Hoşgörü Üzerine Krala Sunulan Önerge

Bütün dinlerin aynı şekilde yanlış olduğuna inanan ve onları, insanların daha kolay bir şekilde idare edilmeleri için politik bir bakış olarak kabul eden insanların onlar için önerilebilecek en çıkar yol olarak düşündükleri dini takip etmeleri için insanları zorlamada tereddüt göstermeyeceklerini sanıyorum... Ancak doğru bir din varsa, Tanrı herkesten neye inandığının ve ne yaptığının hesabını soracaksa, bu gerçek dini reddetmeye devam edenlerin payına sonsuz cezalandırmadan mutlaka bir pay düşecekse, dünyadaki herhangi bir gücün bir kişiyi bütün ruhu ve vicdanıyla doğru olduğuna inandığı din yerine diğer bir dine uymasını emretme hakkına sahip olduğunu nasıl tahayyül edebiliriz?
İnsanların uyması gereken doğru bir din varsa, dünyadaki bütün güçlere, kralların ve imparatorların fermanlarına, valilerin hükümlerine ve icracıların kılıçlarına rağmen insanlar bu dini ikrar eder ve uygularlar. Bu cesarete sahip oldukları ve kutsal görevi ifa ettikleri için kilisenin hürmete layık şehitlerini örnek olarak göstermekteyiz. Kendi vicdanlarının sesine uymada ve sivil otoriteye direnmede şehitler haklı idilerse, bu gerçekten dolayı onların vicdanı sivil otoriteyi bir hakem olarak tanımayacaktır. Bütün egemenler aynı dinden değildirler ve her dindar kişi kendisini, kurtuluşu için vicdanen, doğru olduğuna inandığı dine uymak zorunda hisseder. Egemenler, tebaasına kendi vicdanlarına itaat etmelerini emretme hakkına sahip değildir. İnsanları yargılarken Tanrı, doğru dine inanıp inanmadıklarını ve uygulayıp uygulamadıklarını onlardan talep edecektir; yoksa egemenlerin dinlerine inanıp inanmadıklarını ve uygulayıp uygulamadıklarını talep etmeyecektir. Bütün egemenler doğru dinden değillerse insanlardan bunu O, nasıl talep edebilecektir? 
Gözlerini aç ve dünya haritasındaki atalarına bir bak ve ne kadar az ülkede egemenlerin Katolik olduğunu gör. Dünyadaki egemenlerin çok büyük bir kısmının hata yapması, gerçek dini tespit etme hakkını Tanrı’ dan almışlarsa, nasıl olabilir? Eğer böyle bir hakları yoksa hem yanılmazlığı hem de sadece onlara verilen ilahi bir misyona sahip değillerse tebaalarının kaderi, mutluluğu ve sonsuza kadar büyük bir mutsuzluk içinde kalmaları konusunda karar vermeyi üzerlerine almaları ne büyük bir cesaret? İnsel ilkeler gereği herkes koruyacağı bir ruha sahiptir; herkes gerekli olan tüm akla ve bu ışığı uygulamak için tüm vahye sahiptir, ancak vicdanları kendisi içindir. Kendi vicdanına uymak her insanın hakkı ve görevidir ve hiçbir kişi kendi vicdanını diğeri için bir kural haline getirme hakkına sahip değildir.
Bu ilke o derece aşikar bir ilkedir ki ispatlamaya çalışmak bir zaman kaybıdır, ona karşı olan bu yanılsamalar insan ırkının çok büyük bir kısmını kör etmeseydi, dünyayı kanla sulamasaydı günümüzde bile milyonları mutsuz kılmazdı.
Hoşgörünün taraftarları prensin dini doğru din ise sadece o zaman yönetme hakkına sahip olduğunu ve ona itaat edilebileceğini mi söylüyorlar? Hayır, o zaman bile ona itaat edilmeyebilir ve etmeyebiliriz, onun salık verdiği dine uysak bile bu o emrettiği için değil din doğru din olduğu için olacaktır ve prens bu din gerçek din diye emrettiği için olmayacaktır. Bu tip bir nedenle dinin doğru din olduğuna inanacak kadar akılsız bir insan yoktur. Doğru olduğuna inanarak kendisini bir dine teslim eden kişiler prense itaat etmezler, yalnızca kendi vicdanlarına uyarlar ve prensin iradesi kendi vicdanının tek başına empoze ettiği yükümlülüğün derecesine bir şey ilave etmez, edemez. Prens ister bir dine inansın isterse inanmasın, ister tebaasının o dine uymasını emretsin isterse emretmesin, gerçek ne fazla ne eksiktir, ya doğrudur ya yanlış. Bu nedenle prensin görüşü mutlak olarak bir dinin doğrusuna yabancıdır ve sonuçta ona uyanların yükümlülüklerine de. O zaman prens, prens olarak, hüküm verme hakkına ve bu çerçevede emir verme hakkına sahip değildir. Hükmünün dışında kalan bu düzen üzerinde onun ehliyetsizliği mutlaktır ve hüküm verme yetkisi yalnızca her bir bireyin vicdanına aittir ve tabii ki Tanrı böyle bir hakka sahiptir. Bazı teologlar(din bilginleri) şöyle söylerler: “Prensin dini konularda hüküm verme hakkının olmadığını kabul ediyoruz; ancak, kilise böyle bir hakka sahiptir ve prens, kendisini kilise iradesine bıraktığı sürece, onun hükümleriyle uyumlu bir şekilde buyurabilir... Kendi başına hüküm veremez, ancak kendilerini meşru bir fikre-hükme teslim etmelerini tebaasına buyurabilir.” Bu muhakeme şekli kullanıldığı ve hala varlığını sürdürmeye devam ettiği sürece ciddi bir şekilde cevaplandırılmak zorundadır.

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!