Çocukca Felsefenin Ardında
Çocukça felsefe çocuk felsefesi değildir. Çocuklara yöneltilmiş, onları konu alan felsefece bir yaklaşımın adı değildir. Çocukça felsefe, ele aldığı sorunları, betimlemeye, yorumlamaya çabaladığı konuları, kavramları, görüşleri, anlayışları, naiv bir tutumla, sanki ilk kez görüyormuş, sanki bunlar felsefenin geçmişinde, bilimlerde, insanın binlerce yıllık yaşam deneyimlerinde yer almıyormuş gibi görme çabasıdır. Husserl Fenomenolojisine bu açıdan yakınlığı vardır; Kökten bir “paranteze alma”, epokhe söz konusu değildir, ama çocukça bakışta; çocuğun zaten epokhe yapacak deneyim birikimi yoktur.
Çocukça felsefe, önceden belirlenebilen yöntemler, kılı kırk yaran temellendirme çabalarına dayalı ilkelerden yola çıkmaz. Ne bir bilim (Husserl’in söylediği gibi, Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe) ne de (Belki, örneğin, Nietzsche’de olduğu gibi, Böyle Buyurdu Zerdüşt) sanattır. Dünyaya çocukça bakabilmenin, bakabilenlerin bir ürünüdür. Öğrenilerek çocuk olunmaz, taklit ederek de. Çocukluk kendiliğindendir. Zorla çocuk olunmaz
Çocuk felsefe yapabilir mi? Madem ki deneyimleri yetersiz, kavram çözümlemeleri için gerekli donanım, birikiminden yoksun, nasıl olacak da insan yaşamını, düşüncesini, bilgisini yorumlayacak? Çocuk nasıl felsefeyle olacak? Daha başta olan biridir o; deneyimsiz, ergenliğe bile erişmemişken, kavramlarla yaşayabilecek olgunluktan uzakken, Sokrates’in deyimiyle nasıl düşünceler doğurtacak ya da doğuracak?
Burada çocuğun, çocuk felsefesi yapanlarca ya da eğitimcilerce göklere çıkarılan düş gücünün genişliği, hayret, merak, sorgulama duyarlılığı, masumiyet, yaşamın keyfini çıkarabilme, oyun oynayabilme başarısı gibi erdemleriyle ilgilenmeyeceğim. Sanırım çocuğu çocukça görmeyi de bilmiyoruz. Unuttuğumuz birşey oluyor çocukluğumuz. Çocukken çocukluğumuzu yorumlayamadığımız için büyüyünce gerçekleştirdiğimiz yorumlar birer anı-yorum oluyor. Çocuklukta ne var ona filozof olabilme olanağını veren?
Çocukça düşünebilmek için çocukluğu aşmak gerekmez mi? Bir olgunluk gerektirmez mi felsefece tartışmak? Çocukla felsefe nasıl bir araya gelir? Çocuk doğru dürüst düşünemez ki felsefe yapsın. Daha yolun başında, daha deneyimsizdir.
Oysa, göz önüne alınması gerekli temel nokta şu: Burada çocuk filozof olmuyor, filozof çocuk oluyor. Çocukluğa dönme anlamında değil. Filozof bir çocukluk yaratıyor. Bir çocukluk yaşıyor. Hani tasalanarak, öğrenilerek çocuk olunmuyordu? Bu yaratma, kendiliğinden gelen bir oluşumdur, filozof kendini çocukluğunda bulmuştur: Anılarında değil. Şu anda yaşadığı çocukluğunda, Çocuklaşma bir düşünme aşaması, bir düşünme evresidir: “Bu konuya çocuk gibi baksak” “Çocuğun gözüyle nasıl görülürdü?” “Bu sorunun anlaşılamamasının ardında, çocukça bakılamayışı yatıyor” “Çocuklar! Bu soruna çocuk gibi bakmaya çalışsak nasıl olur?” Sözleriyle giriş yapılabilir. (Bu aşamayı bir kaçış, gerçeklerle yüzleşmemek için bir geri çekiliş, bir “regressyon” olarak görmemeli!) Bilinçli, farkındalıklarla yürütülen bir araştırmanın bir evresidir, çocukçalık.
GİDİVERDİĞİMİZ BİR HAYAT BU ÇOCUKÇALIK.
DÜŞÜNCENİN AMAN VERMEZ AKIŞINDA, ÇIKINCA
GİZEMLİ DERİNLİĞİNDEN, ÖYLE KALAKALDIK,
MASKARALIK, BELKİ KAÇIŞ, BU DÜNYADAN BAKINCA.
Bir çıkış, kaçış değil çocukçalık. Bir çıkış, dehlizlerde yürüyüşlere, kavramlarda sıkışmış, tarihte,çerçevelerde. Mızma. Oynarken. Felsefecilik. Mızma kurala uygundur. Bir patika açmadır: Buradan da gidilir. Geride kalanlara şöyle denir: Deneyip geleceğim mızmıyorum. Tazelenmeye gidiyorum. Yoruldum. Yeniden görüp geleceğim. Can bulmaya gidiyorum. Gitgide ağırlaşan havayı değiştirmeye; kalakalmak, Sokrat gibi Şölen yolunda. Kalakalmak, çocukçalığın başladığı yer. Yıpranmışlığın hüznü ile, yürüyorum, arayışımın yollarından birinde, daha önce gördüklerimi yeni bir ışıkla görüyor, görmediklerimi görüyorum.
Perde. İşte benim ona çıkardığım dil
Gitti öncekiler hiçbiri benim değil.
Kırlarda elimde uçurtmadır kavramlar,
Geleceğim yine, eskilere selamlar.
Hür müyüm, deli mi? Hayat aralanıyor,
Elimde kalem ciddilik karalanıyor.
Kalem ağır. Hakikat sağır. Bunca kahır,
Kuş olmuş bakın Felsefe yaralanıyor.
Yarayı sarıyor çocuk kalmıyor hatır,
Tenhada garip düşünce mayalanıyor
Düşünceye kanat germedir bu evre. Pörsümüş kanatlarını gerip açmadır. Kol kanat germedir. Eprimiş, karanlık kadife perdeleriyle pencereleri sıkı sıkı kapatılmış, tozlu ağır koltuklarıyla bu alışılmış, alışıla alışıla eskimiş arama evinden, her tarafı camlarla kaplı, sırçadan, uçucu bir müziğin eşliğinde, bahçesinde çocuk gülüşlü oyunların oynandığı, içinde sayısız bahçe olan, alana sıçramadır. Orada yorgun çocuklar, olgun ve çocukturlar. Orada içi olanın içini açabildiğini, gözü olanın, gözünü, gerçeği olanın gerçeğini açabildiğini, düşünmüş de çocuk olmuşların oynaştığını, ironi ile derinleşen düşüncenin kaynaştığını duyabilirsiniz.
Sorular şunlar: Bu aşamaya nasıl gelinir? Bu aşamada ne başarılır?
Bu aşamadan nasıl çıkılır? Bu aşamaya yaşlanarak, çile çekerek gelinir. Bundan dolayı çocuk felsefe, salakça felsefe değildir. Büyümüş de küçülmüş felsefedir. Bu felsefe her hangi bir sorunun aranmasına ilişkin geliştirdiğimiz tavırla ilgilidir. Şimdiye dek bu felsefenin ne uğraştığı konular, ne bu konuların tartışılma yöntemlerine ilişkin birşey söylemedim. Söylediğim, yalnızca sorulan soruları aramaya, yanıt bulma denemelerine ilişkin sezgisel imalardı.
Bu aşamada ufuk açılması, seçenekleri görebilme, arama, araştırma sevinci gerçekleştirilir.
Karanlıktan, yoğun çabalardan, uçucu aydınlığa geçiştir.
Arayan, sürgit çocukça felsefede kalmaz. Bulunanların irdelenmesi gerekir. Ağırlık çöker.
Sonra yine uçucu aydınlık gelebilir. Sonra yine çalışma karanlığı.
Neden irdelemek, çözümlemek, ayrıntılarda yoğunlaşma karanlık olsun? Onlar da aydınlıkta ama uçucu olmayan aydınlıkta yapılmasın?
Elbette neden olmasın? Yoğun bir çilenin ardından gelen olgun çocukluk, felsefece düşünmenin zahmetleriyle neden ağırlaşıp, karanlığa bürünsün?
Şimdi, soru çocukça felsefeyi hak etmek için nasıl çalışmak, nasıl bir donanım edinmek gerektiği üzerinde yoğunlaşıyor. Onu, söylediklerimi anlayanlar zaten yanıtlamışlardır.
A. İnam