Hiçleyemeyen Sanat Yolcularına
Hiçlenme, bir tür içlenmedir. Hiçleme, hiçlenmeyle yürür. Kendimize dönük hiçleme, kendimizi hiçlemedir, hiçlenme. Neden bu güzelim dünyayı hiçleyeceğiz ki? Kendimizi hiçlersek ne kalır geriye? Yaşamı hiçlersek ne kalır geriye? Yokluk. İşte o, varlığın kendini açmasındaki boyut.
Nerededir bu edebiyat yapıtı? Bir şiir nerededir, bir öykü? Yokturlar. Bu tepeleme dolu doluluğun olduğu, bu vıcık vıcık dünyada; bu insanların eksiklik eksiklerini duymadıkları dünyada, edebiyat nasıl soluk alsın? Olmayan varlıklar; onlar, kâğıttaki mürekkep lekeleri, tuvaldeki boyalar, çizgiler, kulağımıza ulaşan sesler müzik olarak: Sanat yapıtının izleri burada. Kendisi yok. Roman kahramanları aramızda değil, zaman içinde değiller bizle birlikte. Ayrı bir zaman ayrı bir mekândalar. Hiç olmadılar. Olmayacaklar. Elbette andıracaklar gerçekte olanları. Benzeyecekler, insana, dünyaya. Şiirdeki sözcük, şiirde anlamını bulacak, dışında, şiirin, günlük konuşma diline dönüşecek. Resimdeki çiçekler, çıkıp resimden, bu dünyanın çiçekleri olacak, bu dünyanın zamanında solacak. Oysa resimdeyken hiçtiler, buraya ait değillerdi. Kendi zamanlarında, kendi mekânlarındalar. Neresi orası? Burada yoklar ama. Tablo var, fiziksel olarak. Resimse yok. Şiir var, fiziksel varlığı ile, kâğıt üzerinde ya da kaydedilen ses olarak. Kendisi yok. Resim tuvale, çizgiye, boyaya nasıl indirgenemezse, şiir de sözcüğe indirgenemez. Tuval, çizgi, boya, sözcük var oysa ne resim ne de şiir var.
Olmayan bir şeyle bağlantı kuruyoruz, şiirle yaşarken. O olmayanı, kendi olmazlığı, yokluğu, hiçliği ile yaşayabilendir, okur. Hiçi, hiçliği yaşantılayabilendir. Gerçek sanat yaşayıcısı, sanatın fiziğini, sanatın maddesini yaşamaz; o fizikteki, maddedeki sanatı yaşar. Hiçliği yaşar.
Elbette söylediklerimden “hiçlik”, “olmayan” sözleriyle oynadığım, onun anlamını belirgin kılmaktan kaçındığım sonucu çıkarılabilir. Sanat insanın hiçleyebilme gücünden doğdu. Mağara duvarlarına çizdiklerini bugünkü gözlüklerimizle okursak, insanın sanat tarihini çok eskilere götürebiliriz. Bence, sanat değil onlar. Sanata giden yolda başlangıç adımları. Sanat bu dünyada olmayana açılan bir kapı. Hiç kapısı. Neden hiç. Bu dünyada bulunmadığı için hiç. Bu dünyada bulunmayan hiç midir? Örneğin, mantığın, matematiğin nesneleri? Platon’un ideaları?
Hiç edebiyatın, genel olarak sanatın yokluğuna karşın söylenmiştir. Yaşamını sanatın, edebiyatın varlığı ile doldurduğunu düşünenlere karşı söylenmiştir. Sanat yapıtlarına para akıtan varsıl insanlar, bir hiçe mi harcıyorlar varlıklarını? Hiçin izlerine. Kâğıttaki mürekkep lekeleri, mimarlık ürünlerini oluşturan taşlar, çimentolar, ahşaplar, hiçin izleridir. Hiç onlarda, Heidegger’in bir başka bağlamda kullandığı sözüyle, hiçlemektedir. Hiç hiçlendiğinde izlerden sanat yapıtına yürürüz; hiç hiçlendiğinde izleri oluşturacak, mürekkep lekelerini, taşları, boyaları kullanarak yapıtı ortaya koyarız.
Hiç, bu dünyadaki hepliği anlamak için yaşamamız gereken süreçtir. Kendimizi boşaltmak, saçma sapan anlam yığınları arasından, kendimize yeniden başlamak için gereklidir. Hiçleyen, sanat yoluyla, hiçleme sürecini gerçekleştirebilir. Sanat, edebiyat, tek hiçlenme, hiçleme yolu değildir. Hiçleme, irademiz dışında bir ruhsal bozukluk da olabilir. Toplumsal, ekonomik, sorunlarla başetme yolu da. Oysa sanattaki hiçleme, ahlak boyutu olan, bu dünyanın alışılagelen sınırlarının dışına taşmaya olanak veren bir başarıdır. Okur hiçler, yapıt hiçlenir, yazar hiçlenir. Yazar hiçler. Okur ve yapıt hiçlenir.
Hiçlenince dünya yiter. Yeni bir anlam dünyası gelir. Kokuşmuşluğun kaynağında hiçleyememe beceriksizliğimiz durur.
Okur bunları anlamak için, söylenenlerin hiçliğini görmeli. Olağan dünyada işleyen bu yazıyı, bu konuşmayı hiçlemelidir. Hiçlemenin bir oyun olmadığını hiçlenenlerin yanan yüreği bilir.
Sanatın hiçliğinde durur yaşamın içliği.
Ahmet İnam