Felsefede Filozof,Yol Ve Yolcunun Önemi
Felsefece bakış psikolojik sorunlar içerir mi? Psikoloji bu işin görünüşüyle ilgili bir şey. Çünkü temel felsefi duruş, insanın iç dünyasıyla, duygularıyla yarattıkları arasındaki ilişki problemi, psikolojik, psiko-sosyolojik bir şey değil. Öyle de anlaşılabilir ama benim anladığım bu değil. Neden öyle değil derseniz, varoluşçuların “Angst' kavramı, “anxiété' kavramı ve diğer kavramları duygu ile ilgili kavramlarmış gibi gözükür. Ama onlar ontolojik kavramlardır. O, sana ait olmakla birlikte, sana, insan olarak aittir. Kierkegaard'ın korkusu, titremesi sadece tuhaf bir rahip olan Kierkegaard'a ait değildir. O, tüm insanlığa ait olan korku ve titremeyi anlatmış ve onu dert etmiş bir insandır. Buradaki dert, psikolojik bir saplantı, psikolojik obsesyon olarak anlaşılmamalı, ontolojik bir obsesyon olarak anlaşılmalı. Ama keskin bir psikiyatrist diyebilir ki “Bu adam da her psikolojik problemini ontolojik bir problem haline getiriyor.' Ben öyle olmadığını düşünüyorum.
Herkes kendi kişiliği içinde ve kendi yürüyüş yolu içerisinde, “hakikat' arayışına geçebilir. Dolayısıyla, ben kendi yürüyüş yolumdan yola çıkarak “Herkes böyle yürümeli' diyemem. Ama bu yürüyüş yolu içerisinde hangi yoldan yürürsen yürü, o yürüdüğün yolla ilgili bir kaygının olması, yol, sen ve yolunun götürdüğü yerle ilgili böyle bir triad ortaya koyarsak, bu triad'la ilgili bir kaygının olması gerektiği kanısındayım.
Burada dayandığım bir kaç noktayı belirteyim Biri, gerçekten bilim alanında yaratıcı olmuş insanlarda böyle bir trilojinin ön planda olduğunu düşünüyorum. Newton'da olsun, Einstein'da olsun, daha az ünlü fizikçilerde olsun... Tabii, çok daha trajik deneyimler yaşayanlar var. Boltzmann gibi fizikçilerin daha ilginç yaşamları vardır; kimi matematikçilerin de öyle. Bu insanların problemlerle olan ilişkisi bir yaşam problemiyle, bir varoluş problemiyle kurulan ilişki gibidir. Çağımızda belki de bilimcilerin sayısının son derece artması, aynı şekilde felsefecilerin sayısının artması ve bunun bir meslek haline gelmesiyle teknisyenlik ön plana çıktı. Belki de bu çağ belli bir döneme kadar böyle gidecek. Bilim, felsefe ve sanat alanında o trilojiyi içselleştirmiş insanlar yerine, ufak tefek teknik meselelerle, Nermi Uygur'un deyimiyle “bölük-pörçük' çalışan insanlar olacak ve bu insanların katkılarıyla bilim, felsefe ve sanat gelişecek. Hiçbir itirazım yok buna. Belki de benim itirazım çok gecikmiş, aslında modası geçmiş, romantik bir itirazdır. Evet, romantik deyimini burada kullanabiliriz. Herkes kendi gönlüyle problemlerle uğraşsın, onlara kendi duygu yaşamını katabilsin; kendi iç dünyasıyla, çözeceği matematik problemi arasındaki bağlantıyı duysun. Bazıları duyar, bazıları duymaz; belki duymazsa daha da başarılı olur. Belki de duyan da alıklaşıyordur. Ama ben meseleye insan olmak açısından yaklaşıyor ve onu arıyorum. İnsan olmanın bilincine salt felsefeci, sanatçı olmakla varılamayacağı gibi bir iddiam var. Bunun akademik çevrelerde öğretilebilir bir şey olduğunu düşünüyorum. Biz öğretmenlerin ele aldığımız sorunları öğrencilere anlatırken, o sorunları nasıl yaşadığımızı öğrencinin görmesini sağlamalıyız. Çünkü ben bazı öğretmenleri gördüğümde çok acı çekmiştim. Şöyle demiştim kendime: “Ben bu adamın öğrettiklerini öğrendiğimde bu adam gibi olacaksam, gergin, sinirli, kompleksli, takıntılı biri olacaksam; okumuyorum'. Çünkü, ben bunun için felsefenin ardında değilim. Ama diyebilirsiniz ki “Sen adamın kendisine bakma da söylediğine bak.' Gençler senin sınıfta duruşundan etkileniyorlar. Ağzın müthiş laflar etse de, otuz beş kitap yazmış olsan da, dünya çapında ünün olsa da, sonuçta sen nasıl bir insansın o etkiliyor insanları. “Yaşamla felsefe arasında hiçbir bağ yokmuş' diye de etkileyebilir. Dünyanın bir çok yerinde, Rusya'da, Polonya'da, Fransa'da, orada burada karşılaştığım felsefeciler arasında ortalama felsefeci tipi olarak obsesif ve büyük ölçüde de paranoyak olduklarını düşündüğüm, gergin, sinirli, buzlu camın arkasından bakar gibi bakan, belki içlerinde büyük bir yaşama coşkusu olsa da onu derinlere itmiş, bir şeyler yapamayan, muzdarip insanlar karşıma çıktı. Belki tespitim ucuz bir tespittir. Ama ben felsefenin insana yaşama sevinci veren bir etkinlik olması gerektiğini düşünüyorum. (Bir yanım kendime gülüp, seni gidi, cici felsefeci seni diyor.) Bunun için de felsefenin hep bir mizah, espri anlayışıyla beraber yürütülebilecek güzel bir şey olduğuna inanırım. Eh, tabii, bunu da Heidegger'den öğrendim. Heidegger aslında bu sözünü ettiğim tipe aykırıdır. Soğuk, yanına varılmaz, ters birisi olmasına rağmen, demek ki insan onun yazılarından böyle şeyler de öğrenebiliyor.