Düşerek Yükselmek

Burada kendi kararımla yazmıyorum ve yazmak fikrinde de değilim.
Ben sadece bana aktarılanları sizlere aktarıyorum.
Bana bilgi verenin varlığını göremeyebilirsiniz, duyamayabilirsiniz, hissetmeyebilirsiniz.
Bu yazılarımın gerçek zenginliğini hissettiğinize inanıyorum.
Çünkü onları bana bahşeden “O”dur.
Zihnimde oluşan bilgi “O” nun tarafındandır ve ben soğuk ellerimle sadece kalemi tutuyorum.

Gecenin karanlığında sessizce yatağımda yatan soğuk ve hareketsiz vücudumu görüyordum. Olanları ve hayatın akışını bir film gibi seyrediyordum. Maddiyat boyutunun sahteliğini omuzunda taşımaktaydım. Buna mecbur değildim ama o bana mecburdu. Aydınlık her zaman karanlığıma sarılmaktaydı.
Yaşadıklarım benim için güzeldi çünkü hiç korkmuyordum. Cansız bedenimden uzaklaşıyordum ve önümde çok küçük bir kapı vardı. Baktığımda bu kapıdan geçmem imkansızdı. Oldukca küçük bir kapı, öte tarafta sadece karanlık vardı. Düşünce ve zaman kaybolmuştu. Etrafımda görebildiğim sadece cansız vücudum ve kapı vardı. Sesler duyuyordum bir yerlerde ağlayanlar,gülenler hatta çığlık atanlar olmalıydı ki hepsini karışık halde duyuyordum. Kapıdan geçmem gerekiyordu, korkacağım hiçbir şey yoktu, ruhumun derinliğinde gerçeklerin titreşimleri beni terketmemişti. Kapıdan geçtim hatta geçebilmem beni az da olsa şaşırtmayı başarmıştı ama devamında olanlar beni daha çok şaşırtacaktı. Sessizlik ve renksizlik karşıma çıktı ardından soğuğu ve nemi hissettim. Sanırım son kez uyumak için yatağıma uzanmıştım artık arkamdaki kapı bile kaybolmuştu. Giderek karanlığa alıştım, belli bir ölçüde karanlığa sokulabiliyordum artık ve yalnız olmadığıma dair bir şuur varolmuştu içimde. Yanıma fazla yaklaşmıyorlardı ama her şeyin gölge olduğu yerde gölgenin en derinlerinden daha uzak değillerdi. Sanırım doğa benimle konuşmaya başlamıştı , bende olan kendine ait zerrecikleri geri istiyordu. Doğaya borçlu olduğumuz hissemiz sadece vücudumuz değilmiş çünkü cansız vücudumdan başka ruhumdan parçacıkları da istiyordu. Bu korkunç kütlenin her bir lifi, her bir dokusuyla yarı maddi ikinci bedenim, yani astral bedenim iyiden iyiye karışmıştı ve şimdi bildiğim bir gerçek şu ki ancak bedenin çürümesiyle ve elementlerine ayrışmasıyla ayrılabiliyorlardı. Cansız yatan vücudumdaki isyanı ve sükuneti hissediyordum. Ruhum bunu hissettikce daha da özgürlük kazanıyordu. Soğuk ve nemin etkisi yoktu ama verdiği hissler anlatılmayacak kadar derindi, ilerliyordum bana dokunan elleri hissediyordum. Eller beni yükseğe kaldırabilecek kadar büyüktü ve beni kül edebilecek kadar sıcaktı. Bu eller oldukca uzaktaydı ama ben onları yakındaymış gibi görmekteydim. Onların verdiği hissler ruhumu eritmeye başlamıştı eridiğimi hissediyordum ileriye attığım her adımda parçalandığımı görüyordum. Karşıma yine o küçük kapı çıkıncaya ve ben o insanüstü varlığa ait olan sesi duyana kadar… “YÜKSELMEK İÇİN İLERLEMEK DEĞİL DÜŞMEK LAZIMDIR”. Ben bu sözlerle kapıdan geçtim. Uyandığımda başımın üstünde kedinin masum bakışlarla beklediğini gördüm. Buz gibi ellerimle ona sarıldım, kalktım ve diğer odaya ilerledim. Geriye dön ve bak diye bir ses duydum, aldığım bu sesi yanıtsız bırakmadım döndüm ve baktım….

Yatağımda yatan cansız vücudumu bir daha gördüm, kim bilir belki düşmeyi başarmaktaydım…

Ave Ate Maledictum

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!