İçdeney
GECE AYNI ZAMANDA BİR GÜNEŞTİR.
Nietzsche’nin “Şen Bilgi” için söylediği şu sözleri kitabım için söylemeyi ne kadar isterdim: “İçinde derinlik ve neşenin sevecenlikle el ele tutuşmadığı hemen hemen hiçbir tümce yoktur!” Nietzsche “Ecce Homo”da şunları yazıyor: “Kimseye onun üzerinde kolaylıkla haklar tanımadığımız için ona kimseyi inandırmak istemediğimiz, olağanüstü, aldatıcı ve tehlikelerle dolu bir başka ülkü önümüze çıkıyor:
Buraya kadar, tanrısal, dokunulmaz, iyi, kutsal olarak adlandırılan her şeyle, gücün ve bolluğun aşırılığından dolayı, safça yani amaçsızca oynayan bir kafanın ülküsü; onun için, halkta tam da geçerli olan en yüce değerlerin çoktan tehlike, çöküş, küçülme veya en azından rehavet, körlük, bir anlık kendini unutma anlamına geldiği bir kafanın ülküsü; örneğin buraya kadar saygı gören tüm bu gerçeğin yanında ve bugüne kadar davranışta, sözde, tonda, bakışta, ahlakta ve görevde egemen olan tüm görkemin yanında yer alırken kolaylıkla insanlık dışı görünecek, insansal olarak insanüstü olan iyi yüreklilik ve gönencin ülküsü; bu ülkü istemeden diğerlerinin cisimleşmiş bir taklidi gibi görünecektir; bununla birlikte büyük gerçeğin çağını başlatmak, büyük soru işaretini baştaki yerine koymak, tinin kaderini değiştirmek, saatin akrebini ilerletmek, trajedinin perdesini açmak üzere çağrılan belki de odur.”
Şu birkaç sözcüğü de aktarıyorum: “Hissedilen sempati, heyecan ve derin kavramaya rağmen trajik yapıların yok olduğunu görmek ve buna gülebilmek, işte bu tanrısallıktır.” Bu kitabın yaşamıma yanıt vermek üzere zorunlu olarak yazılan bölümleri ikinci İşkence ve son bölümleridir.
Diğerlerini, bir kitabı oluşturmanın hoşgörülebilir kaygısıyla yazdım. Başkasının önünde kendi kendine sormak: Hangi yolla içindeki her şey olma isteğini yatıştırabiliyor? özveri, konformizm, aldatmaca, şiir, ahlak, snobizm, kahramanlık, din, başkaldırı, övünme, para veya aynı anda birkaçı mı? veya hepsi birden mi? İçinde kötülüğün parıldadığı bir göz kırpması, melankolik bir gülümseme, yorgunluktan ileri gelen şaşkınlığın bizde yaratmış olduğu gizlenmiş acıyı ortaya çıkarır. Çok zor itiraf edilebilen bir acı içsel ikiyüzlülüğe, dolaylı, törensel gereksinimlere yol açar. (Kant’ın ahlakı gibi) Bunun aksine. Artık her şey olmayı istememek, her şeyi tartışma konusu yapmak demektir. Acıdan sinsice kaçmak isteyen herhangi biri evrenin tümüne karışır, her şeyi hayal ettiği şekilde değerlendirir, bu aslında hiçbir zaman ölmemek demektir. Bu belirsiz yanılsamaları, yaşamımızla birlikte ona dayanabilmek için gerekli bir uyuşturucu olarak kabul etmekteyiz.
Fakat zehirden arınmış bizler için ne olduğumuzu öğrendiğimizde durum ne olacaktır? Gevezeliklerden oluşan ışık görünümünden nefret etmekten başka bir şey yapamadığımız gecenin içinde gevezeler arasında kaybolan bizler. Zehirden arınmış kişinin itiraf ettiği acı bu kitabın konusunu oluşturmaktadır.
Bu dünyada iki kesin bilgiye sahibiz: Her şey olmadığımız ve ölümlü olduğumuz. Ölümlü olduğumuzun bilincinde olduğumuz gibi her şey olmadığımızın bilincinde olsaydık sorun yoktu. Ama eğer uyuşturucu bulamazsak dayanılmaz bir boşluk ortaya çıkar. Her şey olmak istiyordum: Bu boşlukta tükenmek yerine, cesaretimi topluyor ve kendi kendime şöyle diyorum: “Bunu istemekten utanç duyuyorum, çünkü şimdi görüyorum ki bu istek uyumak demektir”, böylece özel bir deney başlıyor. Tin, içinde korku ve esrimenin birleştiği tuhaf bir dünyada deviniyor. Böyle bir deney anlatılamaz değildir, bunu bilmeyene bu deneyi iletiyorum: Geçmişini saptamak zordur (yazılı kısmı, sözlü kısmın ancak girişidir); diğerinden ön bir korku ve arzu ister. Bir vahiyden kaynaklanmayan, içinden bilinmezden başka hiçbir şeyin ortaya çıkmadığı böyle bir deneyimi belirleyen özellik hiçbir zaman yatıştırıcı hiçbir şey getirmediğidir.
KİTABIM BİTTİĞİNDE, ONUN YETERSİZLİĞİNİ, TİKSİNDİRİCİ YÖNLERİNİ VE EN KÖTÜSÜ İÇİMDE, GÜÇSÜZLÜĞÜNDEN VE AMACININ BİR KISMINDAN NEFRET ETTİĞİM VE KİTABIMA KARIŞTIRDIĞIM VE KARIŞTIRMAYI SÜRDÜRDÜĞÜM YETERLİK KAYGISINI GÖRÜYORUM.
Bu kitap bir umutsuzluğun öyküsüdür. Bu dünya insana çözülecek bir bilmece gibi verilmiştir. Tüm yaşamım –derin düşüncelere dalışlarım kadar kuraldışı tuhaf zamanlarım– bilmeceyi çözmekle geçmiştir. Yeniliğinin ve genişliğinin başımı döndürdüğü sorunların gerçekten ucuna geldim. Olabileceği düşünülemeyen ülkelere girerek hiçbir zaman gözlerin görmediği şeyleri gördüm. Bundan daha baş döndürücü bir şey olamazdı: Gülmenin ve aklın, korkunçluğun ve güneşin içine girilebilirdi… Bilmediğim, ateşime duyarlı olmayan hiçbir şey yoktu. Muhteşem bir kaçık gibi ölüm, olabilirliğin kapılarını ya aralıksız açıyor ya da kapatıyordu.
Bu karmaşada, isteğime göre kaybolabilirim, kendimden geçebilirim, ama isteğime göre yolları ayırdedebilirim, entelektüel gidişe belirgin bir bölüm ayırabilirim. Gülmenin incelemesi bana, genel ve kesin coşkusal bilgi verileri ile yargılamaya dayanan bilgi verileri arasında çakışmalar alanı yarattı. Harcamanın değişik şekillerinin (gülme, kahramanlık, erime, kurban etme, şiir, erotizm veya diğerleri) birbiri içinde kaybolan içerikleri, varlıkların kayboluşunun ve yalnızlığının oyunlarını düzenleyen bir iletişim yasasını kendiliğinden tanımlamaktadır. Birbirine yabancı veya birbiri ile kabaca karıştırılmış iki çeşit bilgiyi bir noktada birleştirme olanağı, bu varlıkbilime umut edilmemiş bir dayanıklılık kazandırır: tam anlamıyla düşüncenin devinimi kayboluyor ama tekrar kitlenin oybirliği ile güldüğü noktada tam anlamıyla yolunu buluyordu. Bundan bir zafer duygusu hissettim: belki gayri meşru, belki vakitsiz?… Bana öyle gelmiyor. Bana olanı hemen bir ağırlık gibi hissettim. Sinirlerimi ayaklandıran şey görevimi tamamlamış olmaktı:
Bilgisizliğim önemsiz noktalardaydı, çözümlenmesi gereken daha fazla bilmece!
Her şey çözülüyordu! Yeni bir bilmeceyle uyandım, ve bunun hemen çözümsüz olduğunu anladım: Bu bilmece üstelik çok acı vericiydi, beni o kadar ezici bir güçsüzlük içinde bıraktı ki onu Tanrı gibi hissettim, eğer varsa, o da hissederdi. Kitabın dörtte üçü bittiğinde, bilmecenin çözülmüş şeklinin bulunması gerektiği yerde yapıtı bıraktım. İnsanın olabilirin en üst noktasına ulaştığı İŞKENCE’yi yazdım.
Önsöz- İçdeneyim