Dalga

“Hayallerle sıcaklaştırılmamış sözcükleri, kaldırım taşları gibi soğuk soğuk çarpıyor kafama.”

“Bu mavi hep böyle kalabilseydi; bu açıklık hep böyle durabilseydi; bu an hep böyle kalabilseydi…”

“Yüreğim demir atmış, yüreğim yüzüyor, tıpkı yelkenleri usulca beyaz güvertesine düşen yelkenli gibi.”

“Büzülmüş kanatlarıyla uçamayan pervaneler gibi topal günlerdi onlar.”

“Kaplanın sıçrayışları denli ansızın, aralıklı sarsıntılarla hayat, kara sorgucunu denizden yükselterek ortaya çıkıyor.”

“Bu saçma sapan, beş para etmez, kendinden hoşnut dünyanın, bu at kılından kanepelerin, bu rıhtımları ve geçit törenlerini gösteren renkli resimlerin pisliğini söyleyeyim. Bu kibirli kendinden hoşnutluğa, bu saat zincirlerinde asılı mercan süslerle at satıcıları üreten dünyanın bayağılığına bütün gücümle haykırabilirdim.”

“Gerçek benliğim, varsaydığım benliğimle ilişkisini kesiyor.”

“Yüreğim kaburgalarımı dövüyor.”

“Dostlarımızın kendi gereksinimlerini karşılamak için bizi ele aldıkları gibi basit değiliz. Yine de sevgi yalındır.”

“İnsanlar geliyorlar. Kabalıklarını, ilgisizliklerini örtmek için ölgün gülümseyişler fırlatarak beni kıskıvrak yakalıyorlar.”

“Özü kesin olanlar, tam olarak yalnızlıklarında var oluyorlar. Işıklandırılmaya, çoğaltılmaya kızıyorlar.”

“Sürekli geliyor yabancılar, bir daha hiç görmeyeceğimiz kişiler, teklifsizlikleriyle, ilgisizlikleriyle, bizsiz süregiden dünya anlayışlarıyla istemimiz dışında bizi süpürüp geçen kişiler.”

“Rüzgarın nefesi, soluk alan kaplanı andırıyordu.”

“Üfleyen biri olmamasına karşın, yaprak, çalılar arasında dans etti.”

“Güneşten kızmış köşede, taç yaprakları yüzdü yeşilin derinliklerinde.”

“Üzerime sıçrayan duygu sarsıntısından korkuyorum; çünkü, başa çıkamıyorum onunla, sizin yaptığınız gibi bir anı, sonrakinin içinde eritemiyorum ve ben anlık sıçramanın sarsıntısıyla düşersem siz benim üzerime basacaksınız, beni paramparça ederek.”

“Hepsinin üzerinde, insan çabasının işe yaramazlığı kuluçkaya yatmış.”

“Gözleri, öylesine çabuk çabuk kımıldadıkları için hiç kımıldamamış gibi görünen pervane kanatlarına benziyor.”

“Arayış yollarından, gençliğin belirsizliklerinden, göz kamaşmalarından çıkmış, dümdüz önümüze bakıyoruz. Farklılıklarımız keskin güneş ışığı altında kayaların gölgeleri denli kesin belirlenmiş.”

“Çevremde, ilgisizliğin geniş boşluğu yayılıyor.”

“Ormanlar, yeryüzünün öteki yakasındaki uzak ülkeler.”

“Bitkin bulutlar, cilalı balinalar gibi karanlık gökyüzünde geziniyor.”

“Aşçı yamaklarının dağıttığı çorba kaseleri gibi yüzler, bayağı, açgözlü, gelişigüzel yüzler; sarkık paketlerle vitrinlere bakan; göz süzen, silip süpürdüğü her şeyi yakıp yıkarak sevgimizi bile bozulmuş, şimdi onların pis parmaklarıyla dokunulmuş bırakan yüzler.”

“Özlemini duyduğum gerçekten yapılma güzelliğin kanadı altına sığınabileceğim sessizlik köşkleri.”

“Bilincin daracık, karanlık yollarını izlemek, geçmişe girmek, kitaplara konuk gitmek, itip açmak dallarını, bir meyve koparmak.”

“Yeryüzünün pisliğine, bozulmuşluğuna karşı çıkmalıyız; dönen, girdaplar oluşturan, kusulmuş, ezen kalabalığına.”

“İnsanlar, nasıl da nefret ettim sizden! Nasıl da dirsek vurdunuz, nasıl da önümü kestiniz, yer altı treninde karşılıklı oturup birbirinize gözlerinizi diktiğinizde nasıl da pistiniz!”

“Hep geceyi uzatmak, onu hayallerle daha doldurmak istedim.”

“Dinle, ezen ayaklar arasında şakıyan bülbülü, zaferleri, göçleri.”

“Yalın davranış biçiminin yüce ama kendini öne çıkarmayan güzelliği…”

“Hayat bir düş elbette. Yalımımız, yalnızca birkaç gözde oynaşan o bataklık buharı, az sonra savrulacak, sönecek her şey.”

“Yanmış kağıttaki kıvılcımlar gibi dışarı çıktık, karanlık kükredi.”

“Varlık, halkalar geliştirir; ağaç gibi. Ağaç gibi yapraklar dökülür.”

“Hayat kusurlu, bitmemiş bir söz dizisi.”

“Şükürler olsun yalnızlığa, ki gözün baskısını kaldırdı, bedenin yakarışlarını, tüm yalanlar ve söz dizileri gereksinimini kaldırdı.”

“Nasıl da kat kat iyi sessizlik. Kazığın üzerinde kanatlarını açan yapayalnız deniz kuşu gibi kendi kendime oturmak nasıl da kat kat iyi.”

“Şimdi, zafer türkümü yükselteyim. Şükürler olsun yalnızlığa. Yapayalnız olayım. Şu varlık örtüsünü, küçücük bir solukla gece gündüz, bütün gece boyunca, bütün gündüz boyunca değişen bulutu düşüreyim, fırlatıp atayım. Burada otururken değişiyordum. Gökyüzünün değişmesini izledim.”

“Artık onların değişmesine bakmıyorum şimdi. Kimse görmüyor beni, artık değişmiyorum şimdi. Şükürler olsun yalnızlığa, ki gözün baskısını kaldırdı, bedenin yakarışlarını, tüm yalanlar ve söz ddizileri gereksinimini kaldırdı.”

“Bir zamanlar sanıldığı denli yetenekli değilim. Bir şeyler uzanamayacağım bir yerlerde duruyor. Felsefenin güç sorunlarını hiçbir zaman anlayamayacağım.”
“Geceleyin uykuya dalarken bazen, güm diye oturuyor içime.”

“Hiçbir zaman kafamı bir daha direğe çarpmayacağım.”

“Kendini beğenmişlik değil bu; çünkü, tutkularımdan boşaltılmışım, ne özel yeteneklerimi ne huyumu ne kişiliğimde taşıdığım damgaları, gözlerimi, burnumu ne de ağzımı hatırlıyorum. Kendim değilim şu anda.”

“Hayat geliyor, hayat gidiyor, biz hayatı yaratıyoruz. Öyle diyorsun sen.”

“Sen, sensin. Bir çok şeyin yokluğuna karşı beni avutan da bu işte -çirkinim, güçsüzüm- yeryüzünün aktöre çöküşüne karşın, gençliğin uçuşuna.”

“Bu arada, gel, zaman saatinin tik-taklarını bir vuruşta susturalım.”

Virginia Woolf

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!