20.Yüzyıl Felsefesi Tarihi Nedir?
20. Yüzyıl Felsefesi Tarihi
20. Yüzyıl Felsefesi Nedir?
20. yüzyıl felsefesi, 19. yüzyıl sonlarından başlayıp günümüze kadar gelen ve devam eden düşünce geleneklerini ve felsefi akımları kapsar. Her çağın felsefesinin kendi toplumsal, kültürel ve siyasal koşullarıyla etkileşimli olması gibi 20. yüzyıl felsefesi de kendi siyasal ve toplumsal gelişmelerinden etkilenmiştir.
Çağın siyasal olayları, kültürel ve teknolojik gelişmeler, bilimsel alandaki yeni sonuçlar, ortaya çıkan yeni düşünce eğilimlerinin hepsi 20. yüzyıl felsefesinde görülen bilime yönelik sorgulayıcı yaklaşımların, aklın sorgulanması girişimlerinin, dile yönelik ilginin, özne kavramı üzerinde yürütülen tartışmaların, zihin problemlerinin, yeni bir boyut kazanan bilgi sorununun, cinsellik soruşturmasının, yabancılaşma ve iktidar sorunsalının arka planını oluşturmaktadır. Bu çağın düşünürlerinin çoğunluğu bir şekilde çalışmalarında çağın kuramsal sorunlarını dillendirmiş ve yanıt arayışında olmuştur.
Batı felsefe tarihinin 20. yüzyılını, hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan derlemek neredeyse olanaksız görünüyor. Geçtiğimiz yüzyılı genel hatlarıyla sunmak amacını taşıyan bir derlemenin hangi alt başlıkları içermesi gerektiği de yine bir sorun. Geçen yüzyılların aksine, alabildiğine dallanıp budaklanmış, alt uzmanlık alanlarında gelişen, dizgesel çevrelerin yanı sıra, onlarla karşıtlık içinde, bireysellik yanı ağır basan içkin düşünme yöntem ve içeriğine sahip bir çoklukla karşı karşıyayız.
Özellikle 20. yüzyılın ikinci döneminde, izlerine geçmişte de rastlanan, ancak çok daha eleştirel ve yıkıcı olan, doğrudan felsefenin kendisine yönelen yaklaşımlar da söz konusudur.
Ayrıca, günümüzde halen yaşamını sürdüren, felsefe tarihinin sayfalarında yer almayı hak eden ve edecek düşünürlerin değerlendirmesini yapmak haddini ve yetkinliğini kendimizde bulmadığımız için, burada yer almayan ya da yer almayı henüz hak etmeyen isimler konusundaki uyarılarınıza açık olduğumuzu belirtmeliyiz.
Düşüncenin yaşam gerçekliğinin içinde ve olup bitenler ile ilintili olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Bu ilişki, farklı düşünme yordamları ve varoluş katmanlarında kurulur. Düşünme bir aşkınlık alanında devineceği gibi, nesnellik iddiası taşıyarak özneler arası kurguları da temellendirmeye çalışır. Diğer yandan, düşünce yaşadığı dönemi çözümlemeye, anlamaya, yorumlamaya, temellendirmeye, hayatı dönüştürmeye, ya da kaçış seçenekleri ortaya koyma çabasına girişir. Bu yönüyle çağdaş felsefeleri anlamlandırmanın, onları tarihsel bağlamlarının (ve düşünürlerin yaşamöykülerinde) içinde değerlendirmekle olanaklı olabileceğinden hareketle, yirminci yüzyılın genel bir görünümüne bakarak ilerlemeyi düşündük.
20. yüzyılda, batı merkezli insanlığın çılgın koşusu, özellikle bilim ve teknoloji alanında doruğuna ulaştı. Çıkış döneminde felsefenin yönlendirdiği bilimler, çağımızın ortamında felsefenin varoluşsal temellerini sarsar hale geldiler.
19. yüzyılın sonunun bunalımlı havası, 20. yüzyılın başında anamalcı tüketim ekonomisinin etkisiyle göreli iyimserlik ortamına dönüştü. Ancak dönemin rekabet koşulları ve yayılmacı politikalar, sonu savaşla biten uzlaşmazlıklara neden oldu. Dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük iki savaş, ardından gelen silahsız savaş dönemi, yüzyılın tüm vaatlerini sildi süpürdü. Büyük acılara yol açan kitlesel savaşlar, yerini ironik bir şekilde kitle imha silahlarının ürettiği dehşet dengesinin barışına terk etti. Ama irili ufaklı yerel ve bölgesel savaşlar hiç bitmedi. Yüzyılın son çeyreğinde başlayan yumuşama, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sonuçlanan bir dizi yeni siyasal sorun yarattı. Etnik temelli çatışmalar, sınırların yeniden çizilmesi aşamasında büyük acıların çekilmesine neden oldu.
İletişim, ulaşım, tıp, uzay teknolojisi ve fizik alanındaki gelişmeler, insan yaşamını kolaylaştıran yanlarıyla olumlu etki yaparken, kitlesel üretimin yol açtığı çevre sorunları yüzyılın sonunda görünür hale geldi. Isınma, çevre kirliliği, açlık, çevre kirliliğine yol açan büyük kazalar, sınırları aşan boyutlarda yeni sorunlara yol açtı.
Yüzyıl “yeni dünya düzeni” söylemleri ile sona erdi.
Yaşamın anlamlandırılmasının, betimlenmesinin başka bir boyutu olan sanat alanındaki gelişim ve değişmeler, çok genel hatlarıyla vermeye çalıştığımız genel görünüm dikkate alarak değerlendirilebilir. Sanat düşünce ilişkisi de yine aynı çerçevede ele alınmalıdır.
“Kendinden öncekilerin yinelemesi olmak istemeyen, değişen dünyanın sanatını yaratmak isteyen, yazarlar, ressamlar, müzikçiler, mimarlar geleneğin zincirini kırarak, çağının tanıklıkları içinde öncü sanat anlayışı ile harekete geçtiler.” Yapıtlara, dönemlerinin iyimserlik ve karamsarlıkları yansıdı. Birbirini izleyen öncü dalgalarda, biçim, içeriğin en önemli bileşenlerinden biri oldu.