Anadolu'da Antik Çağ Filozofları

Antik dönemde Yunan uygarlığının her alanında olduğu gibi düşünce ve felsefede de ilerlemeler olur. Yunanlılar Eski Mısır ve Doğu uygarlıklarından etkilenerek kendi düşüncelerini ve kültürlerini oluştururlar. Ve felsefe de gelişmiş bir kültür sonucu ortaya çıkar. Yunanlı filozofların önemli isimleri Batı Anadolu toprakları üzerinde yaşar ve öğretileri buradan Yunanistan’a geçer. M.Ö. 6. yüzyılda baskısız ve özgür bir halkın yaşadığı ve bilimin, sanatın önemsendiği İyonya’da aydın çevrelerde belli bir düşünce yayılmaya başlar. Çok tanrılı bir dinin kabul edildiği bir ortamda doğa olayları bu tanrıların gücüyle değil doğa kanunlarıyla açıklanır.

antik-filozoflar

Batı Anadolu’nun Ege kıyılarındaki 12 şehir devletinin* bağlı olduğu İyonya’da bilimi ön plana çıkaran ve gerçeğe ulaşmak için teoriler üreten doğa filozofları Efes ve Milet şehirlerinde yaşarlar. Miletli matematikçi, astronomi bilgini ve düşünür THALES (M.Ö. 624 – 547) evreni oluşturan ana maddeyi arar ve sonunda her şeyin kaynağının su olduğunu ileri sürer. İlk Yunanlı filozof olarak kabul edilen Thales ‘Şeylerin gerçeği insan değil sudur’ derken dünyayı da okyanus üzerinde yüzer olarak düşünür. Ayrıca Anadolu kıyılarından görülen M.Ö. 585 yılındaki güneş tutulmasını önceden hesaplamayı başarır. İlk deneysel araştırmalarından ve matematik ile astronomi alanlarındaki buluşlarından dolayı bilimin babası olarak da kabul edilir.

Yine Miletli ve Thales’in öğrencisi, astronominin kurucusu, fizik ve doğa bilimcisi ANAKSİMANDROS (M.Ö. 610 – 546) ise her şeyin kaynağını belirli bir maddeye bağlamayıp sonsuzluk ve sınırsızlıktan söz eder. Belirli özellikleri olan bir varlığın hiçbir şeyin özü olamayacağını anlatır. ‘Sonsuz bir birlikten söz ediliyorsa çokluk niye var?” ve ‘Neden durmadan yineleme var?’ gibi sorulara cevap arar. Sonsuzluk hayatın başlangıcıdır, aynı zamanda belirsizdir ve içinde karşıtlıkları barındırır. Anaksimandros seyahatleri sonunda ilk coğrafya haritasını da çizer. Bir başka Miletli filozof, fizikçi ve doğa bilimci ANAKSİMENES (M.Ö 585 – 528) Anaksimandros’un öğrencisidir. Bu yetenekli gözlemci her şeyin havadan geldiğini ve havaya döndüğünü, ruhun ise solunan hava olduğunu ifade eder. Ona göre tek varlık; kalınlaşıp incelerek ateşe, rüzgâra, bulutlara ve toprağa dönüşebilen havadır. Tanrı’nın gücüyle dolu olan hava hayat için sudan daha önemlidir. Gökkuşağını mitolojik bir tanımlamadaki gibi tanrıça olarak değil de güneş ışınlarının yoğunlaşmış hava üzerindeki etkisi olarak değerlendirir. Bilimsel düşünceleri kendisinden sonraki pek çok düşünür tarafından da benimsenir.

M.Ö. 535- 475 yılları arasında yaşamış Efesli HERAKLİTOS kesin bir gerçeklikten söz edilemeyeceğini ve her şeyin insanın kavrayışına göre olduğunu söyler. Her şey görecedir ve sezgiyle anlaşılabilir. Bir ırmakta iki defa yıkanmak imkânsızdır çünkü su akar. Evrendeki her şey hareket halindedir ve değişir. Şekil değiştirme sonsuza kadar gider. Her şey mücadele sonucu kendi karşıtına dönüşür ve ateşten oluşur. Dünya tektir, onu ne bir tanrı, ne de bir insan yaratmıştır. O kendi yasasına göre tutuşan ve sönen sonsuz bir ateştir ve hep öyle kalacaktır. Ölümsüzlüğün ve canlı ateşin oyunundan bahseder. Bu oyunda ateşin kendisi ile oynar. Ateş dönüşüm içindedir; buhar olur, su olur, toprak olur. İlginç bir kişiliğe sahip olan Heraklitos Efesos’ta saltanat süren önemli bir ailenin çocuğu olmasına rağmen gücü reddeder ve dağlarda yalnız yaşamayı seçer. Kendisini aramaktan başka bir isteği yoktur. “Delphoi’daki tanrının kehaneti ne açıklıyor ne de gizliyor, yalnızca işaret ediyor.” Artemis Tapınağı’na adadığı ‘Doğa Üzerine’ adlı eseri evren, politika ve tanrı bilim olmak üzere üç bölümdür. Herhangi bir filozofun öğrencisi değildir ama Anaksimandros, Pythagoras ve Anaksimenes’ten etkilenir.

Klazomenaili sofist düşünürlerden ANAKSAGORAS (M.Ö. 500 – 428) Heraklitos’un dediği gibi her şeyin kendi karşıtına dönüşmeyeceğini, bir tek var olanla değişmenin açıklanamayacağını öne sürer. “Her şey her şeyden doğar.” Hareketin görünüş değil gerçek olduğunu kanıtlar. Anaksagoras için varlıkların belirleyicisi maddedir. Sonsuz sayıda maddeden söz edilebilir. Zamanın gerilerinde bir ilk hareketi kabul eder. Hareketini kendinden alan zihin evrende egemen tek varlıktır. Zihinden önce kaos vardır, zihin onu keyfince düzenler. “Bütün şeyler belli ölçüde her şeyde bulunurlar.” Anaksagoras’ın maddeyi ruhtan ayıran düşüncelerini Abdera’lı Demokritos benimseyerek Atomcular felsefe okulunu kurar.

İyonya felsefesini Yunanistan’da ve İtalya’da Kolophonlu KSENOFANES yayar ve bir felsefe ekolü kurar. İyonyalı filozoflar gibi evrenin kaynağının ne olduğu gibi sorular üzerinde fazla durmaz. Ksenofanes (M.Ö. 570 – 480) bilgin ve eğitmen olarak Güney İtalya’da öğretilerini aktarır. İnanılan, benimsenen temel kavram ve değerleri; Tanrı’nın insan biçiminde düşünülmesini eleştirir. Yenilikçi yaklaşımıyla tanrı kavramı üzerinde durarak; dünyanın her şeyi gören ve işiten, insanın kavrayamayacağı ve anlamlandıramayacağı, sonsuz ve benzersiz bir tanrı tarafından yönetildiğinden söz eder. “Hiçbir zorluk çekmeksizin her şeyi zihninin gücüyle yönetir.” Bu düşüncesiyle de pagan tanrılarını reddettiği ve günümüzdeki dinlerin tek tanrı bilincine yaklaştığı görülür. Ancak onun tanrısı evren ile eştir.

Sokrates öncesi İyonyalı filozofları evreni anlamaya çalışırken; kaynağını araştırıp belirli bir şeye bağlarken evrende kendi yerlerini de sorgularlar. Daha geç bir dönemden önemli bir filozof Sinoplu DİOGENES‘tir (M.Ö. 413 – 327). Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan istemem” diyerek hayranlığını kazanan; bir fıçıda yaşayan; dünya nimetlerine önem vermeyen felsefesiyle ünlü Kinik filozof. Günün getirdiği yaşam şekline uzak duran, erdemi temel alan, ruh ve beden disiplini ile birlikte bireysel özgürlüğü önemseyen, mümkün olabilecek en az giysi ve eşya ile (çanak, sopa) yetinen Diogenes. Özentiyi ve müsrifliği kötüleyerek ihtiyaçların en aza indirgenmesini; doğal ve sade hayatı savunan; bir çocuğun avucuyla su içtiğini görünce çanağını da kıran filozof kendi kendine yetebilmeye inanır. Platon’un ‘çılgın Sokrates’ dediği Diogenes yalınayak dolaşır, tapınak kapılarında yatar. Gündüz elinde bir fenerle gezerken soranlara ‘Dürüst bir insan arıyorum.’ yanıtını verir. Ona göre zenginlik ve varlıklı olmak; acıma, alçakgönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin karşısında yer alır. Sürekli kendisiyle ve yaptıklarıyla övünen kibirli insanlara zekice yaklaşımı ise ne kadar erdemli olduğunun kanıtıdır: Filozof, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem” der. Diogenes, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: “Ben çekilirim!”

Anadolu’da doğan ve yaşayan doğa bilimcileri ve filozofları Sokrates öncesi düşünce dünyasını yansıtırlar. Düşünce ve teoriler üretmekte kendilerine göre bir sistem oluştururlar. Antik dönemde doğa olaylarının kişileştirilip tanrılarla simgelenmesini ve söylencelerle yaygınlaşıp geliştirilmesini, onlara tapınılmasını (pagan tanrılarını) kabul etmeyen bireysel çıkışlar olarak başkaldırırlar. M.Ö. 5. yüzyılda Atina’da Yunan Uygarlığı’nın klasik çağına ve doruk noktasına geçişte Anadolu’daki Pers saldırılarından kaçan İyonyalı düşünürlerin ve sanatçıların da rolü vardır.

* Phokaia (Foça), Klazomenai, Erythrai, Teos, Kolophon, Lebedos, Efesos, Priene, Myos, Miletos, Khios (Sakız) ve Samos (Sisam)

lebriz.com

  • Yorum yapmak için lütfen üye olunuz!!!