Bir Müridin Varlık Bunalımı Ve Kendi Olmayan

Ontolojik Çözümleme

(Bu metin ilk kez Ocak 2012'de Bilim ve Ütopya'da yayımlandı)

Dünyaya giriş ücretsizdir
Hiç hem başlangıç hem de sondur, ikisini birbirine bağlayansa varolmaktır. Varolmanın putları Varlık’ın örtüsüdür. Put ve örtü birbirlerini tamamlayandır, biri diğerini gerektirir, din ile dinci gibi.
Kendi-Olmayan örtüdür. Varlık’ın örtüsü. Kendi-Olmayan kendi olamayandır; yüksek merci onun ne ve nasıl olması gerektiğini önceden belirler. Kendi-Olmayanın yaşamı geneldir. Dolayısıyla buna “genel mekân”, “genel alan” ve Kendi-Olmayanın kendisine de “genel adam”, “genel insan”, “sıradan adam” denir. Sıradanlık farkındalığın karşıtıdır, Kendi-Olmayan varolduğunun farkında değildir. Bu, onun uyanışı olmayan Varlık uykusudur.
Kendi-Olmayan aynı zamanda belirli olandır; yapay realitenin simgesidir; bu, dünyadan kaçışının neticesidir. Kendi-Olmayan kendisinden tiksinen ontolojik bunalımdır. Bu bunalımı ötekine ve ötekilere bulaştıransa bilgibilim karşıtı bir yazgıcıdır.
Aynı zamanda Tanrının işine tanrıdan daha fazla karışan yine Kendi-Olmayandır. Nesneyi öznenin üstünde tutarak varlıktan yokluk yaratır. Nesneyi metafiziğin bir alt yöntemi olan dine taşıyarak tanrılaştırır. Bu Tanrının ontolojik kanıtıdır. İçindeki vakumu dolduramayıp metafiziğin bir üst yöntemi olan görüngübilime taşıyacak yetisi olmayınca özneyi elimine eder. Bu da Tanrının ontolojik yadsınmasıdır. Kendi-Olmayan girişi ücretsiz olan dünyada ötekilere giriş ücreti ödetir. Hem de varlıklarıyla. İnsan sadece özgür değil, üstelik özgürlüğe mahkûmdur. Kendi-Olmayan insanı özgürlükten koparıp yokluğa mahkûm eder. Bu durumda dünyaya giriş dünyaya düşüştür, ancak dünyanın belli bir yerine, örneğin: Adına ileri demokrasi Türkiye’si denilen açık hava cezaevine.


Kendi-Olmayan ve yargı
Yargılanmadan tutuklananların varoluşu askıya alınmıştır. Askıdaki varoluşlar Kendi-Olmayanın baş edemedikleridir. Örnek: Gazeteciler, yazarlar, entelektüeller, farklı düşünenler. Bu baş edilemeyenler yaşamı yokluktan var etmeye çalışan düşünce birikimleridir ve düşüncelerini yazarak edimleştirenlerdir. Keyfi yargı Kendi-Olmayanın içinden çıkamadığı, çıkmak istemediği patolojik edimidir. Kendi-Olmayan keyfince yargılar. Bireyin varoluş hakkı keyfi yargıcın erkiyle orantılıdır; bu durumda hak erke dayanır. Yargıcın adalet felsefesi: Erk bendeyse hak da bendedir. Kendi-Olmayan bireyin hakkını keyfince zedeler. Yargısız tutuklular Kendi-Olmayan tarafından keyfi-erkçe yargılananlardır. Yetmiş gazeteci bunun bir tek örneğidir. Yargısız tutukluluğun kağıda geçmemiş adı keyfi yargıdır. Keyfi yargı Kendi-Olmayanın ontolojik erkidir.
Yadsıma nedir?
Yadsımanın ne olduğu ve ne olmadığı yargılama edimiyle belirlenir. Kendi-Olmayan yadsımayı kavramak için ötekini yadsımak zorundadır; en büyük hazzı: Toplu yargı, toplu imha. İki örnek: Parasız eğitim isteyen öğrenci ve iktidarı eleştirdiği gerekçesiyle hakkında fezleke düzenlenen milletvekili. Yadsıma her zaman yargı edimiyle belirlenir. Her zaman yargıyla belirlenen yadsıma bir olumsuzluk belirtisidir. Yadsıma olumsuz enerjidir. Dinsel bir terimle: Yadsıma şeytandır. Bu, şeytanın ontolojik sorunudur.
Yadsıma bir Varlık sorunsalı değil, yokluk sorunsalıdır. Hiç Varlık öncesi ve sonrasıdır. Yadsıma Varlık’ı yargılayabilir sadece. Örnek: Varlık yok, Varlık varolan değildir gibi. Varolanı imha etmek Kendi-Olmayanın ontolojik özelliğidir. TÜBA bu imhanın sadece bir tek ontolojik kanıtıdır.
Kendi-Olmayan Hiç’ten korkarak Varlık ve Yokluk bütünselliğini bozar. Korku onu bu bütünsellikten koparıp varoluş-putlarının sıcak kucağına oturtur. Boşlukta yüzen putlara sığınır. Bu, Kendi-Olmayanın ontolojik başarısıdır. 
Kendi-Olmayanın kurduğu düzen bir düzenbazlık “felsefesidir” – bir anti-ontoloji, bir anti-felsefe. Yüzeysel politik-dindar sözcük dağarcığını derin felsefe terimleriyle süsleyebileceğini sanıp böbürlenmek bilgelik kapsamına girmediği gibi, kişinin bilgisizliğini ihbar eder. Bu, Kendi-Olmayanın kendi olmadığının kanıtıdır. Ontolojik bilgi yokluğu Kendi-Olmayanın bilişsel yetersizliğindendir. Bilgi kuramsal ve kurgusal birikimin edimlenişidir. Kendi-Olmayan bu birikimin yoksunluğundan tasaya düşerek fantasmagorik psikolojisiyle hem-insanlarına savaş ilan eder. Bu, Kendi-Olmayanın çaresizliğinin kanıtıdır. Kendi-Olmayanın zaman ve uzamdaki yerini çaresizliğin gerektirdiği kısır döngü belirler. Bu, Kendi-Olmayanın ontolojik takıntısıdır.

 

Ne yani, Ben İslam düşüncesini gerçekleştirmek için mi dünyaya geldim?
Bu soru Kendi-Olmayanın aklının ucundan bile geçmez. Bu soru kişi olabilenin kişisel bir sorusudur, Kendi-Olmayan kişilikleşmediğinden böyle bir soru karşısında öldürülmekle tehdit edildiği travmasına kapılır; travma onu dinsel putçuluğun ateşiyle soruyu soranı imha etmeye götürür. Toplama kamplarına kapatılan düşünceler ontolojinin imhasıdır.
Tanrı odaklı dinsel saplantı ya da din odaklı tanrısal saplantı Kendi-Olmayanın ontolojik ruhsal hastalığıdır.
Tanrının icadı Kendi-Olmayanın Varlık’a olan korkusundan ve ona veremediği yanıttan kaynaklanır. Buradan doğan vakumdan ötürü Tanrıyı - var olabilmek için - gerekli bulur. Bir bakıma Tanrı yerine başka bir şeye de inanılabilir, örneğin güneşe ya da başka bir nesneye. Ancak gözle görünen bir nesneye olan inanç beynin özerk işlevselliğine ters düştüğünden, göze görünmemesi, hayalimsi, hayaletimsi olması Kendi-Olmayan açısından büyüleyicidir, çünkü Kendi’ne ihanetinden dolayı aldanmayı öne çıkararak hakikatleştirir. Bu, Kendi-Olmayanın sahi olamayışının kanıtıdır. Kendi-Olmayan dinsel hayaletin bir devamı olarak sosyolojik ve politik hayaletler geliştirip farklı düşünenleri hayali örgütlere üye edip yargılayandır. Bu, Kendi-Olmayanın arızalı algısının kanıtıdır.


Voltaire'ın “Eğer tanrı var olmasaydı, onu icat etmek gerekirdi” önermesi buradan kaynaklanıyor. 
Bu tümcede Tanrı düşüncesinin gerekli oluşuna dikkat çekilir. Buradaki önemli etken Tanrı düşüncesinin var olmak açısından gerekli olmasıdır. Demek ki, keskin bir mecaz içeren bu tümce Tanrının olmadığını ancak gerekli olduğunu ve dolayısıyla icat edilmesi gerektiğini vurguluyor. Kendi-Olmayan, Tanrıyı icat edecek kadar zeki ve Tanrı-diktatörlüğü kurma ereği taşıyacak kadar da evhamlıdır. Bu, Kendi-Olmayanın Varlık’tan sapmasıdır.

Diğer taraftan Bakunin'in “Tanrı olsaydı da onu yok etmek gerekirdi” önermesi Tanrının gereksizliğini ve dolayısıyla icat edilmesi gerekmediğini vurguluyor. Kendi-Olmayan kendi ayakları üzerine duramayandır, bu nedenle icat edilen Tanrı ve din Kendi-Olmayanın obsesif “afyonudur.” (Marx)

Neticede “Tanrılar Hiç’i aşmak ve destek bulmak için icat edildi.” (Scheler)
Tinsel bir varlık olan insan, içgüdülerini kontrol edebilecek ve kendi ruhsal yaşamı üzerine düşünebilecek yetiye sahiptir. Başka bir ifadeyle: Kendisini nesneleştirecek güce muktedir özne bu yetiyle öz bilinci yaratır. Öz bilinçli insan özne ve nesneyi dengede tutabilendir. İnsanlar arası ilişkiyi bu denge belirler. Kendi-Olmayan özneyi nesneleştirip keyfi yargıyla zedeleyerek özne-nesne dengesini imha edendir. Ve Varlık uykusunun sarhoşluğuyla Hiç’ten kurtulma adına öz bilinci yaratamayandır. İleri demokrasi bu dengeyi kıran mollakrasinin yapay adıdır.

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!