Felsefenin Toplumsal Faydalı Nelerdir?

Felsefenin Toplumsal Faydaları Nelerdir? 

Bireysel düzlemde, insanı alışkanlıkların cenderesinden kurtarmak suretiyle özgürleştiren felsefe genel bir düzlemde veya toplumsal platformda da çok önemli hizmetler sağlar. 
Öncelikle liberalizm, muhafazakârlık, sosyalizm benzeri bütün modern ideolojilerin kaynağında felsefenin bulunduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, söz konusu ideoloji veya siyaset felsefelerini oluşturup formüle edenler çağlarını doğru okuyan filozoflar olmuştur. Öte yandan günümüzde, kimi eksiklerine karşın, demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğu hemen herkesçe kabul edilmektedir. Felsefe, işte bir yönetim biçimi olarak demokrasinin gelişmesine ve işleyişine önemli katkılar yapar. Zira demokrasi, insanlar eleştirel bir bakış açısına sahip oldukları zaman işler. Demokrasi kültürü, insanlara olan biteni farklı yönlerden görebilmeyi, kendilerini ve başkalarını sorgulayabilmeyi öğrendiklerinde yerleşir; demokrasi ancak, insanlar bağnaz olmayıp ön yargısız ve hoşgörülü olabildikleri zaman yürür. Ötekini de bir değere, en azından eşit saygı ve muameleyi hak eden bir ahlaki değere sahip bir varlık olarak görebilmeyi, sadece felsefi bir bakış öğretebilir. İnsanlara bu temel alışkanlıkları ve erdemleri kazandıracak olan şey de yalnızca felsefedir, felsefi bir bakış açısıdır.
Gerçekten de felsefeye farklılıklara saygı göstermek, başkalarıyla birlikte yaşamanın asgari koşullarını temin etmek için ihtiyaç duyarız. Bu açıdan özellikle ihtiyaç duyduğumuz felsefe, insanlar arasındaki çatışmaların binlerce yıldan beri sürüp gittiğini ve insanın olduğu her yerde bu çatışmalara rastlanabileceğini gösterir. Felsefe dahası, insanlar arasındaki çatışmaların yüksek uçan bir uçaktan atılacak hakkaniyet, adalet, başkalarının düşüncelerine ve haklarına saygı benzeri evrensel etik ilkelerin uygulanması suretiyle çözüme kavuşturulabileceğini gösterir.

Yine ancak felsefe, insanlar arasındaki çatışmanın esas nedeninin, bireyin kimliğini, fikirlerini ve kendini ifade etme tarzını feda etmesinden kaynaklandığını gösterir. Bu feda edişin nedeni, çoğu zaman grup ya da toplulukla özdeşleşme isteğidir. Gerçekten de insanlar kendilerine güvenlik ve rahatlık temin etmek adına, bireysel kimliklerini unutup kolektif bir kimliğe bağlanırlar. Bir gruba, cemaate ya da bir ideolojiye sığınırlar; “Ali”, “Veli”, “Hans”, “George” ya da “mütevazı bir insan” olmaktan önce, “feminist”, “Hristiyan”, “Amerikalı”, “milliyetçi”, “sosyalist”, vb. olmayı tercih ederler. Bireysel kimliğimizi grup kimliğimizle değiştirdiğimiz zaman düşünce, inanç ve davranış özgürlüğümüzün önemli bir bölümünden vazgeçeriz. Topluluğun düşünce ve inanç birliğiyle davranışta ahenk talebini benimseriz. Grup bizi içine alır, bize kolektif bir kimlik sağlar; aidiyet dürtümüze seslenirken bizi kendimizi arama derdinden kurtarır. Aynı topluluk kendimizi ihtiyaç duyulan biri olarak görmemizi sağlarken bize güvenlik ve yaşama rahatlığı temin eder. Ama bunu yaptığımız zaman, ait olduğumuz grup ya da topluluğu insanlığın merkezi olarak görmeye başlarız. Bu gruba dâhil olmayanları, farklı düşünenleri kendimize düşman olarak görme durumuna geliriz. Çünkü dünyayı “biz” ve “onlar”, yani kendimiz ve diğerleri, inananlar ve kâfirler, vatanseverler ve satılmışlar olarak ikiye ayırmışızdır. “Biz”in “onlar”dan her zaman ve her yerde üstün olduğunu söylemeye gerek yoktur. Bunun gerçekte böyle olmadığını, bize sadece felsefi bir tutum gösterebilir.


  

Farklılıklara anlayışla ve hoşgörüyle bakmakla yetinmeyip onların toplumsal gelişme ve ilerleme için gerekli olduğunu da ancak felsefe gözler önüne serebilir. Hele bir düşünelim: Herkes dünyanın düz ve hareketsiz olduğunu düşünmeye devam etseydi, bugün dünyanın evrenin merkezinde, düz bir tepsi şeklinde hareketsiz durduğuna inanıyor olurduk. İyi ki günün birinde biri kalkıp da dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü, ölümü göze alarak söyleyebilme cesareti buldu. Geçmişte sapkın addedilen, kabulü imkânsız görülen ve dolayısıyla yasaklanan ne kadar çok fikrin, günümüzün en sıradan doğruları haline gelmiş olduğunu acaba hiç düşündük mü? Tıpatıp aynı düşünen, aynı şekilde yaşayan, aynı şeylere inanan atom ya da klonlardan oluşan bir toplumun gelişip ilerleyebilmesi mümkün olabilir mi acaba? İnsanlara birbirleriyle barış içinde geçinmeyi öğretebilecek; onların farklılıklarını, çatışmalarının değil de iş birliklerinin temeli yaptıkları zaman çok daha mutlu ve müreffeh yaşayabileceklerini, felsefe dışında gösterebilecek bir şey var mıdır? Gerçeği öğrenme hakkına sahip olduğumuzu, hakikati öğrenmenin daha iyi olduğunu bize gösteren felsefe değil midir? Unutulmamalı dır ki düşünme, tartışma, fikirlerimizi ifade etme özgürlüğümüz olmadığı sürece, ne gerçeğe ulaşabilir ne de hakikati bilebiliriz. Zira gerçekler özgürce çarpışan farklı düşüncelerden doğar. Aksi takdirde geriye kalan tek alternatif, hataları n ve yanlışların bize zorla kabul ettirilmesine boyun eğmek olur. Bunu bize gösteren de felsefedir, felsefecilerdir. Barış ve demokrasiye yaptığı söz konusu katkı bir yana, aslında felsefe, büyük çağdaş düşünürlerden Alfred North Whitehead’in (1861-1947) de söylediği gibi, “her türlü medeni çabanın gerisinde bulunması gereken kavrayış ve basireti, değer ve önem duygusunu yaratan” en önemli güç olmak durumundadır.

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!