David Hume'da Akıl Neyi Başlayabilir?
David Hume, Dnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Sorusturma adlı kitabında bize
felsefesinin temel çizgilerini ortaya koymaktadır. Bundan hareketle Sorusturma’yı
sorusturmayı bes baslık altında yapmayı uygun buldum:
1. David Hume’un Felsefe Anlayı
sı ve Dnsanın Yapısına Uygun Olarak Yapılacak Felsefe
2. David Hume’un Bilgi Teorisi
3. Doğa Yasalılığı ve Bilim Görevi
4. Süpheciliği ve Nedensellik Elestirisi
5. Dnsanın Aklı Neyi Basarabilir?
1)David Hume’un Felsefe Anlayı
sı
David Hume’un Dnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Sorusturma adlı kitabında ortaya
koyduğu bilgi teorisinin temel noktasını kitabın ilk satırlarında belirlediği farklı felsefe türleri
arasındaki ayrımların ve kendisinin bu konuda tarafında olduğu “kolay, açık ve doğal
felsefenin islevi” olusturmaktadır.
Hume, iki türlü temel felsefe yaklasımından bahseder. Bu felsefelerin özellikleri
s
unlardır:
1-Morale Dayalı Değer Dçerikli Felsefe:
·
Dnsan eylem için doğmustur.
·
Dnsan duygusal ve aflarda bulunan bir varlıktır.
·
Değer felsefesi ve edebî etkinlikler insan duygularına, hislerine hitâp eder.
2- Teorik Dçerikli Felsefe:
·
Dnsan akıl sahibi bir varlıktır.
·
Dnsanın doğal yapısına bir teorik düsünme olarak bakarlar.
·
Tek tek durumlardan genel ilkelere giderek sorusturmaları sürdürürler. Her bilimde
insanın tüm meraklılığını sınırlandıracak ana ilkelere ulasmadıkça dur-durak
tanımazlar.
·
Sıradan okuyucu için soyut hâttâ anlasılmaz gözükse de okumus ve bilge olanların
onayını amaç edinirler.
Bu bağlamda yüzyıllardır yapılan teorik içerikli felsefeye ağırlık vermek olmustur. Hume,
felsefenin rahat, ve açık olması gerektiğini ısrarla vurgular. Bu kabulle gelistirilmis felsefe
yasamın içinde ve daha yararlı olacaktır. Böyle bir felsefe sürekli ünü hak eder. Anlasılması
güç felsefe yapan filozof herhangi bir etki yaratamayacağı için sıradan bir insan olur. Oysa ki
1
insanlığın sağduyusunu sadece daha güzel ve daha alımlı renklerle sunmayı amaç edinen
filozof hataya düserse daha ileri gitmez, zihnin tabi eğilimlerine yeniden basvurarak doğru
yola döner ve kendisini tehlikeli kuruntulardan kurtarır. (buna örnek olarak Filozof Cicero’yu
vermektedir.)
Yalnızca filozof olan kisi insanlara uzak yasayısı ve insanların anlayısından uzak ilkeler
ve kavramlara bürünmüs yasadığı için toplumun yararına bir katkıda bulunmadığı
sanıldığından dünyada genellikle çok az kabul gören kisidir.
-
Dnsanın Yapısı ve Dnsan Yapısına Uygun Felsefe
D
nsan akıl sahibi bir varlıktır. Bilimden kendisine uygun besini alır. Ancak anlama
yetisinin sınırları bu konuda elde edilenlerden çok az tatmin sağlar. Dnsan zihni dinlenmek
ister. Özen ve çalısmaya olan eğilimini her zaman canlı tutamaz. Doğa bilimlerine olan tutku
sürmeli ama eylemler ve toplumlarla iliskili olmalı. Karısık düsünce ve derine dalan
arastırmaları yasaklıyorum! Filozof olun ama tüm felsefeniz içinde yine insan kalın!
D
nsanlar kolay felsefeyi soyut ve derine inen felsefeye yeğ tutmadılar.
Kolay felsefe düsüncelerimize verdiği kurallarda ve akıl yürütmelerde derine giden felsefe
olmadan yeterli bir kesinlik düzeyine ulasılamaz.
Kesin, tam ve doğru akıl yürütme her kisi ve her eğilim için uygun kapsayıcı çözüm
yoludur. Aynı sekilde yaygın batıl inançlarla karısarak bu inançları dikkatsiz akıl yürütme için
farkına varılmaz bir sekle sokan bilim ve bilgelik kavramına bürüyen karısık felsefeyi ve
metafizik dilini ortadan kaldırmayı sadece o basarabilir.
Bilgi yükünün en belirsiz ve uygunsuz yanlarının atılması ve insanın doğal yapısının
yetenekleri ve yetilerinin tam bir incelenmesinden çıkacak olumlu sonuçlar vardır.
Zihin islemleri bize son derece yakın oldukları halde kendileri düsünülme objesi olunca
belirsizliğe bürünmüs görünürler. Doğal olan ve alıskanlıkla düsünme tarafından gelistirilen
üstün bir görme gücüyle bir anda kavranmaları gerekir. Bundan dolayı zihnin değisik
islemlerinin bilinmesi, bunların birbirinden ayrılması uygun baslıklar altında sınıflandırılması,
düsünme ve sorusturma objesi oldukları zaman içinde, bulundukları görünürdeki karısıklığın
düzeltilmesi bilimin önemsiz sayılamayacak bir görevi olur.
Duyuların objesi olan dıs cisimlerle yapılan hiçbir değeri olmayan bu düzenleme ve
ayırmanın zihin islemlerine yöneldiği zaman karsılastığımız zorluk ve harcadığımız çaba ile
orantılı olarak değeri artar.
Elestirenler, mantıkçılar, siyasetçiler ve moralistler hareketlerin kabalığı ve çesitliliğine
bakarak bu duygu farklılıklarının dayanabileceği bir ortak ilke aramıslardır.
S
imdiye kadar sadece batıl inançlara sığınarak saçmalığa ve yanlıslığa da bir örtü görevini
gören bu karısık türden felsefelerin temellerini sarsabilirsek mutluluğumuz büyük olacaktır1.
1
Bu tartısmaya açık ifadesini son bölümde ele alacağım.
2
2) Bilgi Teorisi
David Hume kitabının ilk bölümlerinde ortaya koyduğu bu felsefe anlayısına dayanarak
bilgi teorisini sekillendirecektir kuskusuz. Bilgi teorisi –bahsetmis olduğu- karmasık
usavurmalardan olabildiğince uzak ve doğallığa dayalı olusturulacaktır.
Hume, zihnin algılarını ikiye ayırır:
I)
1- DÜSÜNCELER: daha az canlı ve güçlü algılar
2- DDEALAR : daha canlı ve güçlü algılar
Örneğin; portakalın biçimi, kokusu, tadı, sertliği.
II)
D
ZLENDMLER ise daha canlı algılarımızın genel adıdır. Daha az canlı algılar olan ve
duyum ve hareketler üzerinde düsündüğümüz zaman farkına vardığımız idealardan ayrılırlar.
Örneğin, portakalın dokunma, görme ve tatma sonucunda elde ettiğimiz izlenimidir.
D
nsan düsüncesi sınırsızdır. Öyle ki gerçeğin ve doğanın sınırlarını asar. Hiç görülmemis
ve isitilmemis bir sey de kavranabilir. Fakat düsüncemiz bu sınırsız hürriyetin karsısında
yaratıcılık yeteneğinin duyuların ve tecrübelerin verdiği malzemeleri birlestirmek,
yerlestirmek, yerlerini değistirmek, büyütmek ya da küçültmek yetisinden baska bir sey
olmadığını görürüz.
Örneğin; altın bir dağ düsündüğümüzde, bilinebilir iki öğe olan altın ile dağı bir araya
getiririz. Bir erdemli at da tasarlayabiliriz. Bu tasarımımız da kendi duygularımızdan
kavrayabildiğimiz erdem ve görünüsünü, biçimini bildiğimiz atın birlestirilmesi olur.
Kısacası düsünmenin bütün malzemesi dıs ya da iç duygumuzdan2 gelmedir. Bunların
sadece karısımı ya da birlesimi zihin ve istemeye aittir. Bütün idealarımız ya da zayıf
algılarımız, izlenimlerimizin ya da canlı algılarımızın kopyalarıdır.
Kanıtları:
1-Ne kadar karmasık ya da yüce olursa olsun düsünce ya da idealarımızı çözümlediğimizde
bunların her defasında daha önceki bir his ya da duyguyu kopya eden basit idealardan
meydana geldiğini görürüz. Örneğin TANRI ideası: Sonsuz akıllı, sonsuz bilge, sonsuz
iyi’den olusur.
2
Orijinali “sentiment”: Asırı his, sezis, duygu. Dçli bir duyu hali de denilebilir.
3
2-Organ sakatlığından dolayı bir kimse harhangi bir duyum türünde duyarlı değilse her zaman
bu duyumların karsılıkları olan idealar konusunda o denli az duyarlı oldukları görülür. Kör bir
kimse renklere iliskin fikirlere ulasamaz.
Benzer sekilde yumusak huylu bir adam zalimlik ideasını tam anlamıyla kavrayamaz.3
Bütün idealar özellikle soyut olanları kendiliklerinden silik ve belirsizdir. Zihnin
bunlar üzerinde çok zayıf bir egemenliği vardır. Baska benzer idealarla karıstırılmaya
yatkınlardır. Ve bir terimi seçik bir anlamda da bir süre kullanınca, ona bağlı belli bir idea
olduğunu hayal etmeye yatkınızdır. Aksine bütün izlenimler yani iç ve dıs duyumların hepsi
güçlü ve canlıdır. Aralarındaki sınırlar daha kesin bir sekilde belirlidir. Bunlarla ilgili hata ya
da yanlıslığa düsmek kolay değildir.
Öyleyse bir felsefi terimin herhangi bir anlam ya da idea olmaksızın kullanıldığından
kuskulanırsak sadece sunu sorusturmak yeter: Bu sözde idea hangi izlenimden doğmustur?
Hume, ideaların bağlantıları/çağrısımları üzerine sunları söylemektedir: Zihnin farklı
düsünceleri ya da ideaları arasında bir bağlantı ilkesi vardır: Belleğe ya da hayalgücüne
gelisleri ile belirli bir yöntem ve düzen ölçüsü içinde birbirlerini çağırdıkları açıktır. Ciddi
düsünme ve konusmalarımızda bu o kadar bellidir ki, ideaların düzenli yolu ya da zincire
uygun olmayan bir düsünce hemen farkedilir. En rastgele ve serbest konusmada düslerimizde
bile bütün geçisleri bağlayan bir sey vardır. Farklı diller arasında da bilesik ideaların bütün
insanlık üzerinde esit ölçüde etkisi olan bir evrensel ilkeyle birbirine bağlandığının kesin
ispatı vardır.
D
dealar arasında üç bağlantı ilkesi vardır Hume’a göre: (çağrısımın yasaları)
1-BENZERLDK: Bir resim düsüncelerimizi doğal aslına götürür.
2-YAKINLIK: Bir apartman dairesinden söz edilmesi diğer daireler hakkında sorusturma ya da
konusma baslatır.
3-NEDEN/ETKD: Bir yarayı düsündüğümüzde onu izleyen acıyı düsünmeden edemeyiz.
Neden ve etkiler akıl ile değil tecrübe ile bulunabilir. Hiçbir nesne duyulara verilen
nitelikleriyle kendisini ortaya çıkaran nedenleri ya da kendisinden doğacak etkileri belli
etmez. Ne de aklımız tecrübenin yardımı olmaksızın gerçek varolus ve olgu sorusunda
çıkarımlar yapabilir. Örneğin bize tamamen yabancı olan nesneler...
Doğadaki gündelik oluslarla çok az benzer yanı bulunan olayların da tecrübeyle
bulunduğu rahatça tespit edilebilir. Hiç kimse barutun patlamasının ya da demirin mıknatıs
özelliğinin a priori kanıtlamalarla bulunabileceğini hayalinden geçirmez. Alıskanlıklar bizi
öylesine etkilemistir ki en kuvvetli olduğu yerde sadece tabi cahilliğimizi örtbas etmekle
kalmaz, kendisini bile saklar. Yalnızca en üst derecede olduğu için hiç yokmus gibi gözükür.
Hume, insan aklının ya da sorusturmasının bütün objelerini iki gruba ayırarak inceler:
3
Son bölümde aklın islevlerinde tekrar ele alınacak
4
1. Ddea Dliskileri: Geometri, cebir...gibi. Ya sezgi ya da tanıtlama yoluyla kesin olan her
ifadedir. (3 X 5 = 30 /2) Bu önermeler evrende varolan herhangi bir seye dayanmadan
sadece düsüncenin islemesiyle ortaya çıkarılabilir.
2. Olgu Sorunları: Aynı tarzda doğrulanamazlar. Bunların hakikatine iliskin elimizde ne
kadar kuvvetli olursa olsun, birinciyle aynı iç yapıya sahip değildir. Her olgu
sorununun tersi mümkündür. Çünkü hiçbir çeliski içermez.Zihin tarafından aynı
kolaylık ve seçiklikle, gerçekliğe aynı derecede uygunmus gibi kavranır. “Yarın günes
doğmayacak” önermesi doğacak önermesi kadar anlasılır ve bir çeliski içermez. Bu
durumlarda yanlıslığını kanıtlanmaya çalısmamız bosuna olur.
3) Do
ğa Yasalılığı ve Bilimin Görevi:
Olgu sorunları hakkındaki akıl yürütmeler neden-etki iliskisine dayanır. Birine
arkadasının neden sehir dısında olduğuna inandığını sorsak, bize öyle ya da böyle bir sebep
gösterecektir (arkadasından aldığı mektup, son konusmaları, sözler...) Olgular hakkında bütün
akıl yürütmelerimiz aynı yapıdadır. Her defasında ortada olan olgu ve ondan çıkarılan diğer
olgu arasında bir bağ varsayılmaktadır.
Nedensellik ilkeleri hiçbir zaman kesin olarak tanıtlanamazlar, ama bunlara
inanmalıdır; çünkü bu inanma “Pratik Hayat” bakımından gereklidir. Yasadığımız ya da
kendimizin harekete getirdiğimiz olayların ardından belli bir takım olayların geleceğini
beklememiz pratik hayatın güvenliği bakımından gereklidir.
“Art arda gelis” ne kadar sık oluyorsa, onun tekrarlanacağı da o kadar olası olur.
Deney bilimleri bu olasılığı (probability) saptama ve matematik olarak belirleme ile
yetinirlerse, tanıtı olmayan nedensellik kavramından pekala vazgeçilebilirler. Bununla da en
olası olarak neyi beklememiz gerektiğini bize göstermis olurlar.
Böylece Hume, günümüz bilim idealinin prensibini yüzyıllar öncesinden verebilmis
oluyor.
Doğa yasası, olgular arasındaki tekrarlanmaları çok olası olan iliskiler kavramıdır.
Doğa yasası derken, bunu değil de olaylar arasındaki reel bir bağlılığı anlarsak, bilme
gücümüzün dısına çıkarız.
4)
Süpheciliği ve Nedensellik Elestirisi
Olası iliskiler kavramı ile Hume’un empirizmi deney bilimleri bakımından bir
S
üpheciliğe (skeptisizm) varmıs oluyordu. Bu anlayısta deney bilimleri olguları saptama ile
yetinecek, bunun dısına çıkıp zorunlu bağlantıları kavramak isteyen bir teoriye gitmeyecektir.
Çünkü böyle bir sey bilimsel bir tanıtlamanın değil de, ancak alıskanlığa dayanan bir
inanmanın ürünü olur. Hume’un olgularının saptanmasından ileriye götürmek istememesi
Pozitivist
bir anlayıs ve Aydınlanma düsüncesini önceleyen bir prensip olacaktır.
Nedensellik Elestirisi:
1- Hiçbir zaman algılanamaz, ancak düsünülebilir. Bir sonuç olarak çıkarılmaz,
dolayısıyla tanıtlaması da olamaz.
5
2- Nedensellik ne doğrudan doğruya bilinir; ne de araçlı olarak tanıtlamalarla bilinir; hiç
bilinemez.
3- Bilincimizde birbiri ardına gelen tasarımlar arasındaki bir ilgiyi, yani sübjektif bir
bağlantıyı olaylar, nesneler arasındaki bir ilgi haline sokarız. Sübjektif olan bir seyi
objelestiririz.
4- Tasarımların bilincimizde ard arda gelislerine bakarak, bundan olayların kendi
aralarındaki zorunlu bağlılıklarını çıkaramayız, tanıtlayamayız. Buna ancak
D
NANABDLDRDZ.
Töz Elestirisi:
Töz yoktur. Çünkü töz idesine karsılık olan bir izlenim yok. Belli bir izlenim
bulamıyoruz ki yansısı töz olsun.
“Nesnel gerçeklik hiçbir zaman bilinemez.” Çünkü onu bilmek için deneyden baska
hiçbir dayanağımız yoktur. Deney ise evrensellik ve zorunluluk öğelerinden yoksundur.
Evrensellikten yoksundur çünkü: Sınırlıdır ve yeni bir deneyin ne türlü sonuç vereceğini
bilemeyiz. Bugüne kadar hep aynı sonucu vermesi bundan sonra da o sonucu vereceği
anlamına gelmez.
Zorunluluktan yoksundur çünkü: Soğumayı donmanın izleyeceği her zaman her yerde
göstermez.
Demek ki bilebileceğimiz sadece olgulardır. Deneycilikte “yanılmayı” sağlayan
çağrısımlardaki bağlantı hatalarıdır.
5)
Dnsanın Aklı Neyi Basarabilir?
D
nsan aklının yapabileceği olsa olsa doğal fenomenleri meydana getiren ilkeleri daha
yalın bir hale getirmek ve
Analoji
Tecrübe
Gözlem yoluyla akıl yürüterek birçok belirli etkiyi birkaç genel nedene
indirgemektir.
Ama bu genel nedenlerin nedenlerine gelince bunları bulmaya kalkısmamız bosuna
olur. Bu en son kaynak ve ilkeler insan merakına ve sorusturmasına tümüyle kapalıdır.
Doğa bizi bütün sırlarından uzak tutmustur. Nesnelerin sadece birkaç yüzeysel
niteliğinin bilgisini sağlarken, bir yandan da nesnelerin etkilerinin tümüyle dayandığı güçler
ve ilkeleri bizden gizlemistir. Bizim bildiğimiz seyler ya da nesne diye belirlediğimiz seyler
bilinç olgularının kendisidir. Bizim bir seyi bilmemiz bir algılama olayından baska bir sey
değildir. Sujede bulunan herseyin kökü mutlaka deneydedir. Sujedeki bilgilerin hiç olmazsa
temeli hammaddesi objeden gelir, süjenin yaptığı bu hammaddeyi isleyip düzene sokmaktır.
Böylece, Hume’da insan aklı pasif bir anlayısa sıkıstırılmıstır. Akıl isin içine
girdiğinden insanın realiteden uzaklasmasına neden olmaktadır. Akıl pasif olduğu kadar da
yaptığı atıflarla vardığı sonuçlar bakımından egemendir ve etkilidir. Ancak metazifik ve
olgulardan çıkmayacak soyutlamalar komik ve anlamsızdır. Hersey akıla konu edilemez.
Örneğin din, aklın değil inanmanın konusu olarak kalmalıdır.
6
Batıl inançları yıkmanın yolu olgulara dayanan kavrayısımızı daha da derinlestirmektir
Hume’a göre. Bu Aydınlanmacı düsüncenin de düsturu olacaktır benzer sekilde. Bilinmeyen v
spekülatif konularla uğrasılmamalıdır. Somut olanda kalınmalıdır.
Esitlik, adalet, sonsuzluk kavramlarına insanın nasıl ulastığı konusunda Hume neler
demektedir?
Zalim olmayan biri zalimliği tam anlamıyla kavrayamaz ise değer rölativizmi ve insan
hakları gibi konularda Hume düsüncesi sınırlarında kalarak aydınlanmacı bir tavır
sürdürülebilir mi?
Bu soruların cevabı ikinci bir çalısmada cevaplandırılmaya değerdir.