Çocuk Hastalıkları Ve Ölümleri
Şuurları dünyada henüz gelişmeden kısa bir süre ikametten sonra dünyayı terk eden veya sakatlıklar içinde kıvranan çocuklara sık sık rastlanır. Söylendiği ve bilindiği gibi dünyaya gelmekten amaç birtakım ıstıraplı deneyimler geçirmek ve bu şekilde yükselmek ise henüz bu deneyimleri kavrama çağına girmeden ölmenin veya ıstıraplar içinde kıvranmanın ne anlamı kalır? İşte tekrardoğuş öğretisindeki amaçlara görünüşte aykırı görünen hallerden biri de budur. Fakat bu düşünce doğru değildir. Bunun doğru olmadığını başlıca iki bakış açısından belirtebiliriz: Bunlardan birisi ruhun genel gelişiminde çocukluk hayatının hiçbir boşluk oluşturmadığı, ikincisi de ruhların genel gelişiminde çocukların önemli roller oynadığı bakış açılarıdır. O halde bunları ayrı ayrı inceleyelim.
Çocukluk hali yeryüzündeki gelişim olanağını ortadan kaldırmaz. Dünya şuuruyla kendini kavramamış olsa bile ruh, buradaki deneyimlerine daha ilk yaşlardan itibaren başlar.
Beşiğinde mışıl mışıl uyurken hiçbir şeyden haberi olmayan bir bebeğin çevresinden sürekli tesirler aldığını ve bu tesirlerin bir gün onun hayatında şu veya bu şekilde ortaya çıkabildiğini deneysel psikolojinin ortaya koyduğu deliller bize açıkça göstermektedir. İnsanın madde alemlerinden yararlanması ve maddesel olaylardan izlenim edinebilmesi, uyanık ve etrafıyla ilgili olması ile şartlı değildir.
Bunun gibi çocuklar da farkında olmadan çevrelerinden sürekli tesirler alırlar. Bunun bazı ender hatırlamalarla, çocuk eğitimi incelemesinden alınmış pozitif gözlemlerle ve nihayet bize çok değerli bilgiler veren hastalıkla ilgili ve deneysel ekminezi [1] halleriyle incelemek ve araştırmak mümkündür. Çocuk eğitiminden alınan sonuçlar bütün eğitimciler tarafından bilinir. Çocuk beşikten itibaren öğrenmeye başlar.
a- İlk olarak daha önce verdiğim Dr. Pitre’nin 17 yaşındaki süjesiyle yaptığı deneyimi hatırlatırım.
Aslında bilinen olayların telkin ile unutulması ve tekrar hatırlanması şaşılacak bir şey değildir. Fakat çocuklukta konuşulan ve sonra unutulan bir dilin tamamıyla kaybolduğunu kabul edersek bunun tekrar telkinle canlandırılabileceğini düşünemeyiz. Bu, bir adamı telkin ederek hiç bilmediği bir dille konuşturabilmek iddiası kadar abes olur. Yukarıdaki örnekte telkin bir rol oynuyorsa bu, ruhta mevcut gizli anıların canlanması fikrini bize zorunlu olarak kabul ettirir.
b- Dr. Burot’nun deneği Jeanne da hipnoz halinde beş yaşına getirildiği zaman okumasını ve yazmasını unutmuş bir hale giriyor. Ve onları yeni yeni öğrenmeye başlıyor. O zaman yaptığı hataları aynen tekrarlıyor. Ve o yaşının bütün ruhsal durumlarını gösteriyor.[3]
Fakat beş yaşından önceki hayata ait hatırlamalar da ekminezi yolu ile bize dikkate değer bilgiler vermektedir ki asıl konumuzu yakından ilgilendiren bunlardır:
c- 70 yaşında bir kadın ağır bir hastalığı sırasında 1902 yılı 13 Martından 16 Martına kadar birtakım hezeyanlar[4] geçirmeye başlıyor. Fakat yüzeysel bir ifadeyle “hezeyan” dediğimiz bu hal, büyük bir konuyu aydınlatıcı anlamlarla doludur. Bu kadın Hindistan dilini bilmiyordu. Buna rağmen bir gece sabaha kadar yalnız Hintçe konuşmuş, bu dille şiirler söylemiş ve bu şiirleri birkaç defa da tekrarlamıştır.[5] Ertesi gün Hint diline biraz da İngilizce karışmaya başlamıştır. Buradaki öykü şudur:
Bu kadın Hindistan’da doğmuş ve üç yaşına kadar orada kalmıştır. Üç yaşında Hindistan’ı terk ederek İngiltere’ye giden bir insanın orada Hindistan diliyle konuşmaya devam edeceğini kabul edemeyiz. Tamamıyla uzak ve yabancı bir memlekette üç yaşına kadar öğrenilebilen bir dili zorla yaşatmak kimsenin aklına gelmez. O halde bu kadının hastalığı sırasında bir gün sürekli konuştuğu Hindistan dili hangi yaşların anısı olabilir? O sırada etrafındakilerin bu dili anlamamaları olasıdır çünkü böyle olsaydı üç yaşına kadar bu dille ifade edilmiş bazı anıları da saptamak mümkün olurdu.
Ruh bedenin tesiri altındadır. Bu tesirin belirli bir yaşta başlayıp belirli bir yaşta bittiğini bilimden başka, akıl ve mantık da kabul edemez. Bu tesir ruhun dünya maddelerine bağlandığı andan kurtulacağı ana kadar zorunlu olarak devam edecektir. Maddesel bağlardan doğal eğilimlere ait sonuçların izleri -insan ister bilsin ister bilmesin- ruhta her an mevcuttur.
Hayvan ve bitki alemine bakarsak oralarda da şuur henüz gelişmemiş olmasına rağmen düzgün bir gelişim hareketinin var olduğunu görürüz. Bir koyun ile bir maymun arasındaki büyük gelişim farkı olduğu gibi iki koyun, iki maymun arasında da az çok gelişim farkları görülür. Bunlarda şuurun var olmayışı, gelişimlerini kabul etmemize engel olmaz.
Gelişim hiçbir yaratığa istemeden verilmiş bir bağış değildir. Burada ayrıcalık meselesi asla söz konusu olmaz. Gelişim uzun ve güç maddi hayatlarla elde edilmiş bir kazanç ürünüdür. O, bedava verilip alınan şeyler arasında değildir. İşte bitkiler ve hayvanlar arasında görülen gelişim farkları da böylece birçok maddi tesirlerin ruh üzerinde kabuldışı meydana getirdiği izlenimler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bir maymun bir koyundan daha gelişmişse bu hal, Tanrı’nın maymun cinsine daha çok değer vererek onu ayrıcalıklı yarattığından dolayı değildir. Maymunun ileride oluşu, koyuna göre daha yaşlı ve bundan dolayı maddi tesirler altında daha çok yoğrulmuş bulunmasından ileri gelir. Fakat bu tesirlerden ve yoğrulmalardan bu dünyadayken ne maymunun ne de koyunun haberi yoktur. Biliyoruz ki ruhun gelişmesi için içinde yaşadığı maddi hayat hakkında mutlaka şuur sahibi olması gerekmez.
İnsan yavrusuna gelince bir süre onun da durumu böyledir. Fakat bu hal onun dışarıdan tesirler almasına engel oluşturmaz.
İnsanların durum ve davranışları üzerinde yalnız kendilerinin değil, başka idarelerin de tesiri olur. Bu dış tesirler iyi veya kötü amaçlara yönelik olduğuna göre insan için faydalı veya zararlı sonuçlar doğurabilir. İyi tesirler elbette dost ve koruyucu varlıklardan gelir, kötü tesirler ise bencil ve geri varlıkların eseri olur. Aslında dünyada da bunun birçok örneğini görmüyor muyuz? Kötü bir dostun telkinlerine boyun eğen veya bir düşmanın kurduğu tuzağa düşen bir insanın hali böyle kötü tesirlere örnek oluşturacak olağan hallerdendir. Yine olağan rastladığımız iyi tesirlere örnek de bir babanın çocuğu üzerindeki tesirleri, iyi bir dostun, bir eğitmenin telkinleri vb.dir. Fakat böyle başkasından gelen ve insanı haberi bile olmadan yönetip yönlendiren tesirlere en iyi örneği hipnoz hallerinden alınmış gözlemlerde buluruz. Bu gözlemlerde gösterilen deneklerin uyandıktan sonra sebeplerini bilmeden ve hatta düşünmeden yaptıkları birtakım işlerin, kendilerine uykuları sırasında başkaları tarafından verilmiş telkinlerin sonucu olduğunu biliyoruz. Böyle hareketlerin sonuçlarından insan sorumlu olmasa da onların izlenimlerini ruhunda taşımaktan özgür kalamaz.
İnsanlara dışarıdan gelen bu tesirler çoğunlukla okülttür. Bunların nereden ve nasıl geldikleri çok defa insanlar tarafından bilinmez. Ve hatta bu sebepten dolayı çok kimseler böyle okült bir tesiri hemen daima inkar ederler. Halbuki insanlar bunu inkar ettikçe ve bu tesirlerin iyi veya kötü anlamlarını deşifre etmeye uğraşmadıkça, iyi tesirlerden yararlarının az olmasına karşılık kötü tesirlere karşı da o oranda zayıf olurlar. Klasik ruhçulukta önemli bir konu oluşturan obsesyonlar bunun delilidir. Bir insana psişik olarak spatyomdan veya dünyanın herhangi bir yerinden gelen okült tesirler, kötü taraflarını bilgisizlik yüzünden, iyi taraflarını da bilgi yüzünden artırırlar. Bir insan ruh bilimlerini ne kadar biliyorsa, psişik tesirlerin mekanizmasını ne kadar kavrıyorsa obsesyonun anlamını o kadar iyi anlar. Ve anlamı iyi anlaşılmış bir obsesyon ne kadar tehlikeli içerik gösterirse göstersin zararlı olmak niteliğini kaybetmesinden başka faydalı bile olur. Onun bütün zararı anlamının anlaşılmamasında ve insanın ona körü körüne kapılmış bulunmasındadır. Bir insan tehlikeli bir obsesyon karşısında “Bu bir obsesyondur!” teşhisini zamanında koyabildiği anda obsesyon tesirini derhal kaybetmeye başlar. Fakat aksine onun ne demek olduğunu bilmez ve onu kendisine mal etmeye kalkışırsa bu kötü obsesyonun gittikçe esareti altına girer ve esaret altına girdikçe de kendisini ondan kurtaramaz olur. Çünkü o, başkasının iradesine bu pasif haliyle kendi iradesini bağlamıştır. Ve başlangıçta kendisine hiçbir sorumluluk getirmeyen bu tesirler sonradan, yani obsedenin şuurlu onaması halinde sorumlu bir iş haline girer.
Fakat dış tesirler her zaman böyle kötü kaynaklardan kötü amaçlarla gelmez. Hatta durum ve davranışlarımız üzerinde iyi kaynaklardan gelen ve irademizi iyi yollara yönlendirmeyi bize öğreten iyi tesirler daha çok görülür. Örneğin, sizin için hayırlı olmayan bir davete giderken yolda ayağınız kayar ve incinebilir. Bu hal sizi o davete katılmaktan alıkoyan çok hayırlı bir iş olur. Hayatta çoğumuz böyle hallere benzer birtakım olaylarla karşılaşmış ve onu birtakım rastlantılara bağlamışızdır.
Bu düşünceler gösteriyor ki büyük insanların bile dünya deneyimleri arasında kendilerinin haberi olmadan aldıkları birçok dış tesirler ve bu tesirlerin altında elde ettikleri iyi veya kötü sonuçlar vardır. Bu tesirlerin iyi veya kötü sonuçları davet etmesi şuur haliyle şartlı değildir. Büyüklerin deneyim hayatında kabul ettiğimiz bu bakış açısını çocuklar hakkında da aynen ya da başka bir düzende kabul etmeye zorunluyuz. Bir süt çocuğunun üzerinde ana ve babasının sürekli tesirleri yanında ondan daha az etkili olmayan okült tesirler çoktur. Her şeyden önce bunu inkar etmedikçe ruhların çocukluk hayatlarından -gelişim yolunda- faydalanmadıklarını iddia edemeyiz.
Kaynak: Dr. Bedri Ruhselman’ın Ruh ve Kainat adlı eserinin 3. cildinin 771-778. sayfalarından Türkçeleştiren: Neslihan Parlak Kosova.
[1] Ekminezi, hipnoz veya psikolojik ayrışma içindeki süjede, içinde bulunduğu yaşamdaki veya geçmiş yaşamlarındaki izlenimlerin tekrar canlanmasına ve bunu sağlayan yönteme verilen addır. RM
[2] Bkz. Ruh ve Kainat, sayfa 540.
[3] Les Changements de la Personnalités, Dr. Burrot.
[4] Bazı hastalıklarda görülen abuk sabuk konuşma, anlamsız davranışlarda bulunma vb. belirtiler gösteren ruh bozukluğu, sabuklanma. RM
[5] Lancet, Dr. Freeborn.