Bilimsel Buluşların Felsefi Sonuçları
Bernard Russell:
“ Konunun geri kalan bölümünde 17.yy bilimini izler görünen felsefi inançları ve modern bilimin Newton dönemi biliminden ayrıldığı kimi yönleri ele alacağım.
Kaydedilecek ilk şey, fizik yasalarından hemen bütün animizm izlerinin silinmesidir. Grekler, bu denli açık söylememişlerse bile,devini gücünü iyiden iyiye bir yaşam belirtisi saymışlardır. Sağduyu gözlemi hayvanların kendi başlarına,ölü maddeninse dış bir gücün zorlamasıyla devindiği sonucunu verir.
Aristoteles’te bir hayvan ruhunun değişik işlevleri vardır. Onlardan biri, hayvanın bedenini devindirmektedir. Grek düşüncesinde Güneş ve gezgenler tanrı olmaya yatkındırlar ya da hiç değilse tanrılarca düzene sokulur ve devindirilir.
Anaxagoras,başka türlü düşündüğü için kafir olmuştu. Demokritos gerçi başka türlü düşünmüş,fakat onun düşüncesi, Platon ve Aristoteles’I desteklemek amacıyla,sadece Epikurosçularca ele alınmaları dışında bilinmezlikten gelmişti.
Aristoteles’in devinmemiş devingenleri, tanrısal ruhlardır. Kendi başına bırakıldığında herhangi bir cansız cisim hemen eylemsiz duruma gelir. Böylece eylemin durmaması demek ruhun madde üzerindeki sürekli etkisi demektir.
Bütün bunlar ilk eylem yasasıyla değişti. Cansız madde bir kez devinmeye girdi mi,dış bir nedenle durdurulmazsa sürekli olarak devinimde kalacaktır. Ayrıca,eylemi değiştiren dış nedenlerin kesin belirlendiklerinde maddi olduğu ortaya çıkarıldı. Güneş Sistemi herhalde,kendi momentumu ve kendi yasalarıyla sürdürür gider eylemini.
Yine de mekanizmayı çalışmaya başlatacak bir Tanrı gerekli bulunuyordu. Newton’a göre gezegenler,başlangıçta Tanrı’nın eliyle boşluğa atılmışlardı. Fakat Tanrı, bu işi yapıp “Çekim olsun” dediğinde her şey artık tanrısal bir müdahaleye gerek kalmaksızın kendi başına sürdürüyordu işini.
Laplace, faaliyete geçen (işlerlik kazanan) kuvvetlerin gezegenlerin Güneş’ten ayrılmasına yol açmış olabileceğini ileri sürünce, Tanrı’nın doğa oluşundaki payı daha da azaldı. Tanrı,yaratıcı olarak kalabilirdi. Bu bile kuşkuluydu. Çünkü dünyanın bir başlangıca sahip olduğu açık değildi. Bilim adamlarını çoğu her ne denli sofuluk örneğiyse de,onların getirdiği görüş, Sünniliği zedeliyordu ve Tanrıbilimciler huzursuzluk duyuyorlardı haklı olarak.
Bilimden doğan başka bir şey, insanın evrendeki yeri hakkındaki görüşünü derinliğine değiştirdi: Ortaçağ dünyasında Dünya, göklerin merkeziydi ve insanla ilgili her şeyin bir amacı vardı.
Newton’daysa Dünya,seçkin bir yıldız değil, küçük bir gezgendi. Gökbilimsel uzaklıklar öylesine büyüktü ki, Dünya, onlara bakıldığında bir toplu iğne başı kadardı. Bu görkemli aygıtın,toplu iğne başı büyüklüğündeki bir yerde yaşayan yaratıklar için tasarlanmadığın anlaşılıyordu.
Dahası Aristoteles’ten beri bilim görüşünün ayrılmaz bir parçasını biçimleyen amaç, şimdi bilimsel işlemin dışına atılmıştı. Herhangi biri hala,göklerin,Tanrı’nın korkunç büyüklüğünü(azametini) ilan etmek için yaratıldığına inanabilirdi. Fakat kimse, herhangi bir inancın gökbilimsel bir hesaba karışmasına izen veremezdi. Dünya’nın bir amacı olabilirdi. Fakat,bu tür amaçlar artık bilimsel açıklamalara katılamazdı.
Kopernikçi kuram, insanın övüncünü azaltır görünebilir. Fakat gerçekte buna karşı bir etki yapmıştır… Tanrı karşısında alçakgönüllü olmak hem doğruydu, hem de özgörülü. Tanrı, gururlu olanı cezalandırırdı. Vebalar, seller, depremler, Türkler,Tatarlar,kuyruklu yıldızlar karanlık çağları birbirine kattı ve bu gerçek, birer tehlikeli öğe olan felaketlerin,ancak alçakgönüllü olmaya daha çok yer verilmesiyle savuşturulabileceği hissedildi.
Ancak insan bilimsel utkuları elde ederken,alçakgönüllü kalmak olanaksızdı:
Doğa
Ve
Doğa yasaları
Gizlenmişti karanlığa.
Tanrı
“Newton” olsun deyince.
Onlar
Çıktı tüm
Aydınlığa.
Bu denli muazzam bir evrenin yaratıcısı, ileme konusunda insanları küçücük bir teolojik yanlış yüzünden cehenneme göndermekten daha iyi bir yol düşünmüştü kesinlikle. ..
İnsanoğlunun kendinden emin olması miskinlikten kurtulması için başka pek çok neden vardır. Tatarlar, Asya dışına çıkmaz olmuş,Türkler artık bir tehlike olma niteliğini kaybetmiş. Kuyruklu yıldızlar Halley’in yardımıyla korku tahtından indirilmiş,depremler yine dehşet vermekle birlikte bilim adamlarının ilgisini çekmiş bu yüzden ilginç bulunmuştur. Depreme çare bulunamadı diye üzülen bilim adamı çıkmamıştır pek.
Batı Avrupalılar çabucak zenginleşiyor dünyanın efendisi olmaya doğru gidiyorlardı. Amerika’yı fethetmişlerdi. Afrika ve Hindistan’da güçlüydüler,Çin’de saygı görüyorlar,Japonya’da korkutucu oluyorlardı. Bütün bunlara,bilimin,buluşun zaferleri eklenince 17.yy’da yaşayanların, kendilerini Pazar ayinlerindeki gibi zavallı günahkar olarak değil,azametli insanlar olarak görmelerine şaşmamalıydı.
Modern kuramsal fiziğin Newton sisteminden ayrıldığı yanlar vardır. Bu ayrılıkları “kuvvet” kavramını ele alarak başlatabiliriz. “Kuvvet” 17.yy’da çok gözdeydi fakat bugün artık gereksiz sayılmaktadır. Newton’da,eylemi gerek miktar,gerekse yön bakımından değiştiren bir nedendi o. neden kavramı önemli sayılmış ve kuvvet,biz itip çektiğimiz zaman deneyimlediğimiz şey biçiminde,düşsel olarak kavranmıştı.
Sonuçta kuvvet, uzaktan etki eden çekime bir itiraz olarak görüldü.(çev notu: Çekim bir kuvvetse onun itip çeken bir varlıkla ilgili olması gerekiyordu. Halbuki çekim arası bir ortama ve onun duyulmasına neden olan bir varlığa bağlı bulunmadığına göre,kuvvet tanımı onunla uzlaşmaz demek oluyor).
Newton’un kendisi de kuvvetin aktarıldığı bir ortam bulunduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Yavaş yavaş tüm denklemlerin,kuvvetleri işin içine karıştırmadan yazılabileceği anlaşıldı. Yani bu ilişkinin (çekim ilişkisinin) “kuvvet” aracılığıyla ortaya konmuş olması,bilgimize bir şey katmamaktaydı.
Gözlemler, gezegenlerin bütün zamanlarda Güneş’ten uzaklıklarının karesiyle ters orantılı bir ivmeye sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Kısacası bir ivmenin çekim “kuvvet”inden doğduğunu söylemek, afyonun uyutucu hassası olduğu için insanları uyuttuğunu söylemek kadar sözeldir.
Modern fizikçi böylece yalnız ivmeleri belirleyen formülleri dile getirir ve “kuvvet” sözcüğünden bütünüyle kaçınır. “Kuvvet”,eylemlerin nedenleri konusundaki vitalist(canlıcı) görüşün zayıf bir imgesiydi(hayaliydi). Bu imge yavaş yavaş önemini yitirdi.
Kuantum fiziğine gelene değin,eylemin ilk iki yasasının asıl demek istediğini,yani dinamik yasalarının ivme terimleriyle dile getirilmesi gereğini herhangi bir ölçüde değiştirecek hiçbir şey ortaya çıkmadı.
Bu bakımdan gök cisimlerinin yörüngelerinin biçimlerini dile getiren yasaları araştıran Coppernicus ve Kepler, eskilerle aynı kategoridedir.
Newton bu biçimde dile getirilen yasaların, yaklaştırmadan başka bir şey olamayacağını açığa koymuştu. Gezgenler,tam elips çizmezler. Çünkü başka gezegenlerin çekimi bu yörüngelerde sapmalar gerçekleşir. Aynı nedenle onlar aynı yörüngeyi de çizmezler.(s: 289)
Fakat ivmeleri ele alan çekim yasası çok basitti ve Newton’un ölümünden iki yüz yıl sonrasına kadar bütünüyle doğru sayıldı. Çekim yasası, Einstein tarafından düzeltildiğinde bile o,ivmeleri ele alan bir yasa olarak kaldı.
Enerjinin korunmasının ivmeyi değil, hızları ele alan bir yasa olduğu doğrudur. Fakat bu yasaya başvuran hesaplamalarda yine ivmeler geçmektedir.
Kuantum mekaniğinin ortaya koyduğu değişmelere gelince,onlar köklüdür. Fakat bir dereceye değin tartışma ve kesinsizlik söz konusudur orada.
Newton felsefesinde şimdi sözü edilmesi gereken bir değişim vardır. Bu değişme, mutlak uzay ve mekanın bir yana bırakılmasıdır.
Okuyucu bu sorunun Demokritos’la ilgili olarak söz konusu edilişini anımsayacaktır. Noktalardan kurulu uzaya ve anlardan kurulu zamana inanmıştı Newton. Bu zaman ve uzay, kendilerini kaplayan cisimler ve olaylardan bağımsızdır.
Uzay açısından Newton, kendisini destekleyecek empirik bir kanıta sahipti. Mutlaka dönüşü belirleme olanağı ve yeteneği veren fiziksel görünümlü (fenomenli) kanıttır bu.
İçi su dolu bir kova döndürülürse,su kovanın kenarlarına doğru yükselir ve merkezde alçalır. Kova, boşken çevrildiğinde böyle bir olay söz konusu değildir doğallıkla. Newton’un ardından Foucault pandül deneyi Dünya’nın döndüğünü gösterdiği düşünülen bir sonuç verdi.
En modern görüşlerde bile mutlak dönüş sorunu güçlükler göstermektedir. Eğer bütün eylem göreliyse, Dünya’nın döndüğü varsayımıyla göğün döndüğü varsayımı arasındaki ayrım salt sözeldir. Onlar arasında “John, James’in babasıdır” ve “ James, John’un oğludur” tümceleri arasındaki ayırımdan daha büyük bir ayırım bulunmamaktadır.
Eğer gök dönüyorsa,yıldızlar ışıktan daha hızlı gider. Böyle bir şey olanaksızdır. Bu güçlüğe bulunan modern karşılıklar bütünüyle doyurucudur. Fizikçilerin eylemin ve uzayın mutlak göreli olduğunu kabul etmelerine yol açması koşuluyla bu doyuruculuk.
Uzay ve zamanın uzuy-zaman biçiminde birleştirilmesi evren hakkında Galileo ve Newton’dan gelen görüşümüzü büyük ölçüde değiştirdi. Konuya ve kuantum kuramına döneceğim daha sonra.