İdealizm-Realizm İlişkisi Ve Normatif Politika
Afganistan ve Irak müdahaleleri koalisyon güçleriyle birlikte olan ve olmayan ayrımını getirmiştir. ABD bu süreci “terörle mücadeleye destek verenler ve vermeyenler süreci” olarak değerlendirmiştir. Türkiye NATO bağlamında Afganistan’da destekte bulunurken, Irak’ta birinci tezkerenin TBMM’den geçmemesi sebebiyle koalisyon güçleri arasında yer alamamıştır. Reel politika Türkiye’yi Irak’ta ABD ile tam bir işbirliğine zorlarken, Türkiye’deki kamuoyu ve toplumsal hassasiyetler ABD müdahalesinden uzak durması şeklinde politik bir baskı oluşturmuştur. Reel politika-normatif politika ayrımının kendisini gösterdiği en belirleyici olaylardan biri tezkere meselesidir. Olan ile olması gereken arasındaki ilkesel ayrım partilerin politik tercihlerinde ele alınması gereken önemli bir konudur. Realizm her şeyi “olduğu gibi” kabule, idealizm “olması gerektiği gibi” kabule dayanmaktadır. Realizm, “gücün” belirleyiciliğini ve “çıkarı” önplana çıkarmakta, mevcut şartlara endekslenerek hareket etmeyi beraberinde getirmektedir. Olanı meşruluğa uydurmak yerine, meşruluğu olana uydurmaktadır. Bu yönüyle “teslimiyetçi” bir karakter ortaya çıkarmaktadır. Realizmde “değerler, idealler, kurallar” yerine, “güç, etkinlik ve sonuç” önemlidir. İdealizm “sonuç” yerine “doğru” üzerinde realizm ise “hak” yerine, “güç” üzerinde yoğunlaşmaktadır. İdealizm değerlerin tanzim ettiği bir dünya arzulamaktadır. Bu ise çoğu zaman şartların ve çıkarların engeline takılmakta, şartları küçümsemek ve sebep-sonuç ilişkisini gözardı etmek gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir.İdealizmin bir ütopyası vardır ve kimi zaman bu ütopya mevcut şartlarla örtüşmemektedir. Realizmin güç tahakkümü kadar, idealizmin ütopya tahakkümü de sorun doğurabilecek bir husustur. “Reel politik” Alman Ludwig von Hochau1 tarafından 1850’li yıllarda gündeme getirildiğinde Alman liberallerin gerçekçi davranmamasını eleştirmekteydi. Sonra ise reel politik başlı başına bir anlayış haline gelmiştir. İnsan doğasının ahlaki yönünü ihmal eden Machiavelli gibi düşünürler de
bu anlayışa güç vermiştir. İnsanı, toplumu, adaleti, değer ve ilkeyi değil; devleti, sermayeyi, çıkar ve gücü öne almıştır. Habermas’ın modernliğin kültürel ayrışması
dediği2 sanat, bilim ve ahlak arasındaki bağlantının kopmasının bir tezahürü de siyaset ile ahlak ilişkisinin zayıflamasıdır. Modern dönemde ahlak ile siyasetin ayrıştırılması bir yönüyle değerden azade, her türlü yozlaşmaya kapı aralayan; diğer yönüyle ise güç merkezli, hakları arkaplana atan bir siyasal tasavvur üretmiştir.Bugün olması gereken mevcut şartları bir veri olarak kabul edip dikkate alan bir idealizm ile, mevcut şartları belli değer ve ilkelere göre tanzim etmeyi reddetmeyen bir realizmin orta yolda buluşmasıdır. Hayattan kopuk bir idealizm ile hayatın anlamını ve değerini yok sayan bir realizm sorunlu yaklaşımlar üretmektedir.
“Sonucu” da, “doğruyu” da önemsemek, “doğru sonuca” ulaşabilmek mümkündür. İdeallerini kaybedenler rüzgarın önündeki yaprak gibi verili düzene teslim olmakta, suyun akışına göre sürüklenip gitmektedir. Hâlihazır şartları gözardı edip hayal dünyasında yaşayanlar ve suyun akışını görmezden gelenler de oldukları yerde sayıp hiçbir zaman sonuca ulaşamamaktadır. Olması gereken hak, hukuk, adalet gibi ideallere göre mevcut şartları dönüştürmeye çalışmaktır.Bunun asgari şartı da varolan gerçekliği doğru kavrayarak ve içinden geçilen süreci derinlikli bir şekilde analiz ederek ortaya özgün bir gelecek perspektifi koyabilmekten geçmektedir. “Olgular”ın dünyasıyla “değerler”in dünyası her zaman örtüşmemektedir. Fiziki şartlar ve realite ile inanç ve fikir dünyası arasındaki ilişki çözülmesi zor, çetrefil bir meseledir. “Nesne” ile onun “bilgisi” arasında ayrım yapan düşünürler nesne ile nesne hakkındaki bilginin değişim sürecinin de aynı olmadığını söylemektedirler. Bazen herhangi bir olguyla ilgili tasavvurumuz ve ideallerimiz varolan olgudan ileridedir. Bizim anlayışımız ideal, mevcut durum sorunlu ya da hâlihazır olgu ideal, bizim zihnimizdeki tezahürü sorunlu olabilir. Kimi zaman değişim sürecine tabi olan ve ideallerimize göre şekillenmesi gereken pratik durumdur. Örneğin demokrasiyle ilgili ideal ve beklentiler nazara alındığında hâlihazır demokratik sistemlerin gelişim geçirmesi değişim sürecinin bir gereğidir. Bazen de varolan olgunun değil, bu olguyla ilgili kanaatlerimizin tekâmül etmesi gerekmektedir. Örneğin muhafazakârlığın önemli bir donesi olan din açısından meseleye bakılırsa din sabittir, ama dini anlayışın tekamülü vardır ve dini düşünce gelişmeye tabidir. Din kâmil ve tamamlanmış iken, dini anlayış eksik ve değişime tabidir. Değişmez dini sabiteler ile değişen hayat şartlarının örtüştürülmesi bir zihni ameliyeyi gerektirmektedir. Dini bilginin gelişmesi normaldir, çünkü insanın beşeri ve tabii bilimlerden anladığı da değişmektedir. Gerek müspet ilimlerdeki gelişmeler, gerekse beşeri bilimlerdeki gelişmeler neticesinde dini metinlerin okunması farklı yorumlar ortaya çıkarabilmektedir. 8. yüzyıldaki insanın tabiat olayları hakkındaki bilgisiyle ortaya çıkan yorumlar ile 21. yüzyıldaki bilgilere dayanarak yapılan yorumlar arasında farklılık olması doğaldır. Evrenle ilgili insanın sahip olduğu bilgi arttıkça, evrenle ilgili ayetlerin yorumu da derinlik kazanmaktadır.Bazen idealimizdeki anlayışa ulaşmak için mevcudun, nesnenin tekamülü, bazen de nesneyi doğru kavramak için anlayışımızın, düşüncemizin tekamülü gerekmektedir. Bugün İslam dünyasında görülen ihtiyaç, dini çerçeveye uygun, ama çağın gerekleriyle örtüşen bir düşünceye sahip olabilmek ile idealize edilen katılımcı demokrasi ve hak/özgürlüklere uygun bir pratik üretebilmektir. Nesne ile nesne hakkındaki tasavvuru bir sayanlar da vardır. Bir olgunun tezahürü olarak ortaya çıkan düşünceler ve pratiklere bakarak bu olgu hakkında fikir yürütmek son dönemler daha belirgindir. Örneğin belli bir din mensuplarının ortaya koydukları pratikler ve kültür ile dini tanımlamak ya da demokrasi adı altında ortaya çıkan pratiklere bakarak demokrasi hakkında hüküm vermek… İslam coğrafyasından çıkan terörist unsurlar sebebiyle İslam ile terörü yan yana dile getirenler böyle bir yaklaşıma sahiptir.. Nesne hakkındaki tasavvurumuzu nesnenin kendisi olarak görmek bazen yanlış sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Bazı mezhep mensuplarının sapkınlıklarını dine veya demokratik süreçte yaşanan bazı olumsuzlukları demokrasiye mal etmek gibi. Değişimi yanlış yerden beklemek ve yanlış yere uygulamak başarısız sonuçlar almak anlamına gelmektedir. Nesneyi dönüştürmek için nesneyi doğru algılayacak bir zihne sahip olmak şeklinde söylenebilecek bu durum değişimin öncülüğüne soyunan aktörlerin değişim formasyonuna uygun bir dönüşümden geçmesini gerekli kılmaktadır. Normatif politika Partilerin siyaset yaptığı değer, ilke ve gelenekler ile partinin karşısına çıkan olaylar ve konjonktürel şartlar karşısında nasıl bir politika üreteceği, nasıl bir tavır takınacağı önemli bir sorunsaldır. Bütün partiler için siyaset felsefelerine, söylem ve kimliklerine uygun politikalar üretmek bir zorunluluktur, çünkü aksi partinin temsil ve söylem krizine girmesi demektir. Siyasi hareketler ya bir ideolojiden kalkarak politikalara giderler ya da politikalardan kalkarak bir ideolojiyle adlandırılırlar. Kimlik ile söylem/eylem dengesi siyasi tutarlılık açısından çok önemlidir. İkincisinin birincisini belirlemesi reel politikanın, şartların ve harici faktörlerin ana belirleyici olması anlamına gelir. Eylemlere teori üretmek değil, eylemleri teoriye oturtmak doğru olandır. İnsanın düşüncesinden sudur etmeyen, insanın iradesine dayanmayan her iş insanın kendisine ait olmayan iş demektir. Reel politika veya konjonktürel etki insanın düşünce dünyası ve iradesi ile şekillendirilerek özgün politikaya dönüşebilir. Partilerin felsefelerine, programlarına ve deklerasyonlarına uymayan her icraat “söylem ve eylem krizi”ne sebep olur ki, bugüne kadar eriyen partiler bu şekilde desteklerini yitirmiştir. Söylem ile eylem dengesini kurma çabası olumlu bir çaba iken, partilerin önüne daha fazla sorumluluk ve yükümlülük de getirmektedir.