Bilmenin,Vakıf Olmanın Nezari Ve Ameli Olması Arasındaki Fark Nedir?
Eflâtun’un ölümünden (İÖ 348) sonra Akademia’nın önderliğini, matematiğe ilgisi bazı öğrencileri rahatsız eden eski bir öğrencisi üstlenir. Yeni önderin “felsefeyi matematiğe çevirmesine” karşı çıkarak Akademia’dan ayrılanlar arasında, o sıralar otuz altı yaşında olan Aristo da vardır. Aristo, izleyen birkaç yılı Anadolu’da (Küçük Asya) Midilli (Lesbos) Adası’nda geçirerek, zoolojiyle meşgul olur. Derken, İÖ 343’lerde, Makedonya Kralı II. Philip, kendisini oğlu İskender’e ders vermesi için saraya davet eder. Aristo, bu görevi iki yıldan biraz fazla sürdürürken Kral II. Philip sefere çıkmak üzere Makedonya’dan ayrılır. Tahtını naip olan oğluna bırakmış, naibin resmi işleri de derslerini sürdüremeyecek kadar yoğunlaşmıştır. Aristo, Atina’ya döner, kentin dışında bir koru ve birtakım binalar kiralayarak kendi okulu Lyceum’u (Lise) kurar.
Okul, hızla, her türlü el yazması ve bilginin bir araya geldiği ve Aristo’nun öğrencilerinin araştırma için başvurduğu bir merkez haline gelir. İÖ 336’da II. Philip’in yerine tahta geçen İskender’in bu okulu kaynak aktarmak suretiyle desteklediği ve okula Orta Doğu seferinden doğal yaşama ilişkin sayısız numune gönderdiği söylenir. Aristo’nun başlıca ilgi alanı ve bilimsel hüneri biyolojidir, ama öğrencileri ve öğretim üyeleri, çalışma ve araştırmalarını pek çok farklı alanda sürdürür. Bunlardan birisi de Yunan site-devletlerine ait yüz elli sekize yakın “anayasa metni”nin toplanıp bir araya getirilmesidir. Öte yandan, Aristo’nun kendi eseri olan hacimli yazmaları da geniş kapsamlı bir felsefe sisteminin özlü ifadesidir, gayet yoğun/güçlü bir zihniyet değişimini gözler önüne serer.
Aristo’ya göre herhangi bir şeyin anlamı, onun en aşikâr olan gündelik anlamıdır. Buna karşın, Eflâtun ile olan ilişkisi, kendisi üzerinde kalıcı bir etki yapmıştır. Kendi sıradan merakları ile Eflâtun’un matematiksel ve neredeyse mistik merakları arasındaki fark, Aristo’yu Eflâtun’un gündeme getirdiği pek çok problemi yeniden incelemeye sevk eder. Bu temel problemlerle ilgili mütalaayı Aristo’nun el yazmalarından çekip çıkarmak mümkün değildir, ama aşağıdaki belge, Aristo’nun kendisini temel sorunlara verme nedenlerine ışık tutar. (JS)
Metafizik
Bütün insanlar, doğal olarak bilmek isterler. Duyularımızdan aldığımız zevk, bunun bir kanıtıdır. Çünkü onlar, özellikle de diğerlerinden (tüm diğer duyulardan) fazla olarak görme duyusu, faydaları dışında bizzat kendileri bakımından da bize zevk verirler. Çünkü sadece eylemle ilgili olarak değil, herhangi bir eylemde bulunmayı düşünmediğimizde de görmeyi, genel olarak, bütün diğer her şeye tercih ederiz. Bunun nedeni, görmenin, bütün diğer duyularımız içinde bize en fazla bilgi kazandırması ve şeyler arasındaki birçok farkı göstermesidir.
Hayvanlar doğaları gereği, duyum yetisine sahiptir. Ancak o, bazılarında hafızayı meydana getirdiği halde, diğerlerinde meydana getirmez. Bundan dolayı bu birinciler, hatırlama yeteneğine sahip olmayan sonunculardan daha zeki ve öğrenmeye daha yeteneklidirler. Arılar ve benzeri türden bütün diğer hayvanlar gibi sesleri işitme yetisine sahip olmayan varlıklar, öğrenme yeteneğine sahip olmaksızın zekidirler. Hafızanın yanında işitme yetisine de sahip olan hayvanlar ise, öğrenme yeteneğine de sahiptirler.
Ne olursa olsun, insanın dışındaki hayvanlar sadece imgeler ve hatıralara sahip olarak yaşar. Onların deneysel bilgiden çok az bir pay almalarına karşılık, insan cinsi sanat ve akıl yürütmeye kadar yükselir. İnsanlarda deney hafızadan çıkar. Çünkü aynı şeye ilişkin birkaç hatıra, sonunda tek bir deney meydana getirir. Ve deney, sanat ve bilimle hemen hemen aynı yapıda bir şey gibi görünmektedir. Ancak arada şu ufak fark vardır ki insanlar, bilim ve sanata deney aracılığıyla ulaşır. Çünkü Polos’un haklı olarak dediği gibi, “deney, sanatı; deneysizlik ise rastlantıyı yaratmıştır.” Şimdi deneyle kazanılmış bir dizi kavramdan bir nesneler sınıfına ilişkin tümel bir yargı oluşturulduğunda sanat ortaya çıkar. Çünkü filanca ilacın filanca hastalığa yakalanmış Kallias’a, sonra Sokrat’a ve diğer birçoklarına iyi geldiğine ilişkin bir yargının oluşturulması işi deneyim anına aittir. Buna karşılık onun bu hastalığa yakalanmış olan, belli bir yapıya sahip bulunan, belli bir sınıfın içine giren tüm insanlara, örneğin flegmatiklere, bilyölere veya fiyevrölere iyi geldiğine ilişkin bir yargının oluşturulması işi sanatın altına giren bir konudur.
Pratikle ilgili olarak deney, hiçbir bakımdan, sanattan daha aşağı bir şey olarak görünmemektedir. Hatta deney sahibi insanların, deney olmaksızın kavrama sahip olan insanlardan daha fazla başarıya eriştiklerini görürürüz. Bunun nedeni deneyin bireysel olanın, sanatın ise tümel olanın bilgisi olmasıdır. Her türlü eylem ve meydana getirme ise bireysel olanı konu alır. Çünkü tedavi eden hekimin iyileştirdiği, ilineksel olarak alınması dışında, “insan” değil, Kallias veya Sokrat’tır veya ilineksel olarak bir insan olma durumunda bulunan diğer herhangi bir benzeri ad taşıyan kişidir. O halde deney olmaksızın kavrama sahip olan ve tümeli bilen, ancak onda içerilmiş bulunan bireyseli bilmeyen bir insan, sık sık tedavi yanlışları yapacaktır. Çünkü, tedavi edilmesi gereken bireydir. Bununla birlikte bilgi ve anlama yetisinin deneyden çok sanata ait olduğunu düşünür ve sanat erbabının, deney sahibi kişilerden daha bilge olduğunu kabul ederiz (ki bu Bilgelik’in her türlü durumda daha ziyade bilgiye bağlı olduğunu gösterir). Bunun nedeni, bu birincilerin nedeni bilmeleri, diğerlerinin bilmemeleridir. Çünkü deney sahibi insanların bir şeyin olduğunu bilip neden olduğunu bilmemelerine karşılık, diğerleri “niçin” ve “neden”i bilirler. Yine bundan dolayı her meslekte ustalara, basit işçilerden daha fazla değer verir ve onların basit işçilerden daha bilgili, daha bilge olduklarını düşünürüz. Çünkü onlar yapılan şeylerin nedenlerini bilirler. İşçiler, ateşin yakmasında olduğu gibi, bir işi iyi yapan, ancak ne yaptığını bilmeksizin onu yapan cansız varlıklara benzerler. Yalnız cansız şeylerin işlevlerinden her birini doğal bir eğilimle yerine getirmelerine karşılık, işçiler işlerini alışkanlıkla yaparlar. O halde ustaları gözümüzde daha bilge kılan şey, iş yapabilme yetenekleri değildir; kavrama sahip olmaları ve nedenlerini bilmeleridir.
Ve genel olarak bilen insanı bilmeyen insandan ayırt eden şey, birincinin öğretebilme yeteneğidir. Sanatın, deneyden daha gerçek bilgi olduğuna inanmamızın nedeni de budur. Çünkü sanatkârlar öğretebilir; ama deney sahibi insanlar öğretemez.
Sonra, bireysel şeylere ilgili olarak bize en güvenilir bilgileri verdikleri halde duyularımızdan hiçbirine bilgelik olarak bakmayız. Çünkü onlar bize hiçbir şeyin nedenini, örneğin ateşin neden sıcak olduğunu söylemez; sadece onun sıcak olduğunu söylerler.
Aristo, Metafizik, Çeviri: Prof. Dr. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar 1996.