Düşüncecilik (İdealizm) Nedir?
Düşüncecilik (İdealizm) Nedir?
Varlığı düşünceye indirgeyen öğretilerin genel adı.
Yunan düşüncesinin ilk tektanrıcısı İ.Ö. 5. yüzyılda yaşayan Ksenofanes dolaylı olarak düşüncecilik akımını hazırlayanların başında sayılabilir. Çünkü Tanrısal alanda da olsa, birçok'u bir'e indirgemiş bu bir'i 'tüm düşünme' olarak nitelemiştir. Elea okulunun ve Metafiziğin kurucusu Parmenides, onun öğrencisidir. Parmenides'e göre varlık, değişmez ve bir'dir. Değişiklik bir görünüşten ibarettir. Bu savın zorunlu sonucu şudur: Düşünen varlık (özne) ile düşünülen varlık (nesne), bir ve aynı şeydirler. Öyleyse düşünce konusu olan nesne'lerle düşünce de bir ve aynı şeydir.
İ.Ö. 5. yüzyılda yaşayan Anaxagoras açıkça düşünceyi Tanrılaştırır. Düzensiz ve devimsiz evreni (kaos) düzenli ve devinen bir duruma (kosmos) getirmek için bilinçli bir ereği (telos) olan bir düşünce gücü (nous) ileri sürmektedir.
Aristoteles, Anaxagoras için, şöyle yazıyor: ''İlk olarak Anaxagoras, özdeğin karşısına, onun egemeni durumunda olan nus'u koymuştur. Nus'un yaratan ve özdeğin yaratılan olduğunu söylemiştir. Çünkü her şey bir aradayken, nus gelip düzenledi''.
(Xenophanes ve Parmenides'ten sonra) Bu üçüncü adım, düşüncecilik alanında atılmış ilk büyük adımdır. Oysa henüz bir eksiği var: Düşünce, ilksiz ve sonsuz olarak bağımsız özdekten ayrıdır ama, gene de Anaxagoras'a göre pek ince yapılı ve özel bir özdektir. Henüz özdeklikten kurtulamamıştır. Düşünceyi özdeklikten kurtaran ve onun karşısına yepyeni bir yapıyla başilke olarak diken ilk düşünür, Platon'dur. Düşünceciliğin ilk biçimi, Platon'un ideacılığıdır.
Platon'a göre (değişmeyen) gerçek varlık, düşünce varlığı (idea) dır. Nesneler bir görüntüden başka bir şey değildirler. Gözümüzle görüp elimizle tuttuğumuz masa bir görüntüdür, masanın gerçeği düşüncemizdeki masa idea'sıdır ve masa bu ideal örneğe göre yapılmıştır. Masa gelip geçicidir, yıpranır, çürür göçer gider; ama masa idea'sı kalıcıdır, yıpranmaz, çürümez, göçüp gitmez. Bunun içindir ki nesne, gelip geçici bir görüntü; idea, sağlam bir gerçekliktir. İşte günümüze kadar sürüp gelen düşüncecilik serüveni, Platon'un bu savıyla başlamıştır. Görüldüğü gibi düşünce, artık insan bedeninden de dışarı çekilip fizik-doğanın üstüne çıkarılmıştır. Düşüncecilik akımının, yüzyıllarca sürecek savı şu olacaktır: Varlık düşüncenin ürünü ya da düşüncenin kendisidir.
Alman düşünür Kant, düşünceciliği şöyle tanımlar: ''Duyuların ve deneyin verdiği bilgi aldatmacadır, gerçek ancak usun tasarımlarındadır''. Deneyüstü düşüncecilik adını verdiği kendi düşünceciliğini de şöyle tanımlar: ''Usun tasarımları aldatmacadır, gerçek deneydedir''. Ama bu gene de bir düşünceciliktir. Çünkü, ''duyularla deneyden gelen veriler, usun önsel verileri içinde biçimlenmeden hiçbir bilgi gerçekleşemez''. Bundan başka, ''nesnenin kendiliği bilinemez''. Öyleyse bilinmeyen bir sır var, ''bilmediğimiz bir nesneyle asla bilemeyeceğimiz bir özne'' var. Tanrısal düşünce ve o düşüncenin ürünleri, biz insanlar bilmiyoruz ve asla bilemeyeceğiz ama, yok değil, var ''Tanrının varlığından şüphe ettiğiniz kadar Tanrı'nın yokluğundan da şüphe ediniz''. Alman düşünür Kant, kendi düşünceciliğinin karşısına, görgül düşüncecilik adını verdiği açık düşünceciliği koyar ve bunu da ikiye ayırır:
Belkili düşüncecilik ki Descartes'in şüpheciliğidir.
İnakçı düşüncecilik, ki Berkeley'in özdeksizciliğidir.
Kant der ki: ''Benim deneyüstü düşünceciliğim; nesnelerin bizim dışımızda gerek şüpheli ve tanımlanamaz, gerek gerçekdışı ve olanaksız olduklarını ileri süren görgül düşünceciliğin tam karşıtıdır''. Kant'ın bu düşünceciliğine eleştirel düşüncecilik de denir.
Özdekçilik ve yeni anlamıyla gerçekçilik (realizm) akımlarına karşıt bulunan düşüncecilik, tümüyle aynı sav ve temelde toplanan, çeşitli biçimlerde sunulmuştur.
Kant'tan sonra, özellikle Alman idealizmi'nde, üç kola ayrılmıştır: Fichte'nin öznel düşüncecilik, Schelling'in nesnel düşüncecilik, Hegel'in saltık düşüncecilik öğretileri...
Descartes'in belkili (şüpheci) ve Berkeley'in özdeksizci (nesnel gerçekliği duyumlara indirgeyip duyumlarla sınırlayan) görgül düşüncecilikleri, Kant'ın (''Duyuların ve deneyin verdiği bilgi aldatmacadır, gerçek ancak usun tasarımlarındadır, ancak us da maddenin özünü bilemez''dediği) deneyüstü (eleştirel) düşünceciliği, Fichte'nin öznel düşünceciliği, Schelling'in nesnel düşünceciliği, Hegel'in saltık düşünceciliği gibi açık ve doğrudan düşünceciliklerin yanı sıra yararcılık(Pragmatizm), olguculuk (pozitivizm), varoluşçuluk, uygulayıcılık, Machisme, empiro-critisizme gibi gizli ve dolaylı düşüncecilikler yer alır. Bunlardan başka, doğrudan ya da dolaylı olarak çok çeşitli düşüncecilikler de vardır.
Düşüncecilik, tekbencilik (solipsisme) saçmasında uçlaşır. ''Gerçek ben'im'' ve hatta ''gerçek benim yaşadığım bu andır'' saçmacılığını en iyi belirten düşüncecilikler, İngiliz düşünürü Berkeley'in özdeksizcilik adı verilen öğretisiyle Alman düşünürü Leibniz'in Alman özdeksizciliği adı verilen öğretisidir. Bu düşünceciliklere göre özdek; yer kaplayan, renkli, direnen bir şeyden İbarettir. Bu niteliklerse görme ve dokunma duyularının bana verdikleri 'duyum'dan başka bir şey değildirler. Öyleyse özdek bizim bilincimizin içeriği olan algımızdır. Algımızın yok olduğunu düşünelim, ortada özdek diye bir şey kalmaz. Buysa, nesnel gerçeklik denilen şeyin bizim düşüncemizden başka bir şey olmadığını tanıtlar. ''Nesnel gerçek vardır, ama ancak bizim varlığımızla vardır'' demek ''nesnel gerçek yoktur'' demektir. Çünkü nesnel gerçek, ''insandan önce var olan, insandan sonra da varolacak olan'' demektir
Bu açık ve doğrudan düşünceciliklerin karşısında yararcılık, olguculuk, varoluşçuluk, uygulayıcılık, Machisme, empirio-criticisme gibi gizli ve dolaylı düşüncecilikler yer alır. Bunlardan başka, doğrudan ya da dolaylı olarak, şu öğretiler düşüncecilik karakteri taşırlar:
Doğrudan ya da dolaylı olarak nesneyi yadsıyan, bilinemez sayan, şüpheli ya da göreli bulan bütün öğretiler düşüncecilik karakterini taşırlar. Düşüncecilik, gerçeği yadsımakla, kendi gerçekdışılığını bizzat onaylar. Temeli şu aldatmaya dayanır: ''Bilinç, varolan pratiğin bilincinden (insan bilincinden) başka bir şey olduğunu ve gerçek bir şeylerden başka bir şeylerin (Tanrı gibi N.) tasarısı (ve onun bir parçası, uzantısı N.) olduğunu sanır.''
Bu çok yanlış bir sanıdır. Oysa düşünceler, dış gerçeklikten türerler. Nitekim insan da, kendisinden önceki yaşam türlerinden gelişmiştir. Bu demektir ki, bilinçsiz gerçek (özdek), bilinçli gerçek (insan) 'ten önce ve ondan bağımsız olarak vardı. Somut gerçek, her ikisini de bağımlı olarak kapsayan gerçektir. Bu bakımdan, somut gerçeği, özne-insan yanında soyutlayan düşüncecilik kadar nesne-özdek yanından soyutlayan kaba özdekçilik de düşünceciliktir. Pek çok şeyler bilmemize rağmen hiçbir şey bilmediğimizi varsayalım, bundan hiçbir şeyin varolmadığı sonucu çıkarılamaz. Mikroskopu bulmadan önce mikrobu göremiyorduk; bu, mikrop mikroskoptan önce yoktu ya da mikrop mikroskopla varoldu demek değildir. Düşüncecilik, gerçekte, olumlu bir bilimden, matematikten doğmuştur. Matematikle soyut düşünceye alışan insan, ilk düşünceciliği sayı gizemciliğiyle (Pitagorasçılık) geliştirmiştir. Bu alışkanlık, bir başka Yunan okulunda (Elea okulu) her şeyi devimden soyutlamaya (değişmezlik felsefesi) yönelmiştir. Bu soyutçuluk, bilimin denetiminden yoksun bulunan insan düşüncesini başıboş bir düşünceciliğe sürüklemiştir. Bir usat düşünceciliği aşağıdan ve yukarıdan olmak üzere ikiye ayırır. Doğayı ve bilimi metafizik bir açıdan ele almaya aşağıdan düşüncecilik (idealizm N.), dinsel düşünceciliğe yukardan düşüncecilik (Teizm N.) adını verir.