bu görüntü ve imgelerden yola çıkarak varırlar. (7) Platon, rüyaların kehanet bildirici doğasına inanır ve rüyaların oluşumuna ilişkin fizyolojik bir açıklama da vermeye çalışır. O’na göre rüyaların kaynağında, ruhun ussal kısmının görsel imgelere dönüştürdüğü, iştaha yetisinin etkisi söz konusudur ve bu yetinin fizyolojik temeli karaciğerdir. Rüyaları doğuran ve aynı zamanda hayvanların karaciğerine bakılarak yapılan bilicilik/kehanet pratiğini açıklayan, işte karaciğerdeki bu görüntülerin varlığıdır.(8) Platon’un çeşitli diyaloglarında, rüyaların dini adanışlara ve din kuruculuğuna yol açan tanrısal uyarılara konu olduğu, hatta istihareye yatma geleneğinden söz edildiği görülür.(9) Aristoteles’in rüya konusundaki başlangıçtaki görüşü, Demokritos’un görüşlerine oldukça yakındır. O, ruhun rüya yoluyla mistik deneyimler yaşadığı, ruhun rüyada yaşadığı bu deneyimler aracılığı ile tanrıların varoluşuna dair işaretler elde ettiği düşüncesini savunur.(10) Fakat “Rüyalara dair ve Rüya Yoluyla Kehanetlere Dair” incelemelerini yazma noktasına geldiğinde, Aristoteles, rüyalara ilişkin tümüyle fizyolojik – psikolojik bir açıklama geliştirir ve fantaysa yetisiyle ilişkili gördüğü rüyaların, rastlantısal olarak geleceğe ilişkin kimi imalara içerseler de, onların tanrısal kaynaklı olarak görülemeyeceğinin altını çizer.(11) Aristoteles’in rüyaları psiko – fizyolojik bir bağlam içerisine yerleştirme girişimi, Peters’in de haklı olarak işaret ettiği gibi, adeta etkisiz olmaya yazgılıdır.(12) Zira Aristoteles sonrası felsefenin giderek artan dini – mistik ve ahlaki ilgileri, en azından bazı rüyaların tanrısal kaynaklılığının tekrar öne sürülmesine yol açmış ve bu anlayış felsefi düşünce içerisinde genel bir yaygınlık kazanmıştır. Buna karşın sahte rüyalar söz konusu olduğunda, ancak o zaman Aristoteles’in psiko – fizyolojik vurgusu gündeme gelmiş gibi gözükmektedir. Lamblichos’un “Pythagorascıların Hayatlarına Dair” adlı yapıtında, rüya fenomeniyle ilgilendiği, Pythagoras’ın çömezlerine, geceleyin ruh durumuna hitap eden musiki ve özel perhiz eşliğinde kehanet bildiren rüyalara yatmaları öğüdünün verildiği aktarılır.(13) Yine aynı geleneğin izdüşümlerinin Aelius Aristides’in ünlü rüya kitabı Kutsal Anlatılar ve Ephesoslu Artemideros’un rüyaların yorumlarına dair yapıtlarında da bulunduğu görülür.(14) Bu bağlamda, Macrobius’un Somnius Scipionis üzerine kaleme aldığı yapıtını da dile getirmek gerekir. Onun, Scipionis’in rüyalarını konu alan yapıtta, rüyaları, sembolik rüyalar, görüm gücüne dayalı rüyalar olmak üzere üçe ayırdığı anlaşılmaktadır.(15) Eski Yunan’daki bu görüşlerden, Platon’un, Aristoteles’in Yeni Platoncu yorumlarının ve Artemideros’un görüşlerinin 9 – 10. yüzyıllarda büyük ölçüde Arapçaya kazandırıldığını biliyoruz.(16) Burada, sırf rüya ve rüya yorumundan bahsetmesi nedeniyle Artemideros’un rüyaya ilişkin kitabının ünlü çevirmen Huneyn bin İshak tarafından Arapçaya çevrildiği ve bu çevirinin elimizde olduğunu anımsatmak yararlı olacaktır.(17) Arapçaya çevrilen yapıtlardan yola çıkarak, ilk bakışta, İslam felsefesinde de, rüyaya yönelik mistik bir bakışın egemen olacağı ve ona geleceği bilmede kimi işlevler yüklenebileceği sonucunu çıkarabiliriz. Tarihsel olarak durum gerçekten de böyledir; yani İslam felsefesinde de rüya mistik bir bağlamda ele alınmıştır. İslam filozofları, rüyaya mistik bir içerik ve gaybı bilme işlevi yükleyen bu kurama neden meyletmişlerdir? Kanımca bunun iki temel nedeni bulunmaktadır: İlki, gaybı bilmede rüyayı bir araç olarak gören Eski Yunan kökenli söz konusu anlayış, bilebildiğimiz kadarı ile rüyaya yönelik olarak oluşturulmuş spekülatif nitelikli ilk kuramdır ve modern psikolojide, rüyayı nesnel temelleriyle açıklamaya ilişkin Freud, Adler ve Skinner gibi düşünürlerin geliştirdiği bilimsel kuramlar öncesine ait temel yaklaşımı sergilemektedir. Dolayısı ile Müslüman filozofların önünde, dönemlerinin bilimsel bilgi birikimi açısından sadece bu kuram vardır. Burada Aristoteles’in rüyanın psiko – fizyolojik temellerine vurgu yapan kuramının Yeni Plâtoncu yorumcular aracılığıyla öğrenilmesinin, onun kuramının özgün unsurlarının İslam filozoflarınca yeterince görülmesine ve anlaşılmasın engel oluşturduğunu belirtmek gerekir. İkincisi, anılan kuramın İslam dinsel bilgileriyle örtüşen kimi yönlerinin bulunmasıdır. Bu örtüşen yönlerden yola çıkarak İslam filozoflarının, eski Yunan felsefesinde pek de önemsenmeyen vahiy ve peygamberlik kurumunu söz konusu kuramla bütünleştirdiklerini ve bu yönüyle kurama özgün katkılarda bulunduklarını kaydetmemiz gerekir. Konuyu nesnelleştirmek ve savlarımızı temellendirmek için çözümlememizi derinleştirmemiz gerekmektedir.