Bir Mahşer Rüyeti
Mahşer günü geldiğinde, iyi ve kötü gibi meselelerle ya da bilgi ağacının meyvelerinden yemek gibi tartışmalarla uğraşıp akıl yürüterek dini bulandıranlar ve Tanrı’nın rüyetine gem vurmaya kalkanlar, sürgün edilecek ve kendi ateşlerinde yanacaklar. Yaratıcı sanat ile bilim ve tüm zihinsel melekeler; kutsal ruh’un bahşettiği tüm melekeler hükmünü yitirdiğinde ve insanoğlu, mücadelesiyle bir başına kaldığında, mahşer günü de gelmiş olacak ve onun rüyetini de herkes, kendi ahvalince, kendi hayal gücünün gözünden görecek.
Mahşer günü, ne bir hikâye, ne de bir alegoridir; o, rüyettir. Hikâye veya alegori, rüyet’ten bambaşka ve çok daha aşağı bir şiir türüdür. Rüyet ya da imgelem, hakiki anlamda, ezeli ve ebedi olarak var olan ve mutlak olanın bir temsilidir. Hikaye ya da alegori ise, belleğin kızlarıdır. Oysa, imgelemi, ilhamın kızları sarıp sarmalar ve hepsi de kudüs’ün kızlarıdır.
Mahşer günü, bu harikulade rüyetlerden biridir. Onu nasıl gördüysem öyle resmettim. Her şey gibi o da başka insanlara başka başka biçimlerde görünecektir; yeryüzündeki şeyler bakiymiş gibi görünür, oysa çok iyi biliyoruz ki bir gölgeden bile daha çabuk yitip giderler. Rüyet ya da imgelem gücünün doğasına dair pek az bilgimiz var ve onun ezelden beri var olan imgelerinin, oluşan ve gelişen varlıklardan daha az kalıcı olduğunu düşünüyoruz; meşe ağacı da elbet bir gün marul gibi ölecek, oysa ezeli ebedi imgesi ve biricikliği asla yok olmayacak, tohumlarından yeniden filizlenecek. Tefekkürle atılan tohumlardan da düşsel imgeler işte böyle yeşerir.
Hayal gücünün dünyası, sonsuzluğun dünyasıdır. O, fani bedenlerimiz yok olduktan sonra her birimizi bekleyen ilahi bir kucaklayıştır. Hayal gücünün dünyası sonsuz ve ezeli ebedidir; oysa oluşum ve gelişim sonlu ve geçicidir. Fani doğanın aynasından bize yansıyan her şeyin ezeli ebedi gerçekliği, işte orada, o ezeli ebedi dünyadadır.
İnsanın cennete kabulünü sağlayan, tutkularına hâkim olması, onlara hükmetmesi ya da hiç sahip olmaması değil, kavrayış gücünü geliştirmiş olmasıdır. Cennetin zenginliklerine tutkuları yadsıyarak değil, sonsuz bir ihtişamla zincirlerinden boşanan ve tüm tutkuların kaynağı olan zihnin gerçekliklerine tutunarak kavuşabilir insan. Bırakın dilediği kadar kutsal olsun o budalalar; onlar asla cennete giremeyecekler. Cennete girmenin koşulu kutsiyet değildir. Onlar ki, akılları olmadığından kendilerine ait tutkuları da olmayan; sefalete ve zulme hizmet eden türlü marifetlerle hayatlarını diğer insanlara hükmetmekle ve onları boyunduruk altına almakla geçiren ahmaklar: onlar cennete asla giremeyecek. Bin defa yazıklar olsun bu riyakârlara! Mahkemeler bile –ki kiliseden çok daha insaflıdırlar– cinayetin tutkuyla değil, soğukkanlı bir tasarı ve hesapla işlendiği hükmüne varma eğilimindedirler.
Bu mahşer tasavvuruyla, o sahte sanat ve bilim de bozguna uğramıştır. Sadece zihindeki şeyler gerçektir; maddi denen varlıkların esas yurdunu ise hiç kimse bilmez; onun meskeni bir aldatmaca ve varoluşu da bir kandırmacadan ibarettir. Varoluş, zihnin ve düşüncenin dışında başka bir yerde olabilir mi? Bir budala dışında kim böyle düşünebilir ki? Bazı mağrur kimseler mahşer gününün gelmeyeceğini sanıyor ve sahte sanatın muteber sanatla harmanlanacağını, deneme ve yanılma yöntemiyle hakikatin bir parçasına ulaşabileceklerini düşünüyor ve bir de böbürlenerek hakikatin esasının buna dayandığını söylüyorlar. Varsın onlar kendini kandırsın; ama ben onları kandırmayacağım. Yanılgı yaratılmış bir şeydir; hakikat ise ezeli ebedidir. Bir gün gelecek, yanılgı ya da yaratının yerinde yeller esecek ve işte o zaman, ancak o zaman hakikat veya ebediyet açığa çıkacak. Ne zaman ki insan yanılgı ve yaratıya gözlerini dikmekten vazgeçer, onlar da o zaman yok olurlar. Bana gelince, ben zahiri yaratılışa asla itibar etmem; çünkü onlar hiçbir kudreti olmayan engellerdir yalnızca; bana ait olmayan ve ayaklarıma bulaşmış bir çamur lekesi gibi. “peki,” diyecekler bana, “doğan güneşe baktığında tıpkı bir altını andıran ateşten bir disk görmüyor musun?” Yo, hayır! Benim gördüğüm, “her şeye kadir yüce tanrımıza şükürler olsun” diye haykıran devasa bir melekler ordusu. Maddi ya da fani gözüm, benim için dışarıya açılan bir pencere yalnızca. Oradan bakıp görüyorum; onunla değil.
William Blake