Gerçek Nedir?

Gerçek Nedir?

Gerçek, somut ve nesnel olarak var bulunandır. Hakikat'se gerçeğin bilinçteki yansısıdır. 'Hakiki' deyimi hakikat olanı hakikatle ilgili olanı dile getirir. Antikçağ Yunan Eleacılığından başlayarak günümüze kadar sürüp gelen idealist felsefenin doruğu olan Hegel'de şu deyimle dile gelir: "Gerçek, ussal olandır". Elea'cılar oluş'u yadsıyarak tek gerçekliğin 'varlık' olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre duyumlarımızla algıladığımız her şey bir yanılsama, bir görüntüden ibaretti. Varolan şeylerin tümü yanılsama, görünüştü. Sadece bir tek ve evrensel 'varlık' gerçekti, ama varlık varolmuş değildi, çünkü gerçek olan varolamazdı. O ancak usla bilinebilir, usla tanınabilirdi.

Platon, Elea'ıların bu savını geliştirerek duyumların bize asla bilgi veremeyecekleri sonucuna vardı. Örneğin "bugün hava sıcak" dediğimiz zaman sıcaklığı; soğukluk, sertlik, acılık vb. gibi duyumlarımızla kıyaslayarak elde ediyorduk. Demek ki bir sınıflama yapıyor ve ussal bir işlem gerçekleştiriyorduk. Öyleyse bilgilerimiz, duyusal değil, kavramsal ve bundan ötürü de ussaldı. Zihnimizin ürünüydüler. Biz, herhangi bir nesne üstünde, o nesneyi dile getirmek için kullandığımız kavramlardan başka hiçbir şey bilmiyorduk. Her sözcük bir kavramdı, bir tümeldi. "Şu ağaçtır" dediğimizde ne söylemiş oluyorduk? 'ağaç' bir kavramdı, bir tümeldi. Öyleyse ağacın kendisi neydi? Yapraktı, meyveydi, daldı, uzundu, kısaydı vb. Ama bütün bunlar kavramlar, eş deyişle tümellerdi. Bunların dışında bildiğimiz bir şey yoktu. Bilmediğimiz bir şeyin varolduğunu söylemekse saçmaydı. Bildiğimiz ve bundan ötürü de varolan sadece kavramlardı, geneller (tümeller ya da evrenseller)'di.

Görüldüğü gibi idealist felsefe; Eleacılardan Berkeley ve Hegel'e kadar "dış dünya yoktur" demez, "vardır ama gerçek değildir" der. Aslında bu bir kavramsal yanılsamadır, gerçek olmayanın varolmaması gerekir, varolmayan şey de yoktur. İdealizmin bütün dayanağı 'gerçek' deyimine tümüyle ters bir anlam vermesidir, onlara göre gerçek "tümeldir, kavramsaldır, ussaldır". Öreniğin evrende bireysel atlar vardır ama, tümel at yoktur. İdealizme göre asıl gerçek, bireysel atlar değil, gelip geçici olan bu bireysel atların üstünde daima var kalacak olan kavramsal attır. İdealistler 'gerçek'i "başkaca hiçbir varlığa borçlu olmaksızın bağımsız bir varlığa sahip olan" biçiminde tanımlarlar. Onlara göre dış dünyada ne varsa varlığını bir başka varlığa borçludur, bağımlıdır ve bundan ötürü de gerçek olmayıp görüntüdür. İdealizm böylece zorunlu olarak 'tanrı' kavramına varır, çünkü bütün bağımlılar tek bir bağımsız tümelin ürünü olmalıdırlar. İdealizm duyusalı yadsımaya çalışmakla, gerçekte 'özdek'i yadsıma çabası içindedir. 

Gerçek Nedir?

Gerçek, somut ve nesnel olarak var bulunandır. Hakikat'se gerçeğin bilinçteki yansısıdır. 'Hakiki' deyimi hakikat olanı hakikatle ilgili olanı dile getirir. Antikçağ Yunan Eleacılığından başlayarak günümüze kadar sürüp gelen idealist felsefenin doruğu olan Hegel'de şu deyimle dile gelir: "Gerçek, ussal olandır". Elea'cılar oluş'u yadsıyarak tek gerçekliğin 'varlık' olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlara göre duyumlarımızla algıladığımız her şey bir yanılsama, bir görüntüden ibaretti. Varolan şeylerin tümü yanılsama, görünüştü. Sadece bir tek ve evrensel 'varlık' gerçekti, ama varlık varolmuş değildi, çünkü gerçek olan varolamazdı. O ancak usla bilinebilir, usla tanınabilirdi.


  

Platon, Elea'ıların bu savını geliştirerek duyumların bize asla bilgi veremeyecekleri sonucuna vardı. Örneğin "bugün hava sıcak" dediğimiz zaman sıcaklığı; soğukluk, sertlik, acılık vb. gibi duyumlarımızla kıyaslayarak elde ediyorduk. Demek ki bir sınıflama yapıyor ve ussal bir işlem gerçekleştiriyorduk. Öyleyse bilgilerimiz, duyusal değil, kavramsal ve bundan ötürü de ussaldı. Zihnimizin ürünüydüler. Biz, herhangi bir nesne üstünde, o nesneyi dile getirmek için kullandığımız kavramlardan başka hiçbir şey bilmiyorduk. Her sözcük bir kavramdı, bir tümeldi. "Şu ağaçtır" dediğimizde ne söylemiş oluyorduk? 'ağaç' bir kavramdı, bir tümeldi. Öyleyse ağacın kendisi neydi? Yapraktı, meyveydi, daldı, uzundu, kısaydı vb. Ama bütün bunlar kavramlar, eş deyişle tümellerdi. Bunların dışında bildiğimiz bir şey yoktu. Bilmediğimiz bir şeyin varolduğunu söylemekse saçmaydı. Bildiğimiz ve bundan ötürü de varolan sadece kavramlardı, geneller (tümeller ya da evrenseller)'di.

Görüldüğü gibi idealist felsefe; Eleacılardan Berkeley ve Hegel'e kadar "dış dünya yoktur" demez, "vardır ama gerçek değildir" der. Aslında bu bir kavramsal yanılsamadır, gerçek olmayanın varolmaması gerekir, varolmayan şey de yoktur. İdealizmin bütün dayanağı 'gerçek' deyimine tümüyle ters bir anlam vermesidir, onlara göre gerçek "tümeldir, kavramsaldır, ussaldır". Öreniğin evrende bireysel atlar vardır ama, tümel at yoktur. İdealizme göre asıl gerçek, bireysel atlar değil, gelip geçici olan bu bireysel atların üstünde daima var kalacak olan kavramsal attır. İdealistler 'gerçek'i "başkaca hiçbir varlığa borçlu olmaksızın bağımsız bir varlığa sahip olan" biçiminde tanımlarlar. Onlara göre dış dünyada ne varsa varlığını bir başka varlığa borçludur, bağımlıdır ve bundan ötürü de gerçek olmayıp görüntüdür. İdealizm böylece zorunlu olarak 'tanrı' kavramına varır, çünkü bütün bağımlılar tek bir bağımsız tümelin ürünü olmalıdırlar. İdealizm duyusalı yadsımaya çalışmakla, gerçekte 'özdek'i yadsıma çabası içindedir. 


  

"Soyut gerçek yoktur, gerçek daima somuttur". Gerçek, bilinçten bağımsız, somut ve nesneldir. Bilinçten bağımsız olarak tüm varolanlar gerçektirler. Bu anlamda gerçek deyimi, 'özdek' ve 'nesne' deyimleriyle de ilişkilidir. "Özdek, bize duyumlarla verilen nesnel gerçekliktir". Tüm nesneler de gerçektirler. Gerçek deyince bilincimizin dışında nesnel olarak ortaya çıkmış bulunan nesne, nitelik, koşul, durum vb. gibi olgu ve olayları anlarız. Hakikat da bu nesnel gerçeğin bilincimizdeki yansısıdır. Hakikat, gerçeğe uygunluğu oranında gerçek olur. Hakikate uygun, demek ki doğada gerçeğine uygun olmayan bir kuramın hiçbir değeri yoktur. Bu anlamda gerçek, kılgı kavramıyla da ilişkilidir. Bir kuram (teori)'ın doğru olup olmadığını pratikle, eş deyişle gerçekle deneyerek anlarız. Yapmamız gereken, gerçekleri tasarımlarımıza uydurmaya çalışmak değil, tersine, tasarımlarımızı gerçeklere uygun kılmak ve böylelikle hakikati elde etmektir. Duyumlarımız, algılarımız, tasarımlarımız, kuramlarımız nesnel gerçeğe uygun oldukları oranda hakikat olur. Demek ki her hakikat da nesneldir. Gerçek (Fr. reel)'e uygun düşmeyen öznel kanılarımız, tasarımlarımız, düşlerimiz, yapıntılarımız ve yanılsamalarımız hakikat değildir. Örneğin 'hayalet' hakikat değildir, uydurmadır ve yanılsamadır, çünkü düşüncemizin dışında varolan bir gerçeği yoktur.

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!