Anaksimandros Kimdir?
Anaksimandros (Anaximandros) Kimdir?
İlk filozoflardan ikincisi Anaximandros'tur. O da Miletli. Thales'ten sonraki kuşaktandır. Onun öğrencisi, sonra da ardılı (halefi) olmuştur. Güneş saatini bulduğu, ilk haritayı çizdiği söylenir.
Anaximandros da Thales gibi, arkhe sorunu üzerinde durmuştur. O da var olanların kökeninin, anamaddenin ne olduğunu sorgulamıştır. Ona göre ilkmaddenin sonsuz, tükenmez olması gerekir. Sonsuz kavramını ilkin açık olarak belirleyip bunu maddeye yükleyen Anaximandros olmuştur. Ancak, Anaximandros anamaddeye yalnız sonsuzluk niteliğini yüklemekle kalmamış, daha da ileri giderek "İlkmadde yalnız sonsuz değildir, sonsuz olandır da; çünkü ona, daha yakın olan başka bir belirlenim yüklenemez." demiştir.
Thales ilk maddeyi su ile, demek ki belli, bilinen bir madde ile bir tutmuştur. Anaximandros'a göre ise, bunu yapamayız, çünkü her belli, belirli şey sonlu ve sınırlıdır da, yani karşıtı ile sınırlanmıştır: Sıcak soğuk ile, sıvı olan katı olanla, aydınlık karanlıkla, vb. sınırlanmıştır. Her belli olan, dolayısıyla sonlu ve sınırlı olan şey, meydana gelmiş olan bir şeydir –sıcak soğuktan, sıvı katıdan oluşur– ve yeniden karşıtına döner. Böylece, birbirinin karşıtı olan şeylerden biri, öteki karşısında zaman zaman ağır basar; bu da bunların içinden çıktıkları sonsuz anamadde içinde yeniden arınmalarına kadar sürer.
Apeiron anlayışından Anaximandros çok özgün bir doğa görüşü geliştirmiştir: Apeiron'dan önce sıcak ile soğuk oluşmuştur. Sıcak, başlangıçta soğuk ve karanlık olanı (biçimlendirmekte olan yeri) bir alev küresi olarak bir kabuk gibi sarmıştı. Soğuk'tan iki karşıt: katı ile sıvı doğmuştur. Sıvı'dan,yeri çevreleyen alev küresinin sıcaklığı yüzünden, buğular yükselip alev küresini halkalara, ateşle dolu olan hava tekerleklerine bölmüşlerdir. Bu tekerlekler de birtakım deliklerin – güneş, ay – alevler saçarlar. Böylece hava (buğu) ile ateşin birleşmesinden gök meydana gelmiştir. Yer tepsi biçiminde değil, bir silindir, yuvarlak bir sütün biçimindedir ve boşlukta serbest olarak durur; gök de yerin etrafında döner.
Anaximandros'un bu açıklamalarından açıkça şunu görüyoruz: Doğal karşılaştığımız çeşitli ve karmaşık olayları, burada tek, yalın bir temele bağlamak denemesi yapılmaktadır. Anaximandros'u tam bir düşünür yapan da budur; bu yalınlaştırıcı açıklama denemesi, onun gerçekteki çokluğu düşüncede bir birliğe bağlamak istemesidir.
Eski Yunan felsefesinde “Varlığın aslı esası nedir?” sorusuna verilen cevaplar, aynı zamanda “evrenin kaynağı nedir?”, “evrendeki bu çokluk nasıl olup da bu kaynaktan meydana gelmiştir?” sorularıyla da iç içedir. Thales’in bu sorulardan ilkine verdiği yanıt bir yönüyle dinî tutumlara, diğer yönüyle içinde yaşadığı dünyayla ilgili kişisel gözlemlerine dayanmaktaydı. Suyun canlılar için taşıdığı büyük öneme vurgu yapmış olması bu gözlemlerinin neticesindeydi. Thales, suyun canlılar için taşıdığı büyük önemi vurgulamasının yanı sıra, varolanların sudan nasıl meydana geldiğini ise pek açık olarak ifade etmemiştir. Yunan felsefe dünyasında varolanların kaynağı ve bu kaynaktan varolanların nasıl meydana geldiğine yönelik ikinci açıklama denemesi Thales’in dostu ve öğrencisi olarak yaklaşık MÖ 611 - 546 yılları arasında yaşamış olan Anaksimandros’dur. Hakkında günümüze ulaşan bilgilerden anladığımız kadarıyla Anaksimandros, politikacı, astronom, haritacı ve matematikçi kimliğiyle ön plana çıkmış bir kişidir. Eski Yunanların Karadeniz kolonilerinden biri olan Apollonia’nın kurucularından olan Anaksimandros, Akdeniz'i merkeze alan bir yer haritasının yanı sıra, Yunan dünyasında ilk gök haritalarından birini de çıkaran kişidir. Yine, astronomi alanında Eski Yunan dünyasındaki ilklerden olan ve o gün için büyük önem taşıyan dört önemli teorik ve pratik keşfi vardır. Bunlardan ilki dünyanın ekliptik eğriliğini keşfederek güneşin mevsimlere göre doğma ve batma konumlarını nasıl değiştirdiğini açıklamaya yönelikken ikincisi, gnomonu (güneş saati) pratik kullanıma sunmasıdır. Üçüncüsü, yine Güneş’in doğuşu ve batışının açıklanmasına yönelik Thales tarafından geliştirilmiş olan ve dünyanın su üzerinde yüzen bir tepsi biçiminde olduğu anlayışına dayalı olan açıklamaya alternatif olmuştur. Thales’in getirdiği açıklamada Güneş’in doğuşu ve batışı arasında kalan zamanda Güneş’in görünmemesinin nedeni olarak dağların ardında kalması ve insanlar bu yüzden Güneş’i görmeden tekrar doğuya geçtiği yolundaydı. Anaksimandros’a göre ise dünya düz bir tepsi değil fakat genişliği yüksekliğinin üç katı olan bir sütun şeklindedir. Güneş’in batması esnasında, Güneş bu sütunun arkası nda kaybolmakta, doğması esnasında da sütunun diğer yüzünden ortaya çıkmaktadır. Anaksimandros’un astronomiyle ilgili olarak geliştirdiği dördüncü önemli düşünceyse bir sütun olarak belirttiği dünyanın herhangi bir dayanak olmaksızın evrenin merkezinde ve boşlukta hareketsiz olarak duruyor olduğudur. Anaksimandros boşlukta hareketsiz olarak durmayı, dünyaya etki eden bütün güçlerin birbirlerini eşitlemesi sonucunda ortaya çıkan bir durum olarak tasarlar. Anaksimandros’a göre yeryüzünün evrenin merkezinde hareketsiz olarak durmasının yanı sıra dünya çevresindeki yıldızlar ve öteki gök cisimlerinin yapısını ve oluşma biçimlerini de açıklamağa çalışmıştır. Anaksimandros’a göre yıldızlar, etrafı kabukla örtülmüş olan ve içinde ateş bulunan bir çemberler sisteminin çatlaklarından sızan ışıklardan oluşmaktadır. Bu çemberlerdeki çatlakların büyüyüp küçülmesiyle de Ay’ın değişik hâlleri ortaya çıkmaktadır. Yunan dünyasına astronomi alanında getirdiği bu yeni fikirlerden başka Anaksimandros’un diğer bir özgün yanı ‘sonsuz dünyalar’ fikrini ortaya atmış olmasıdır. Aynı zamanda bir tanrısallığa da sahip olan Apeiron’dan içinde yaşadığımız dünyanın da bulunduğu, eş zamanlı mı yoksa ardışık olarak mı varoldukları belirsiz kalan sonsuz bir evrenler çokluğunun bulunduğundan da söz etmektedir (Kranz, 1948: 38-40). Astronomi ağırlıklı olan bu çığır açıcı görüşlerinin yanı sıra, Anaksimandros canlılar ile insanın ortaya çıkışı ve gelişimiyle ilgili olarak da ilk evrimci yaklaşım olarak nitelenebilecek bir anlayışı öne sürmüştür. Bu anlayışa göre nemlilikte başlayan canlılık gittikçe daha karmaşık organizmaların ortaya çıkmasıyla neticelenerek sulardan karalara doğru gelişen bir evrimle insan ortaya çıkmıştır (Kranz, 1948: 40).